Herhangi bir cisimden veya bir çok cisimden yansıyan
ışığın oluşturduğu görüntünün, film veya fotograf kartındaki
emisyonlu yüze de pozlanabilmesi için gereken uygun ortamı sağlayan cihaza
fotograf makinesi diyebiliriz.
En basit fotograf makinesi, bir teneke ya da karton kutuya açılan küçük ve
düzgün bir delikten geçen ışığın, delik karşısındaki filme düşürülmesiyle
oluşan düzenektir. Işıklı bir ortamda deliğin ağzını açıp bir süre
sonra kapatılması ve sonra filmin banyo edilmesiyle delik karşısında görülen
görüntü karta basılarak görüntünün fotografı elde edilir.
İlk fotograf bu şekilde çekilmiştir. İlk makinelerde bu kadar basitti. İnsan
gözünün çalışma prensibinden yola çıkılarak bu konuda birçok deneme ve
icat yapıldı. İğne deliği yerine mercekler kullanılmaya başlandı.
Filmlerin ışığa karşı duyarlılıkları arttırıldı. Diyafram eklendi.
Pozlama süresi ayarlayan düzenekler icat edildi. Objektifler bulundu ve geliştirildi.
Sonunda günümüzde kullanılan modern makineler ortaya çıktı. Elektroniğin
gelişmesi ve fotograf makinelerine girmesiyle otomatik makineler geliştirildi.
Bilgisayarın devreye girmesiyle ve fotografların bilgisayar ortamına aktarılmasıyla
sayısal fotograflar ve makineler ortaya çıktı.
Temel teknik özellikler
17. yüzyılda resim sanatına hakim olan Natüralist akımın getirdiği düşünceler doğrultusunda,
doğaya mümkün olduğunca görsel açıdan sadık kalan çalışmalar üretilmeye başlandı.
Bu çabaların sonucunda, günümüzdeki en gelişmiş fotoğraf makinelerinin da çalışma ilkesini
belirleyen camera obscura (karanlık oda) ortaya çıktı. Bu, her tarafı tamamen kapalı ve yalnız
bir yüzeyinin ortasında ışık geçirimine neden olan bir deliğin bulunduğu ve içine bir insanın
rahatça girebileceği boyutlarda karanlık bir odaydı. Odanın delikli yüzeyinin önünde bulunan
çevreden yansıyan ışıklar, yine bu delikten içeri geçerek karşı yüzey üzerinde görüntü
oluşturmaktaydı.
Ressam veya görüntüyü kağıda geçirecek olan kimse, odanın içerisine girerek görüntünün
oluştuğu yüzey üzerine bir kağıt koyup çizer ve böylece doğru perspektife sahip bir resim
üzerinde de daha sonradan çalışma olanağını bulurdu. Karanlık oda içinde oluşan görüntünün
en belirgin ve önemli özelliği, sağlı sollu ve yukarıdan aşağıya ters oluşudur. Sonraları
söz konusu bu karanlık odanın boyutları küçültülerek daha rahat taşınabilir hale getirilmiştir.
Ancak bu kez resmi kağıda geçirecek kişi karanlık kutunun dışında bulunduğundan, görüntü
bir buzlucam üzerinde oluşturulur ve buradan kağıda geçirilirdi. Söz konusu görüntünün parlaklığı
ve netliği, karanlık kutu üzerindeki deliğin çapı ile ilgilidir. Delik küçüldüğünde, görüntü netleşir
ve sönükleşir. Deliğin çapı genişletildiğinde ise, görüntü parlaklaşır ve flulaşır. Ressamlar için
sorun yaratan bu gerçeğin üstesinden hem net hem de parlak görüntü sağlayan bir optik
aygıt olan objektifin üstesinden gelinmiştir. Önceleri karanlık kutudaki delikle, görüntünün
oluştuğu yüzey arasındaki uzaklık, oluşan görüntünün boyutuyla da doğru orantılıydı. Ancak
objektif kullanımı, bu soruna da çözüm getirmiştir. Değişik odak uzaklığına sahip objektiflerle
görüntü boyutunda farklılık elde edilmiştir.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için, karanlık kutunun yalnızca tek bir yerden ışık alması gerekir,
aksi takdirde görüntü oluşmaz. Ressamlar uzunca bir süre, karanlık kutu ile oluşturdukları
görüntülerin kendiliğinden oluşmasını ve kalıcı hale gelebilmesini dilemişlerdir. Bu amaçlar
doğrultusunda, bu gün film veya duyarkat olarak nitelendirdiğimiz, ışığa karşı duyarlı malzeme
geliştirilmiş ve böylelikle de fotografik süreç başlamıştır. Karanlık kutular da, fotoğraf makinelerine
dönüşmüşlerdir. Bu karanlık kutunun temel yapısı, günümüzün en gelişmiş fotoğraf makineleri için
de halen geçerlidir çünkü karanlık kutu ve ışık fotoğraf sürecinin kendisidir.
Tarihsel gelişimi aslında, camera obscura'nın icadı her ne kadar bazı yazarlar tarafından Roger
Bacon, Alberti, Leonardo da Vinci ve Giovanni Battista Porta'ya mal ediliyorsa da, bazı tarihçiler
1039 yılından 250 yıl kadar önce Arap bilim adamı Alhazen tarafından ortaya atıldığını iddia
etmektedirler. Ancak Alhazen in iddia edilen bu buluşu kendi kültürünün sınırları içinde kaldığından,
karanlık kutunun gerçek kaynağı olarak yorumlanmamaktadır. 1550 yılında Gardano söz konusu
karanlık kutuya çift taraflı dışbükey bir mercek yerleştirmiştir. 1568 yılında Daniel Barbaro oluşturulan
görüntünün daha da netleşmesi için bir diyafram eklenmesi gerekliliğini önermiştir. 1573 yılında da
Danti, görüntünün yukarıdan aşağıya düzeltilmesi için içbükey bir ayna kullanılması gerektiğini
açıklamıştır. 1558 yılında Porta, söz konusu aygıtın ressamlar tarafından kullanılabileceğini ve
böylelikle de gerçeğe yakın, doğru perspektife sahip görüntüler çizilebileceğini açıklamıştır.
Söz konusu karanlık kutu fotografik amaçlar için de kullanılmaya başlandığında, 19. yüzyılın başlarından
günümüze kadar temel niteliği aynı kalmak koşuluyla türlü biçimsel değişikliklere uğramıştır.