1. Hisar Kısa Film Yarışması

18 - 21 Haziran 1967

Düzenleyen
Robert Kolej Sinema Kulübü
Robert Kolej Öğrenci Birliği




Ödüller

16mm
En İyi Film : İstanbul Hatırası / Yönetmen - Özer Kabaş
Mansiyon : Gün Doğuşundan Gün Batışı / Yönetmen - Sezer Tansuğ

8mm
En İyi Film : Çingeneler / Yönetmen - Nurdoğan Taçalan
Mansiyon : Çirkin Ares / Yönetmen - Artun Yeres
James Baldwin Ödülü : Format 70 / Yönetmen - Üner Birecikli



Jüri Üyeleri

Ali Gevgilili
Alper Doğay
Andreas Pabuçis
Atilla Dorsay
Atilla Uras
Boris Niemann
Cafer Türkmen
Cevat Çapan
Emre Çağatay
Giovanni Scognamillo
Kuzgun Acar
M. Sabri Yalın
Onat Kutlar
Rekin Teksoy
Sami Şekeroğlu
Sezer Türkay
Ufuk Esin
Yılmaz Zenger









1968 Sinemasının Genç Aslanları Kasıp Kavuruyor

Dünyanın her yerinde sinemacı işe 8 veya 16 milimetrelik filim çekerek başlar. Sonra sonra işi büyütür, piyasaya girer, asistanlık falan derken bir gün kameranın ardına geçer ve filimler çevirmeye başlar. Bu yüzden, dünyanın her yerinde sık sık bu tür filimlere ait çeşitli yarışmalar düzenlenir.

Bizde, geçen yıla kadar böyle bir yarışma yoktu. Sadece Antalya Festivallerinde yasak savma kabilinden her yıl «kısa metraj» için bir ödül verilirdi. Geçen yıl Robert Kolej Sinema Kulübü «Hisar» yarışmalarının ilkini düzenledi. 8 ve 16 milimetrelik filimlerin katılacağı bu yarışma ilan edilir edilmez Yeşilçam’dan birçok kişi dudak büküp geçti. Kolay mı bu zamanda filim yapmak? 8mm’lik veya 16’lık filim yapmaya kalktınız mı, en azından 1000-1500 lirayı gözden çıkaracaksınız demektir! Hem de ne için? Birtakım adamlar filimlerinizi seyredecekler; sen birincisin, sen İkincisin, al sana da bir özel ödül, diyecekler ve bunca para sarfedip bunca ter dökenlerin sırtlarını sıvazlayıp «Aferin arslanlarım» deyip geçecekler. Bu yüzden Yeşilçam bu yarışmayı pek garipsedi… Ama doğrusunu söylemek gerekirse Yeşilçam’ın pazarı Bebek’in çarşısına uymadı! Tahminlerin çok üstünde filim katıldı ilk Hisar yarışmasına. Böylece katılacak filim olmayınca bıyık altından kıs kıs gülmeye hazırlananların hevesleri de kursaklarında kaldı!…

Bu yıl «Hisar Kısa Filimler Yarışması» na ilgi, geçen yıldan daha çoktu. Bebek’teki Robert Kolej binasına gidip kayıtlarını yaptıranların sayısı tamamı tamamına 33’tü. Bunlardan 23’ü yarışma için 8mm. ilk filim yapmışlardı, diğer 10’u ise 16 milimetrelik filimler.

«Milyonluk şehir İstanbul’da bir yarışmaya 33 kişi katılmış çok mu?» diye bir soru gelebilir aklınıza. Antalya Filim Festivaline bu dalda yapılan yarışmalara yıllardan beri 1 tek kişinin katıldığını hatırlatırsak ilginin büyüklüğü kendiliğinden ortaya çıkar. Antalya’ya Behlül Dal her yıl bir filimle gider, heykelini alır, dönerdi.

Kayıt işlemleri bittikten sonra ön jüri toplandı ve filimleri seyretti. 33 filmin 16’sını eledi. Elek üstünde kalıp büyük jüri tarafından seyredilen filimlerin 11 adedi 8 mm. likti. Sonunda Özcan Arca’nın «Zürafe Sokağı» adlı filmi birinci seçildi. Genç bir yüksek mühendis olan Arca filminde cinsiyet sorununu eleştiriyordu. Bunun için de kötü kadınların bulunduğu evleri ele almış, çok tehlikeli bir konuyu adiliğe kaçmadan vermesini bilmişti. Memduh Ün’e 2 filimde asistanlık yapan Özcan Arca «Yeşilçam’a girmeye» hatta bu uğurda 20 yılını verdiği mesleğini terk etmeye azimli. «Bir filim en azından 200.000 kişiye seslenmelidir,» diyor ve hemen ilave ediyor; «Türkiye’nin şartlarını, Yeşilçam’ı biliyorum. Bu piyasaya girebilmek ve hele şartlarına uymak çok zor. Ama her şeye razıyım, azimliyim ve idealimi gerçekleştirmek için bütün kapıları zorlayacağım.»

Özcan Arca’dan iki yaş büyük olan Veysel Atayman (1941 doğumlu) teknik ve sosyal gelişime uyamayan çağımızın insanının «şaşkınlığını» anlattığı «Birisi» adlı filmiyle «Hisar» yarışmasında ikinciliği kazandı.

Jüri 16mm.’de hiç bir filmi birinci seçmedi. Bol bol dağıtılan «Altın Portakal» heykelleri hatırımıza gelince tabii hayret ettik (!). Birincilik için «hasis» olan jüri «Onlar ki» ile «Bozkırda Bir Yalnız Ağaç» a özel ödül verdi. Bu filimlerin ilkini Artun Yeres İkincisini de Sezer Tansuğ yapmıştı.

Bu yılki yarışmada ödüller sadece «Hisar» heykelleri değildi. 1946 doğumlu Ayşe Erbil «32. güneş» iyle Darüşşafaka Sinema kulübü’nün «En Başarılı Teknik ögelere Sahip Filim» ödülünü kazandı. Hıdırellez gününü kendine Konu alan Nurten Karaçivi, «Dilek Günü» adlı filmiyle İzmit Sinema Derneğinin koyduğu Gümüş Çınar Yaprağı ödülünü aldı. İki yıl önce kolejin yüksek mühendislik bölümünü bitiren Yusuf Benmair’le Lütfi Ensari’nin ortak yapımı olan «67/68» adlı filmi ise Milliyet gazetesinin koyduğu «Jüri Özel Ödülü» nü aldı. Bu arada jüri, Mutlu Parkın’a da «66» adlı filmi için bir mansiyon verdi ve yarışma böylece sona erdi.

Yarışmalar devam ederken kolej binasında Üstün Barışta, Vedat Akdikmen ve Yılmaz Erman’ın idare ettikleri üç günlük bir seminer yapıldı. Bu seminere gelenler çeşitli sorular sordular, sinema konusunda meraklarını giderdiler. Ama bizim izlediğimiz kadarıyle sorulanların pek çoğu şu bizim meşhur «yerli sinema» için değildi.

Şimdi belki aklınıza gelebilir? «Peki ama şimdi bu filimler ne olacak?» Hiç, tek kelimeyle hiç Belki sinematek’le birkaç sinema derneği bu filimleri alıp üyelerine gösterecekler, hepsi hepsi o kadar işte. Beri tarafta İstanbul belediyesinin nizamnamesi dağ gibi duruyor. «Her sinema normal filimden önce bir dokümanter filim göstermek mecburiyetindedir.» diye… Ama kim dinler nizamnameyi. Sinemacı bakıyor ki, filimden önce göstermesi için kendisine metre metre reklam filmi getiriyorlar, üstelik de bu filimleri oynatmak için bol bol para veriyorlar. Dokümanter filmi oynatıp n’apacak. Ceza mı, verir onu da… Alt tarafı 3 lira (evet bu bir tertip hatası değildir, 3 lira). Ver 3 lira cezayı, çıkar dokümanter filmi, tak reklam filmini, yüzlerce lirayı da at kasana… Bundan karlı iş olur mu? Hem alan razı, veren razı.

Bu gibi yarışmalar herhangi bir Avrupa ülkesinde yapılsa en çok prodüktörlerin ilgisini çeker, «iyi rejisörlerin eserlerini aman herkeslerden önce görelim de, ucuz fiyatla kendimize bağlayalım» derler. Gelin görün ki bizde bunun daima tersi olur. Prodüktörlerin oldum olası iyi rejisörlere alerjileri olduğu için böyle yarışmalara tenezzül edip gitmezler. Bu, geçen yıl da böyle oldu, gelecek yılda şüphesiz böyle olacak… işin garibi bütün bunlara rağmen kısa filimler yarışmasına ilgi eksilmiyor, artıyor. Çeşitli sinema dernekleri ve sinematek bu yarışmayı destekliyor, ona yardımcı oluyorlar. Ama onun dışında! Yapımcılar ilgilenmiyor, sinema salonu sahipleri ilgilenmiyor, sinemacılar ilgilenmiyor, basın ilgilenmiyor. Her şey ve herkes yaptıkları işe sırt çevirmişken bir çok kişi günlerce kafa patlatıyor, binlerce lira harcıyor, uykusuz geceler geçiriyor ve yarışmaya katılıyor. Hemde niçin? Sadece kendilerine bir «Aferin arslanlarım.» dedirtmek için…

Kaynak
Ses Dergisi, 1968, 30. Sayı










1. HİSAR KISA FİLM YARIŞMASI
(18 - 21 Haziran 1968)



Derece Alan Yarışmacılar Toplu Halde

Soldan Sağa: Üner BÎRECÎKLÎ, Seğer TANSUĞ Artun YERES Özer KABAŞ (geri plânda), Nur doğan TAÇ ALAN



«GÖRÜNTÜ» Dergisi I. HİSAR Kısa Film Yarışması'nda derece alan yönetmenlerden aşağıdaki sorulara cevap vermelerini birer mektupla istedi. Bu sahibelerimizde yönetmenlerin bize gönderdikleri' resimleri ile kendi kalemlerinden açıklamalarını bulacaksınız.

Soru :

Filminiz hakkında;
a - Konusunu,
b - Yapmanızdaki amaçları, neyi yansıtmak istediğinizi,
c - Amaçlarınıza ne kadar yaklaşabildiğinizi,
d - Filminizi çekerken karşılaştığınız güçlükleri, ve
e - Türkiye'deki kısa metrajlı filmciliğin problemlerinin anlatan bir yazı, göndermenizi rica ederiz.

GÖRÜNTÜ





NURDOĞAN TAÇALAN
Filmi: ÇİNGENELER
8 mm. Birincilik Ödülü

ÇİNGENELERİ görenlerin çoğu, şu soruyu yönelttiler bana: «Hani çalgı çalan, oynayan Çingeneler Ne yanlış bir inanış. BEN MUTLU ÇİNGENELER GÖRMEDİM. Nereden çıkmış, kim çıkarmış Çingenelerin mutlu neşeli kişiler olduğunu. Birkaç göçebe Çingene ailesinin yaşantısını anlatmaya çalıştım filmimde. Onların tek derdi, tek düşüncesi günlük ekmeklerini çıkarabilmekti.

Yerleşik Çingenelerle de ilişkim oldu; onların çalıp söylemeleri de mutluluktan değildi. Tek amaca dayanıyordu: karınlarını doyurmak. Toplumun onları sıkıştırıp ittiği köşede yaşamak için çalgı çalıp göbek atmak, ayakkabı boyacılığı yapmak, çöplükleri karıştırmak, ya da hırsızlık yapmak kalıyordu çıkar yol olarak...

ÇİNGENELER’in konusu bu işte kısaca; yaşama savaşları..

Yapabildim mi tam anlamıyla, hayır. Bunun nedeni çekim sırasında Çingenelerin bana çıkardıkları zorluklar değil. Tersine bu doğuştan sanatçı kişiler ellerinden gelen kolaylığı gösterdiler. önüme çıkan engel, teknik yetersizlikler ve olanaklarımın eksikliğiydi. Sinema, yurdumuzda amatörler için pahalı bir oyuncak. Genellemesek bile, benim gibi bir çokları için bu böyle. Gerekli aygıtım olmadığı için, filmin montajını 8mm’lik bir gösterici üzerinde yaptığımı söylemem, zorlukları anlatmam için yeter sanırım. (1)

Ama gelecekten umutluyum. Sinema Kulüp ve Dernekleri gibi, sinema amatörleri de bir örgüt altında birleşirlerse, olanakları artan amatörler çok daha başarılı yapıtlar ortaya koyacaklardır. Gerçek Türk sinemasının Yeşilçam’ın dışındakiler tarafından yaratılacağına inancım büyük.

Nurdoğan Taçalan

(1) Bu konuda Bakınız: YELKEN DERGİSİ, sayı: 130/12.
«Amatör bir sinemacının akla durgunluk veren serüvenleri.»
Nurdoğan TAÇALAN






ARTUN YERES
Filmi: ÇİRKİN ARES
8 mm. ikincilik ödülü

A - Filmimin konusu, orta çağ vahşetinin günümüzde emperyalist ABD saldırganları tarafından sürdürüldüğüdür.
B - Amacım, Vietnam'da işlenmekte olan hunharca cinayetleri yansıtmaktı.
C - Yeteri kadar belge bulamamama rağmen amacıma yaklaşabildiğimi zannediyorum.
D - Güçlüklere filmimi çekerken değil, çektikten sonra karşılaştım.
E - Kısa film probleminin ben sadece film ortaya çıktıktan sonra söz konusu olacağı kanısındayım. Kamera bulmak, film bulmak, filmi yıkatmak v.b. kısa film yapmak isteyen ‘biri için çözümlenemeyecek sorunlar değildir. Sorun yapılan filmleri halka gösterebilmektir.

Kısa filmleri sinema salonlarında göstermek bugün için imkânsızdır. Sinemalarda reklâm filmleriyle açıktan bir kâr sağlayan sinema sahipleri bu uğurda gösterilmekte olan filmi kırpa kırpa kuşa çevirmektedirler.

Yurdumuzda günden güne çoğalmakta olan Sinema Kulüpleri, kısa filmleri gösterebilme olanağını yaratmaktadırlar. Ne var ki, kısa film yapanlar filmlerini geniş halk topluluklarına gösterebilmeleri için kendi aralarında örgütlenip gezici ekipler halinde semt semt, kent kent dolaşarak filmlerini oynatmalıdırlar.

Yoksa yapılan bütün bu filmler birer hatıra defteri tutma örneğinden öteye gidemez.

Artun YERES








ÖZER KABAŞ
Filmi: İSTANBUL HATIRASI
16 mm. Birincilik ödülü

Geçen Haziranda I Hisar kısa film yarışmasına katılan filmimin çekiliş nedenleri bir film yapıtı ortaya çıkartmaktan çok resim çalışmalarımın özünü ve görüntülerini pekiştirecek bir belge çalışması yapmaktı. Ressam olarak daha statik portreler ve istifler peşinde olduğum için bir filimci gözüyle bu filmin ağır, noktalaması fazla ve hattâ sıkıcı olması mümkündür. Aynı çalışmayı kalem ve kâğıtla yapmak da olabilirdi fakat sonucunu resme geçirmek istediğim için ön çalışma için film sanatının ve saniyede 24 resim çeken film aygıtının imkânlarından yararlanmak istedim. Şunu ilâve etmek isterim ki bugün sinema her ressam için bitmez ve tükenmez bir görüntü hâzinesidir. Aynı şekilde minyatür, yazı, süsleme ve mimari geleneğimizdeki asırlar önce çok ileri bir biçimde geliştirilmiş olan renk ve istif anlayışının da sinema sanatına çok önemli nitelikler getireceğine inanıyorum. Yeterki romantize etmenin dışında birtakım ciddî çalışmalar yapılsın.

Bugün elektriğe kavuşmuş halkın görüntü ihtiyacı sinemayla giderilmektedir. İki bin sene evvel insanların doldurduğu dev tiyatroların yerini bugün beğensek de beğenmesek de sinemalar almıştır. Fiziksel hayatımıza yepyeni bir bulut kazandıran bu araç, perde de olimpiyatları gerçek bir olimpiyat seyircisinden daha iyi ve özlü seyretmemizi sağlamaktadır. Bu gerçeklerden hareket edebilirsek o zaman ne resme, ne tiyatroya, ne sanata ve ne de topluma yabancılaşırız.

Bunun yanısıra resim sanatını sinema uğruna küçümsiyenler de gerçekten yanılıyorlar, çünkü resim sanatındaki çizi özgürlüğü, soyutlama, özetleme, istif ve renk gibi özellikler her zaman için görüntü dünyasına yenilikler getirecektir. Bugün bizde'ki canlıresim sinemasının klişeleşmiş karikatür biçimlerinden ve magazin renklerinden kurtulamaması bu alışverişin eksikliğini gösterir.

Bugün Türkiye'de «Türk insanının resmi» diye birşeyden söz edilecekse, kanımca, bu, yalnız bazı filmlerin negatiflerinde yatmaktadır; bu yönden Türk resim sanatı cılız kalmıştır,

insan resminin şablonları batıdan ithal edilmiş, örneğin, kübizmin kalıplarıyla Türk köylüsü kabataslak karelere ve üçgenlere bölünüp parçalanarak özünden çok uzak yabancı bir biçimde resmedilmiştir. Bununla ilgili olarak şunu belirtmek isterim: İnsanımızın sanatına yön verirken gerçek öz ve belgelerden hareket etme zorunluluğu çıkıyor ortaya. Yüzeyde kalan algılarla yalnızca «enteresan» veya «çarpıcı» görüntülere saplanmak bizi ancak Mahalle bakkalı, civar köyler veya gecekondu sakinlerinden acele çekimler yaparak kötü bir kentli sosyalrealizmine götürür. Bunların «rustik» tarafları bir miktar çekici olsa bile onun ötesinde getireceği insani değerler önemli olamaz.

Benim anladığım çalışmayı yapmadan Önce, belli bir yörenin insanlarının tarihsel, geleneksel ve toplumsal yönlerini inceleyip bugünün çatışmasına getirebilmek gereklidir. Bu hazırlık tamamlandıktan sonra çekim gelişigüzel olmaz ve derinlemesine bir anlam kazanır. Bu hazırlık olmazsa filim isterse Doğu Anadolu'nun em sarp ve erişilmez köylerinde çekilsin, Fransız filimcilerinin çektiği «Kırkpınar» filminden daha iyi olmaz, belki de daha kötü olur teknik olanakları** eksikliği yüzünden.

«İstanbul hatırası» filmimde söylediklerimi tam olarak uyguladığımı iddia edemem fakat bu hazırlık çalışmasında bile bazı ipuçlan yakalıyabildim. Filmin ağırlığını veren sokak fotoğrafçısı gördüğü çeşitli işlerin yanısıra kendisi çok önemli bir belgeci. Ondokuzuncu asır «Deguerotype» fotoğrafçılığı kalıp ve jestlerini köylülere uygulamaya çalışırken (Düşünen adam gibi) ve belli çatışmalar olurken bu arada çok yalın ve severek verilen pozlar bize gerçek ve derinliği olan portreler kazandırıyor. Bu pozlar tek başına kameraya verılemiyeceği gibi herhangi bir yerde de yakalanmaları da imkânsız.

Yeni Cami avlusunda sahte ilâç satan İşportacılar esasında ayrı bir belge konusudur. Dışardan ilk kez belli olmayan danışıklı bir döğüş vardır burada. Bu tebeşir tozlarım askerlere satmak istiyen işportacı bunu sağlamak için en aşağı yarım saat fıkra anlatır, pandomim yapar ve halkı gerçekten karşısında tu ta r ve eğlendirir. Diğer biri, bunu groteskten yakalar ve halkı belli jest ve hikayelerde korkutarak başka bir biçimde eğlendirir. Sonuç eğlencenin karşılığıdır.. llâ<J, işporta derken ortaya bir tiyatro olayı çıkıyor, inanmıyanlar gidip belli zamanlarda parasız da seyredebilirler.

Bu tip belge sinematografisini sanat haline sokabilmek çok üstün çaba istiyen bir iş, ve sanat olmaktan uzaktır henüz, fakat her başlangıcın ileride yapılacak çalışmalara belli bir ışık tutması ye detay anlayışı getirmesi bakımından faydasını kabul etmek gerekir. Ve bundan böyle elimizdeki imkânlardan yararlanmayıp da insanımızı yanlış, kaynaklardan gelen kalıplara göre yorumlamakta Israr edersek ulusal sanatın cılız kalıp gerçek evrenselliğe ulaşaırıyacağına inanıyorum. Tanıası, pazarlamanın karmaşıklığı ve emperyalizm ve geleneklerinin akışı, topluluğumuzun evrimi, ulaşım araçlarının çoğallerin çatışması ve bütün bunlar gibi meselelerin insanımızın hayatında çizdiği grafik ve yarattığı gerçek dram. Gözlerimizi açıp bu gerçeklerin dinamizmi üe yüzyüze gelmek kolay olmıyabilir, ama bu yapılabildiği takdirde sanatımızın topyekün bir dinamizm kazanacağına kuvvetle inanıyorum.

Kısa filim çalışmaları şimdilik belli bir eyleme girmiş durumdadır ve böyle kişisel ve özgür bir çalışma ortamının sağlam bir kuramcılık ve yapıcı bir eleştiriyle desteklendiği sürece iyi gelişmeler göstereceğin® inanıyorum. Ondan ötesi için birşey söyliyemem...

Özer KABAŞ








SEZER TANSUĞ

Filmi: GÜN DOĞUŞUNDAN GÜN BATIŞINA

16 mm. İkincilik ödülü

Geçen yıl. I. Hisar yarışmasında derece alan renkli filmimin belli bir konusu olduğu söylenemez. Film muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde çekilen dört beş 30 m.lik kasetinözel bir montaj esprisiyle bir araya getirilen seçilmiş parçalaından meydana gelmiştir. Teknik sonuçları oldukça iyi olan plân çekimleri beni ümitlendirmiş ancak kameranın ağırlığınave hareket yönlerine daha çok hakim olmam gerektiğini debaha göstermiştir. Genel olarak kadro düzenlemesinde çokşahsi bir bakış ve çerçeveleyiş tarzım gerçekleştirebileceğimihtimali bir ümit olarak belirmiş, ancak bunun çeşitli ve çok deneylere bağlı oluşu beni aksiyona sevkeden bir zorunluk olarak ortaya çıkmıştır.

Söz konusu filmin montajında parçalar arasında mümkünilişkileri denemek için gereği kadar uzun bir zaman harcamakan kaçınmadım. Filmin aynı zaman ve mekânlara ait olanparçalarını bir bütünlük içinde toplamak bakımından bugerekliydi. Nitekim bir kanun taksiminin fonu kapladığı görüntü dizisinde parçalar tek tek mensup oldukları reel zaman ve mekân bağıntılarını aşarak ortak bir zaman ve mekânfantezisine mal olabildiler. Filme Gün Doğuşundan Gün Batışına adı da verilerek başlangıç ve sonuç ilişkileri bakımındanbu bir anlamda soyutlaştırılmış ortama ayrıca dikkat çekilmek istendi.

karşılaşılan güçlükler konusunda sizlere şunu söylemekisterim: Ben güçlükleri makbul addediyor ve bunlardan şikâyet etmiyorum. Çünkü güçlüler beni bu işleri bırakmaktançok topluluğun yaygın ve kalıplaşmış telâkki ve isteklerindenayrılan bir şahsileşme ve kendi iç zorunluklarımı araştırmak yoluna itiyor. Bu bakımdan güçlükler çok değerlidirler. Bu kısa metraj işlerinin Türkiye’de alıp yürümesi övünülecek bir olaydır. Ancak bu işlerde doğru yolu başlangıçtaseçmek bu işlerin selâmeti bakımından bir zorunluluktur. Bubakımdan endişeli olduğumu sizlere açık bir şekilde belirtmekisterim. Unutulmamalıdır ki bu kısa metraj faaliyeti mevcutsinema .piyasası düzenine karşı şahsi kıpırdanışlarla doğru biryolu arayışın ifadesidir. Kabul etmelisiniz ki o sinema piyasasında iki yıl kamera arkası ve set işçisi olarak çalışmış biradam bu zorunluğu bir çok kimseden daha iyi anlayabilir. Ama şunu da kabul etmelisiniz ki her karşı çıkmanın ona lâyık bir ahlâkı olmalıdır. Eğer ahlâksızlık ve demagoji bu işlere daha başında hâkim olma istidadım gösterirse o karşı çıkmanın da, o işlerin de değerinden şüpheye düşmek işten bile olmaz.

Türkiye’de kısa metraj filmciliği çözümlenmez problemler ortaya koymuş değildir. Hattâ doğru bir yolda gelişmesini en gelleyen tutumlar bile bir sillede aşağı inmeyecek güçte değü

Sezer Tansuğ







ÜNEK BİRECİKLİ
Filmi: FORMAT 20
16 mm. Jüri özel ödülü

öncelikle belirteyim ki, Format 20’nin ön çalışmalarını yaparken filin yapımı üzerine her yönden alıcı ve oyuncu yönetimi, müzik, seslendirme kurgu bir şeyler denemek, öğrenmek ve yapmak istiyordum. Bütün bunların 16 mm. bir çalışma üe ilk denemede gerçekleştirilmesi ve başarısı çok güç olacaktı. Bu nedenden, başlangıçta olanaklarımın neler olduğunu ve bunlarla neler yapabileceğimi iyice düşünerek çalışmaya başladım. Fümin sesli olması ile kazanacağım anlatım gücü konunun anlaşılması için gerekli idi. Filmin seslendirilmesi ise bu çalışmamda karşılaştığım büyük bir güçlük oldu. Teknik olanaksızlıklar yüzünden filmin seslendirilmesi teyp ile senkron etmekle kötü bir şekilde yapılabildi. Çekim ve kurgu sırasında ayrıca bir güçlükle karşılaşmadım.

Format 20'nin kişileri, elektronik "beynin değiştirdiği birçevrede düşünen ve duyan insanların durumudur. Kişiler elektronik beynin egemenliğini araçlarda, evlerde, çocukların evlerde, çocukların oyunlarında görürlerken değişen bir çevreyi belgelerler. Gerçi eski ile yeninin karşılaştırılması vardır,

fakat filimde geçmişe olan bir özlem veya eskinin yeniye üstünlüğü savunulmaz. Elektronik beynin yaşantımıza yerleşmesiyle her şeyin süratle değiştiğidir anlatılan. Bir çözüm, biryargı yoktur. Yalnızca tartışması vardır. Filmin sonunda yırtılan kâğıtlar, kişileri elektronik beynin egemenliğine karşı bilinçlemeleridir. önemli olan da budur.

Kanımca film bütünüyle anlatım gücüne sahip olup seyredeni belirli bir fikre yöneltebilmektedir. Gerisi ise kişisel değerlendirmelerdir.

üner Birecikli










KISA FİLM ÇALIŞMALARININ GEREKLİLİĞİ

Herşeyin bilimsel yollarla bilinçli bir şekilde çözümlendiği yahut çözümlenmesine çalışıldığı bir çağda bulunmaktayız. Uydurma, kandırma, bilir görünme aldatmacalarının artık kökü kazınmıştır. Kişiyi bir yere götüremez durumuyla yine de kendimizi kandırmakta inatlaşan toplumlardan biri de biziz. Her şeyin kolayına kaçmak, yeteneksizliğimizi yalancı başarı görünüşleriyle saklamak, ilerici hamlelere engel olmakla orta çağdan kalma bir düzeni sürdürmekteyiz. Toplumlunuzun bu yapışma koşut olarak sanat çevrelerinde de genellikle buna benzer bir tutum ve çaba içindeyiz. Sanatçı denilen kişi bile bu düzende halkımızda yalan söylemekte ve çoğumuzu kandırmaktadır.

Konumuz sinema olunca, yukarıda kısaca sözünü ettiğim kandırmaca daha da belirgin olmaktadır. Şimdiye dek sinemamız üzerine yeterince yazılar yazıldı yazışmalar oldu. Bundan ötesi söylenilenlerin tekrarı olacaktır. Çünkü değişen birşey yoktur. Yerli sinema kendi kuyusunu kazmaya çoktan başlamıştır ve bugün artık bir çöküşün içindedir. Bu ne denli hızlı olursa sinemamızın yarınından umutlu olanları o derece sevindirecektir.

İşte, böyle bir dönemde kısa filim yapımının gerekliliğinden ve bunun ilerisi için ararlarından söz etmek isterim. Şu basit bir kuraldır ki, birşeyi yapabilmek için bilmek gerekir.

Bilgi ise çalışmak ve öğrenmek yolu ile sağlanır. Bir eğitim sorunudur bir konuyu bilmek. En azından düşünmektir bu eğitim. Bugün dış ülkelerin hayranlıkla seyrettiğimiz güçlü filimleri kolayca olagelmiş yapıtları değüdir. Kişinin her yönden ne yaptığını bildiğini, ne denli çalıştığını gösteren örneklerdir bu filimler. Kullanacağı filmi seçişinden anlatacağı konuyu işleyişine dek bilinçli bir çalışma isteyen bu çabaların tümü bilgiye, «bilmek» e dayanır.

Kısa film yapımı derken 16 ve 35 mm. de yapılacak çalışmaların gerekliliğidir konumuz. Sinema teknik olanaklara sıkı sıkıya bağlı, her geçen gün teknolojik yeniliklerden yararlan
ma yoluna giden tek sanattır. Bu nedenden filim yapanın alı

Üner BİREGİKLİ







çıdan göstericiye dek kullanılan çeşitli aygıtları bilmesi, tanı

ması, kullanması başta gelmektedir. Kısa filim yapımında tüm

işler yapıcısının üzerindedir i, Yönetmesi, alıcı yönetmenliği,

gereğinde filmi yıkaması, kurulaması, seslendirmesi, gösterici
ye takıp oynatması gibi başından sonuna ¡herşeyi yapması ge
rekir, Yoksa, başka türlü filim çıkmaz ortaya. Kısa filim yapı

mının en yararlı yönü de budur. Kolları sıvayıp işin içine gir
rtıek ve her safhasında birşeyler yapmak; öğrenmek. Kişi tek

başına filminden sorumlu olunca daha iyi sonuçlara ulaşabil
mek için çok Çalışmak ve çok denemek zorunluluğunu duy
maktadır. Kanımca özellikle kungu sırasında yapılan çabalar,

edinüen bilgi çok yararlı olmaktadır, ilk kez kurgu sırasmda

sinema anlatımıyla somut bir şeküde karşılaşılmaktadır. Eğer

kurgü başarılı yapılmışsa, kurgulamada yapılan kesme ve ek
leme çizgilerinin çoğu kendini belli etmez. Kısa filim yapımı

bu yöiileriyle kişiyi sinemanın temeldeki sorunlarıyla tek ba

şına karşı karşıya bırakmaktadır, örneğin, kurgu sırasındaki

bir güçlük, kişiyi çekim sırasında daha dikkatli çalışmaya sev
ködecektir. Çekim sırasındaki bir güçlük de filmin Ön çalışma
sında daha etraflı düşünmeye zorlayacaktır. Bütün bu işlem
ler yapılırken önceden kestirilemeyen aksaklıkların eğitici ni
telikleri de ister istemez güçlü bir alışkanlık yaratacaktır. Fi
lim yapımına olan bir alışkanlık ki, eğitici yanı ile denemeye

karşı bir cesaret ve istek doğuracaktır. Korkmadan, çekinme
den,' bilinçli bir çalışma alışkanlığı ile iyinin neden iyi oldu

ğunu, kötünün ne olduğunu değerlendirecektir. Kanımca kısa

film yapımının en yararlı yönü kişiye kazandıracağı bu anla
tım alışkanlığı olacaktır.

Anlatım yolu olarak sinemayı seçecek gençlerin başlangıç

ta bir kısa, özellikle 16 mm, füim çalışmaları yapmala
rına şiddetle taraftarım. Ancak bu çalışmalarını cami ve mi
nare görüntüleri şeklinde yapanları hi£ bir zaman bir anlatı

ma varamazlar. Günlük düşünceleri, kayguları içtenlikle sine
maya aktarma çabası ahlatımı güçlendirmek ve sinemamızın

olumlu geleceği için gerekli olmaktadır. Gerçi kısa filimlerin

işleyecekleri konular, anlatım biçimleri kendi yetenekleri ile

kısıtlanırken, yerinde daha özgün ve coşkundur. Gençlerin

saatlik, günlük yaşantılarını tüm gerçekleriyle? kısa filmlerde

anlatmayı —yerinde bir şiir, bir öykü yazmak gibi— benimse
melerinin, çalışmalarını namusluca denetlemelerinin güzelliği

(Devamı 32. sayfada)

(28 den devam)

sanırım uzun süreli filimlerde daha güçtür. Arkadaş olan oyuncularla hergün birlikte tartışılan konuları yine birlikte yaşanan bir çevre içinde sinemalık bir anlatıma geçirmek kısa filmciliğin belgesel ve gerçekçi yönleridir. Çılgınlığa varan bir özgürlük, çarpıcı bir gerçekçilik kısa filmler çok yönlü olabilmektedir. Bu denli çalınmalara yönelenlerin ise ileride uzun süreli filim yapımına kaymaları zorunlu gözükmektedir. Temeldeki sorunları çözümlemenin verdiği bilgi, yönetim ve anlatım alışkanlıkları ile umut verici çalışmaların sayısı artar ye bu kişiler daha tutarlı, daha bilinçli yepyeni bir sinemayı getirebilirler. Bilgilerine olan güvenlerini, kişiliklerine olan saygıları ile yapacakları filmlerin başarısında başlangıçtaki kısa filmlerin payı çok olacaktır.

Dileğimiz kısa filim yapımının bir an önce alevlenmesi ve benimsenip olumlu örneklerin çoğalmasıdır. Bunun gerçekleşmesiyle yeni sinemamızın doğması daha kolay olacak ve foiaim de üzerinde konuşacak, tartışacak, uluslararası nitelikte güzel filimlerimiz bulunacak.

İzmit Sinema Derneği







KISA FİLM YAPIMI
Üner BİRECİKLİ

8 ve 16 mm. Kısa filmler için düzenlenen HİSAR Yarışması'nın İkincisine ayrılan bu sayıda 8 ve 16 mm. film yapımından söz etmek yerinde olacaktır. Yılda 2ö0'ü aşkın yerli filmin yapıldığı yurdumuzda, kısa film yapımı ve olanakları yok denecek kadar az ve güçtür. Bu da, bir bakıma, ne denli yalancı ve köksüz bir sinema kültürü ve yapımına sahip olduğumuzu göstermektedir. Yerli sinemamızda yılda binlerce metre ham film amaçsız bir şekilde harcanırken, sinemaya tutkun bir genç 8 veya 16 mm. alıcısına takacak film bulamaz. Uzun bekleyiş ve arayışlardan sonra bulunabilen filmi temize yıkatmak, kopyesini çıkartıp güzelce seslendirmek ise ayrıca bir sorundur.

8 mm ile 16 mm, film çalışmaları yapanları ayırmak yerinde olur. 8 mm. amatör, 16 mm. ise profesyonel bir çalışma olmaktadır. 8 mm. ’nin ¡giderleri, piyasada alıcı ve gösterici olanakları 8 mm. ’yi bir hayli yaygınlaştırmıştır. Bahçesindeki çiçekleri; ailesiyle yaptığı gezintiyi veya yeni doğan çocuğunu filme çekenler çoğunluktadır. 1. HiSAR'a katılan 8 mm. filmlerin, birkaçı dışında, çoğu yukarıdaki niteliklerdeydi. Genellikle 8 mm. çalışmalar bir ev sineması (homemovie) durumundadır. Nitekim, bugün İstanbul’da 8 mm. film bulmak, banyosunu yaptırmak, kenarına manyetik band çektirme yolu ile seslendirmek, iyi olmasa bile, yapılabilmektedir. Kısaca 8mm. ’de bir çalışma ortamı bulunmaktadır.

Sinemamızın yeniden doğuşuna ön ayak olacak kısa film yapımları bugün sinemayı benimsemiş gençler tarafından yapılacaksa, bunun bugünkü koşullar altında en iyi şekilde 16mm. ’lik çalışmalarla gerçekleşeceğine inanıyorum. 16 mm. film yapımına yönelenler öncelikle sinemayı benimsemiş olmalıdırlar. Alıcıyı fotoğraf alıcısı durumundan kurtarmaktan kurgu ve seslendirme işlemlerine dek uzayan bir çalışma ister.

Daha tutarlı amaçlarla, daha bilinçli bir çalışmayı gerektirir, öte yandan film bulmak, yıkatmak, seslendirmek sorunları işi başından güçleştirmektedir. Bu yapım giderleri de eklenince 16mm.lik film çalışması geçici heveslerin heyecanların ötesinde büyük gayret ve cesaret isteyen bir eylem olmaktadır.

Bugün 16mm'nin ortamım film yapımı koşullan dış ülkelerdekiyle tartışılamıyacak kadar değişik, karışık ve güçtür. Bir an düşünecek olursak bu koşullar altında olumlu bir çalışma yapılamaz. Fakat insan sinemaya tutkun olunca inatçı ve hırslı da olabilir, o zaman da çok şey kolaylanıyor.

Film çalışması yapacaklara yararlı olur düşüncesiyle bü

tün bu çıkmazları öğrendiğim geçen yıl ki çalışmalardan örnekler vermek isterim. İstanbul'da 16mm.lik pozitif (reversâl) filmler bir elde toplanırlar ve yıkanırlar. Ancak, filmi banyo etmek için konulan gereç (tank) 8 mm. için olduğundan »0 metrelik 16 mm. filmi onar metreden üçe ayrılmak üzere yıkanır. Bunun büyük bir sakıncası vardır. Banyo süreleri hiç bir zaman birbirini tutmadığı için birinci, ikinci ve üçüncü onar metreler ayrı tonlarda banyo edilmiş olur. Eğer bir sahne iki ayrı onar metreye bölünmüşse, ki çoğunlukla böyle olur, aynı sahnede bir anda ton farkları belirir. Eğer bu açıktan koyuya değişen bir ton ise filmi seyrederken bir anda ya hava bulutlanır, yahut da ışıklar söner, üstelik bayat ve pis banyolarda film lekeli ve tonlar da silik (grenli) olur. Böylece, film seyreden üzerindeki etkisini dolaylı olarak da anlatım gücünden kaybeder. Ayrıca filmler yıkanmadan hiç bir zaman banyo denemesi yapılmaz/İster yüksek^ kuvvette, isterseniz zayıf kuvvette (ASA veya DİN> film kullanın bir fark gözetmeksizin yıkanırlar. 16 mm. pozitif (reversal) filmi yıkattıktan sonra gerekli kurgu yapılarak göstericide? seyredilebilir. 16 mıh. lik
negatif çalışılmışsa önce banyo edilen negatiften bir pozitif kopya (iş kopyesi) almak gerekir. Kurgu bu kopye üzerinde yapılır. Böyle bir kopye «matipo» denilen çoğaltma aygıtı ile elde edilir. Gerekli ton düzeltmeleri ışığı açmak veya kısmak yoluyla yapılabilir. Bazı film stüdyolarında bu kopyeler sıra dan bir şekilde yapılıp fazlaca siyah beyaz (kontrast) olmakta ve genel tonu zenginleştiren gri ton. ortadan kakımaktadır.

16 mm. filmler iki usûlle seslendirilmektedir. Biri manyetik band sürmek veya yapıştırmak (manyetik seslendirme) diğeri de optik seslendirme. Optik seslendirme için negatif çalışma ve bir stüdyoda seslendirmek gerekir. Bu, stüdyo koşulları içinde çok emek isteyen bir iştir. Manyetik seslendirme; band sürme ile yapılacağı gibi, filmin kenarına manyetik band yapıştırmakla da olabilir. Bandlanan filmi göstericinin üzerinde seslendirilir. Bu yol, daha kolay ve amatörce seslendirme olup şimdiye dek yapılamıyordu (ileride belirteceğim gibi önümüzdeki aylarda İstanbul'da bir yer manyetik seslendirme yapabilecek)

Bütün bunlar 16 mm. çalışma yapanın karşılaşdığı ve kendisinin dışında olan güçlüklerdir. Büyük çabalarla çekilen birîilmin kötü ve lekeli banyosu bir anda tüm çalışmaları sıfıra indirir: üstelik buna hiç birşey de yapılamaz. Bu nedenlerden,hiç bir zaman çalışmanızı güven altında sürdüremezsiniz. Filminizi almadan temizce banyo ettirebileceğiniz bir yer . bulma düşüncesi, filminizin konusunu basarlarken seslendirme sorunu çalışmanızda ön plâna çıkar çoğu kez. Teknik olanaksızlıklar ve gerekli çalışma ortamının bulunmayışı kısa film yapımlarım güçleştirmektedir. Ne var ki; yine de yılmamak, çalışmak, daha iyisini her zaman istemek insanı olumlu sonuçlara götürüyor, örneğin, geçen yıl ki çalışmam sırasında tanıdığım eski bir filmci bu yıl genç 16mm.'çilerin kurtarıcı işi olmuştur. İstanbul’da tüm 16’cıların hizmetine koşan ERAL (1) fotoğraf stüdyosu ve filmci Coni önümüzdeki aylarda 8 ve 16 mm. film (pozitif veya negatif) kesilmeden veya provalı olarak yıkanabümektedir. Siz istemeseniz de üstad Coni, filminizden bir metreyi prova için banyo edecek ve prova sonuçlarına göre filmi yıkayacaktır. Film böylece temiz ve lekesiz bir şekilde yıkanmış olacaktır. Geçeri yaz iki buçuk aylık bir çalışma sonucu yaptığı bir çoğaltma aygıtı <Matipo) ile negatif den (optik ses ile birlikte) kopye çıkartılıp otomatik ışık ayan ile, ton düzeltme (ankoç) işlemleri yapılabilmektedir.

Bilimsel denemelerden sonra pozitif (reversal) ten pozitif kopya elde edilebilmektedir, örneğin Format 20'nin böyle bir kopyası yapılmıştır. Ayrıca belki de ’Türkiye’de ilk kez 16 mm. filme manyetik band yapıştırmak da ERAL Stüdyosunda yapılabilecektir. Bugün için 16’cılarm isteyecekleri tüm iyi film yapımı olanaklarını ERAL stüdyosu gerçekleştirmiştir. İleri deki bazı yenilikler içinde de üstad Coni*ye «hadi» demek, bir kaç kez gidip gelmek ve biraz da beklemek gerekecektir. Bu yıl 16 mm. çalışmaya başlıyacaklar geçen yıldan çok daha olanaklılar. Film bulunması, yıkatma ve seslendirme yönleriyle bir çalışma ortamına girişilmiştir. Bundan sonrası yine genç yapımcılara kalmaktadır. Gider karşılamaları, yarışmalar ve sürekli çalışmalarla daha olumlu daha çok bizim olan bir sine
mayı kurmak için.

(1) ERAL Fotoğraf Stüdyosu Tarlabaşı Turan Cad. 3/2 Taksim, İstanbul



16 mm, dalında verilecek olan 2.500 TL Birincilik ödülünü sağlıyan
THE SHELL COMPANY OF TURKEY LIMITED’e

16 mm. dalında 1000 TL. Jüri özel ödülünü sağlıyan
TÜRK SİNEMATEK DERNEĞİ’ne

Yarışmamıza bir plaket vererek katkıda bulunan ve yarışmanın tanıtılmasında yardımcı olan

8 mm dalında verilecek olan 500 TL Jüri özel ödülünü sağlıyan
ROBERT KOLEJ ÖĞRENCİ BİRLİĞİ’ne

«Gümüş Çınar Yaprağı» Ödülünü veren
«Özel Ödül» veren
DARÜŞŞAFAKA SİNEMA KULÜBÜ’ne

ücretsiz film banyosu armağan eden
Coni Alçıcı - Eray Eryazıcı
Turan cad. 3/2, Tarlabaşı
ERAL FOTOĞRAF STÜDYOSU’na

MİLLİYET GAZETESİ’ne
İZMİT SİNEMA DERNEĞİ’ne

TEŞEKKÜR EDER.





14.06.1967, Milliyet, Sayfa 6, Sanat Eğlence
22.06.1967, Milliyet, Sayfa 6
30.04.1967, Milliyet, Sayfa 6, Sanat Eğlence
21.02.1967, Milliyet, Sayfa 4








1. Hisar Kısa Film Yarışması
(18-21 Haziran)

Sadece 1967 ve 68 yıllarında düzenlenebilmiş Türkiye'nin ilk kısa film festivalinin Robert Kolej öğrencileri tarafından hazırlanan elde daktilo edilmiş ve teksir kağıdıyla çoğaltılmış katılım şartlarını ve gösterilecek filmler hakkında bilgi veren eşsiz bir kaynak.

1967, 1. Basım, 42 Sayfa








5. Türk Sinematek Derneği - Genç Sinema

“Yeni Sinema”nın Türk sinemasının sorunlarına ayrılan üçüncü sayısında Sungu Çapan şunları yazıyordu:

“Geleneksel piyasanın dışında bir hareket meydana getirilmez inancı da geçerliliğini yitirmekte olan bir yargıdır. Bunun örnekleri biri ikiyi aşmıştır. Üvey bir sanat gibi davranılmış bomboş bir alan olan sinemaya karşı duyulan ilginin yaygınlığı, gün geçtikçe genişler oluşu yeni yenidir ve bir kuşağı destekleyecek, besleyecek güçtedir. Çalışmakta olan sinemacılardan, sinemaya atılmamış ama kendini hazırlamakta olan karanlık salon kurtlarından, sinema yazarlarından, edebiyatçılardan oluşacak yeni kuşağın Türk sinemasının ilk gerçek kuşağının belirli görüşler, ilkeler çerçevesinde kümelenerek tavır alması demek, kaba çizgileriyle eleştirel ve bilimsel tonunu yitirmeden özlenilen canlılıkla sorunların yazmak, bağımsız film yapımı için yollar araştırmak, halk beğenisi üzerinde durmak, kısır ve bitmez tükenmez sinemacı-sinema yazarı çekişmelere, havada kalmış bir takım önerilere, bir takım ‘isim’lerle uğraşmaya, ‘make money’cilere sünger çekmek, giderek artık bunlarla hiç bir şekilde ilgilenmemek demektir. Her şeyin yeni baştan yapılması gereken bir işte, bir yığın genç insanın bütün yetisini, gücünü belki yaşamını koyacağı bir işte çağdaş duyarlılığın, evrensel sanatın Türkiye örneklerinin verilmesi artık uzak değildir.

Bütün bunları ‘yeni dalga’, ‘özgür sinema’ vb. özentisi olarak almak büyük bir yanılmacaya götürür kişiyi. Tarihsel zorunluğun yanı sıra bu bir takım kavramlara, çözümlere kesinlikle inanmış, yürekli insanların varlığı, Türk sinemasını ergeç aydınlığa götürecek yolu ‘kat etmeye’ yeterlidir.” (1)

Türk Sinematek Derneği’nin (TSD) önerdiği ve desteklediği “yeni kuşak/yeni sinema”nın ilk belirtisi 18-21 Haziran 1967 tarihleri arasında yer alan 1. Hisar Kısa Film Yarışması oluyor. Robert Kolej Sinema Kulübü’nün yayın organı olan “Görüntü” dergisi yarışma konusunda bunları yazıyordu:

“Şunu açıkça söylemek gerekir ki, sinema bir sanat olarak toplumumuza yabancıdır. Bunun belki sinemanın yeni bir sanat dalı olmasından ileri geleceği düşünülürse de, sinemada ellinci yılını kutlamış bir ulusun belki sinemaya bu kadar yabancı kalmamalıydı. Neden böyle olmuş? Bu sorunun cevabı şimdiye dek sinema diye sunulanların gerçekte bu sanatla hiçbir ilişkisi olmayan kişilerin yapabildikleri saçma-sapan örneklere sinema denmesinde aranmalıdır. Daha doğrusu bu kişiler yetersizliklerinin ezikliğini duyarak toplumumuza sinema budur diye tanıtmışlar yapabildiklerini…

Böyle bir anlayışın içindeki Türk sinemasının kurtarılması çok güçtür. Sinema seyircisinin sayısı günden güne artarken yapılacak olumlu çabalar şimdiki yerli sinema düzeninde gerçekleşemez. Bilinçli ve hamleci bir sinema anlayışını geliştirmek ise bir yerde bu düzenin dışında film yapmayı zorunlaştırır. Yeni Türk sinemasının temelinin böyle çalışmaların gerçekleşmesi ile atılacağı düşüncesindeyiz.” (2)

1. Hisar Kısa Film Yarışmasında, Kuzgun Acar, Emre Çağatay, Cevat Çapan, Alper Doğay, Atilla Dorsay, Ufuk Esin, Ali Gevgilili, Onat Kutlar, Boris Niemann, Andreas Pabuçis, Giovanni Scognamillo, Sami Şekeroğlu, Rekin Teksoy, Sezer Türkay, Cafer Türkmen, Atilla Uras, M. Sabri Yalın ve Yılmaz Zenger’den kurulu seçiciler kurulu aşağıdaki ödülleri kararlaştırdı:

16 mm Birinci Ödül / Bronz Burç / Ömer Kabaş, İstanbul Hatırası
16 mm İkinci Ödül 16 mm / Sezer Tansuğ, Gün Doğuşundan Gün Batışı
8 mm Birinci Ödül / Bronz Burç / Nurdoğan Taçalan, Çingeneler
8 mm İkinci Ödül / Artun Yeres, Çirkin Ares
James Baldwin Ödülü / Üner Biricikli, Format 20

Yarışmada katılan filmleri değerlendiren Sungu Çapan şunları yazıyordu:

“Toplu bir uygulamaya geçmenin, yeni bir sinemacı topluluğunun çıkışının dolu dizgin yaklaşmakta olduğunu haberliyor bir bakıma birinci Hisar Kısa Film Yarışması ve sonuçları, gözle görünür örnekleriyle, son yıllarda bütün ülkelerde kendini ortaya koyan, genç kuşakların kişisel sorunlarının yanı sıra toplumlarının sorunlarını, çıkmazlarını da soylu bir coşkunlukla, köklü bir sinema tutkusuyla beyaz perdeye yansıttıkları, eleştirmenlerin ‘Yeni Sinema’ adını verdiği evrensel bir sinema olayına koşut olarak.” (3)

Ali Gevgilili ise yarışmayı şu sözlerle değerlendiriyordu:

“1. Hisar Kısa Film Yarışması sinema yolunda son yılların en iyi düşünülmüş girişimlerinden birisiydi. Bir sinema eylemi için gerekli çok sorunun, çok atılımın köklerini bulduk orada. Onları bir gün ayrıca söz konusu edeceğim. Ama, hiçbirisi olmasaydı bile, Sezer Tansuğ’u tanımak yine de yeterli.” (4)

Yeni ve genç sinemanın belirtisi olarak karşılanan Hisar Yarışmalarının ikincisi bir yıl sonra, l968’in 27-30 Haziran tarihleri arasında yer alıyor.

“Görüntü” dergisi yarışma konusundaki düşünceleri şu şekilde belirtiyordu:

“Yarışmanın niteliği ulusaldır çünkü tek amacı ulusal sinemayı besleyen kaynakları araştırıp bunları yeterince besleme çabasıdır… Yurdumuzdaki evrensel sinema kültürünün eksikliğini fırsat bilip büyük bir kurnazlıkla eskimiş ve yabancı sanat biçimleri koleksiyonlarından yararlanarak başka çıkarlar için yapılan filmleri desteklemek bu kulübün amacı değil… Fakat Türk sinemasının fikir hayatında temelsiz ve bağnazca suçlamaların bizim ihtiyacımız olan sinema kültür hayatını, ne yazık ki, kısırlaştırmakta olduğu ve bu suçlamaların bize kadar uzandığı bir gerçektir.” (5)



Notlar:

1 - Sungu Çapan, Genç Kuşak İyimserliği, Yeni Sinema, sayı 3, Ekim-Kasım 1966
2 - 1. Hisar Kısa Film Yarışması, Görüntü, sayı 2, Mart 1967
3 - Sungu Çapan, Hisar Yarışmasının Ardından, Yeni Sinema, sayı 8, Temmuz 1967
4 - Ali Gevgilili, Sezer Tansuğ için, Yeni Dergi, sayı 36, Eylül 1967
5 - İkinci Yarışmaya Doğru, Görüntü, sayı 5, Haziran 1968



Kaynak
Yeni Sinema Dergisi