Kavramsal (nokta, çizgi, düzlem, hacim) ve görsel ögelerin (nokta, çizgi, renk,
doku, boyut, biçim, yüzey) belirli, bir düzen içinde bir araya gelmeleri
kompozisyonu oluşturur. Kompozisyonda en önemli ilke, her şeyin bütüne ait ve
uygun olması, hiç bir ögenin birbirine yabancı ve uyumsuz olmamasıdır. Yani
bütünlüktür, bütünlük içinde çeşitliliktir
Temel sanat eğitiminde, öğrencinin görsel ve duygusal gelişmesini hızlandırmaya
katkıda bulunan görsel eğitim yaşam boyu devam edecek bir sürecin başlangıcıdır.
Görsel ağırlıklı analiz çalışmaları ile görmesini, algılayabilmesini öğrenen bir
öğrenci yeterli düzeyde görsel bilgi birikimini yani görsel bilincini
geliştirmiş olacaktır. Böylece öğrenci çevresini daha duyarlı bir biçimde
gözlemleme, ona karşı tepki gösterme, yorumlama ve yargılama alışkanlığını
kazanacaktır. Bu tür bir duyarlığa sahip olunduğunda, çevresine ve olaylara
bakmasını bilen, baktığını gören, gördüğünü değerlendirebilen ve bunlardan en
doğru sonuçlara, yargılara, çözümlere ulaşabilen yaratıcı bir insan olabilmek
söz konusudur.
Görsel eğitim iki tür beceriyi gerektirmektedir.
* Görsel keskinlik,
* Görsel ifade.
Görsel keskinlik; bireyin çevresindeki çok yönlü mesajları ve bilgiyi hızla ve
açık bir şekilde görebilme yeteneğidir. Görsel keskinlik,ilgi alanlarına göre
ağırlık kazanmaktadır. Bu nedenle görsel eğitim,ilgi alanlarının da
genişlemesine katkıda bulunmaktadır.
Görsel ifade; görsel mesajları göstermek yeteneğidir. Görsel keskinlik aldığımız
mesajlarla ilgilenirken, görsel ifade, yolladığımız mesajlarla ilgilidir. Görsel
eğitimi başarmak için her ikisi de bilinçli olarak geliştirilmelidir.
Görsel mesajın, üç seviyesi tanımlanmakta: Bunlar, ifade, soyutlama ve
sembolizmdir. İfade,gerçekte görebildiğimiz ve yaşadığımız şeyleri kaydetmeyi
araştırır. Görsel iletişimde, soyutlama daha kuvvetli ve özü çıkartılmış bir
anlama doğru bir basitleştirme olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir anda
görülen şeylerin anlamını çıkartmak ve düzen yaratmak için görsel bilgi ile
doldurulmuş olmak gerekmektedir. Bu, algılama denilen olgu aslında soyutlama
sürecidir. Sembolizm de görsel mesajın basitleştirilmiş bir formudur. Ancak,
gerçekte görülebilen için yerine geçebilecek ya da onu yansıtabilecek bir imajı
ortaya koyar.
Görsel analiz, görsel eğitim ile başlar; bireyin çevresine karşı nasıl bakması,
neyi görmesi gerektiğini anlama ve onun hakkında düşünme çabasıdır. Görsel
analiz ile oluşan değer yargıları bireyin çevresine karşı ilgi duymasına, onu
daha duyarlı bir biçimde gözlemlemesine ve çevresini yargılamasına olanak
sağlamaktadır. Görsel analiz, his ve hayal gücünü harekete geçirerek amaca uygun
yorumlama becerisini de kazandırmaktadır. Gözlemlerin ve fikirlerin sözcükler
yerine çizimle not alınmasına yardımcı olmaktadır. Çizimle not almanın
potansiyeli, kayıt yapmanın ötesindedir. Çünkü görselleştirilen bilgi, algılama
gücüne bağlı olarak kaydedilir. Algılama gücü de, gözlem yapabilme kadar düşünme
yeteneği ile gelişmektedir. Not alma alışkanlığı kazanmak için, görsel analiz
yaparken bazı temel becerilere sahip olmak gerekmektedir.
Bunlar,
* Algılama
* Ayrıntıyı fark etme / soyutlama
* Hayal gücünün geliştirilmesi, becerileridir.
Gözlem yapma; herhangi bir şeyi çizmek için önce ona bakılması gerekmektedir.
Bir çok insanın çizerken karşılaştığı güçlük, dikkatlice bakmak için zamanı
yeterince değerlendirememesinden kaynaklanmaktadır. Eğitilmiş bir göze sahip
olmak, görme duyarlılığı geliştirmek için sık sık çevreyi analiz eden çizimler
yapmak gerekmektedir.
Algılama; duyu organları yardımıyla çevredeki objelerin, fark edilmesini,
olayların açıklamasını içeren bir bilgi alma süreci sonunda ortaya çıkan
psikolojik bir olgudur. Algı bir uyarıcı nedeniyle ortaya çıkar. Bir objeyi
gördüğümüzde onun görsel algısını elde ederiz. Algılama insanın var oluşunun
kültürel ve bireysel varlığına dayanmaktadır. İnsan dış dünyayı duyuları (5 duyu
organı) ile ve bunların algı haline gelmesi sonucu tanır.
Algının temel özellikleri:
* Algılama bireyden bireye değişen bir olgudur.
* Algılamada deneyim önemli bir rol oynar.
* Algılamada insan çevreden amaçlarına uygun bilgi almaktadır.
* Algılama davranışı yönlendirir, eylem için bir uyarıcıdır.
Kısaca algılama, belirli bir deneyim kazanmış, önceden bilgi birikimi olan
bireyin sinir sisteminin ani tepkisi olarak düşünülebilir.
Ayrıntıyı görebilme, fark etme; algıyı artırmak için,onu bütünleyen, tamamlayan
etkinlik ayrıntıyı fark etmedir. Görsel not almada hız ve doğruluk, her bireyin
geliştirilmesi gereken bir beceri olmasına karşın, en yetenekli birey için bile
zaman, sınırlama getirmektedir. Bilginin bir çok seviyesinin bilincinde olunduğu
zaman neye önem vermek gerekiyorsa , o bilgi konusunda yoğunlaşabilir; bu
şekilde davranarak ayrıntıyı fark etme için uygulama yapılır. Ayrıntıyı fark
etme bir takım işaretlerle de ifade edilebilmektedir.
Hayal gücünün geliştirilmesi; gözleme dayalı tasarıma yönelik düşünmeye doğru
ilerlemek için hayal gücünün geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yaratıcı bir
tasarımcı için en önemli araç, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunan görsel
hafızadır. Birey, görsel hafızanın zengin bir koleksiyonuna sahip olmalıdır.
Hafızanın zenginliği iyi gelişmiş ve etkin bir görsel algılamaya dayanmaktadır.
Görsel imaj toplamanın ve algılamayı bilinçli hale getirmenin en kolay yolu
görsel not tutmadır.
Görsel eğitim sonucu gelişen (görsel keskinlik ve ifade kazanan, görsel analizi
öğrenen, gözlem yapan, doğru algılayan, ayrıntıyı fark eden, hayal gücünü
geliştiren) birey çalışmalarını iyi bir kompozisyonla ifadelendirir.
Kompozisyon, ögelerin bir sistem içinde, ilkeler bağlamında bir araya
getirilmesidir; ancak bir üslubun karakterini de yansıtır bir bütündür. Üslubun
karakteristiği bir dil ile yansıtılabilmektedir. Böyle bir dilin sözcüklerini
doluluk - boşluk, görsel ritim, görsel denge, çizgi, doku, biçim vs. oluşturur.
GÖRSEL TASARIM İLKELERİ - KOMPOZİSYON İLKELERİ
ORGANİZASYON ÖGELERİ
* Durum
* Yöneliş (konum)
* Alan kuvvetleri
* Mekan
KAVRAMSAL ÖGELER
* Nokta
* Çizgi
* Düzlem
* Hacim
GÖRSEL ÖGELER
* Biçim
* Ölçü
* Renk
* Doku
GÖRSEL TASARIM ÖGELERİ (RESİMDE GÖRSEL ÖGELER)
* Nokta
* Çizgi
* Renk
* Doku
* Boyut
* Biçim
* Yüzey
Tasarım ögeleri iki ve üç boyutlu çalışmalarda kavramsal ögelerin yardımıyla
algılanması sonucu anlam kazanır, iki boyutlu bir çalışmada ögelerin
düzenlenmesi, organizasyonu, ilgili düzlemin uzunluğu ve genişliği üzerinde
meydana gelir. Esas amaç düzeni ve uyumu sağlamak ve görsel ilgiyi ve anlamı
ifade etmektir. Bu yaratıcı süreç, çizim teknikleri, baskı, boya, fotoğraf, tüm
iletişim araçları ile ifade kazanır.
ZITLIK
Sözcük anlamıyla zıtlık; karşıtlık, karşıt olma, çelişki olarak ele
alınmaktadır. Kontrast - karşıtlık kavramını geniş kapsamları ile ele
aldığımızda ise evrende her şeyin karşıtlıklar dengesi içinde oluştuğunu
görürüz. Bu sosyal yapıda da biçimsel yapıda da böyledir ve zıtlık yoksa hareket
yoktur, varlık yoktur, süreç yoktur. Sanat açısından değerli görülen her yapıtta
kuşkusuz çok iyi çözümlenmiş kontrast bir denge vardır. Bir şeyin
değerlendirilmesinde karşıtlıklar daima ön plandadır. Zıtlıkta denge kurulması
bir çok şeyi çözümleyecektir. Çünkü görsel anlamda en önemli belirleyici özellik
zıtlık kavramındadır. Bu karşıtlığın boyutu bireye göre değişir. Bazılarında
şiddetli, bazılarında yumuşak olabilir.
Ölçü zıtlığı, aralık zıtlığı, renk zıtlığı, doku zıtlığı, biçim, üslup
zıtlıkları ilgi topladığı ve canlılık yarattığı için önemlidir. Örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Uzun - kısa, kalın - ince, dar - geniş, yuvarlak - köşeli,
sert - yumuşak, mat - parlak, kuru - ıslak, hafif - ağır, siyah - beyaz vs.
Zıtlık konusundaki uygulamalarda ; resim ve fotoğraflardan yararlanılarak anlam
bağlamında zıtlık yaratacak bir yapıt üretilebilir.
Anlam yanında biçimsel bağlamda zıtlık kavramında yaralanılarak çalışma
yapılabilir.
Zıt malzemeler birlikte kullanılarak çalışılabilir vs.
Zıtlık kavramından örnekler; Degas, Matisse, G. Balla, L.W.ing - tong
(fotoğraf), D. Lange (fotoğraf)
EGEMENLİK / ODAK NOKTASI
Bir kompozisyonda kullanılan ögelerden birinin ya da bir grubun diğer ögelere
göre ölçü, değer, renk, doku bakımından üstünlük sağlamasıdır. Her türlü
egemenlik zıtlıkla sağlanır. Tasarımın esas düşmanı yeknesaklıktır. Gözlemcinin
bir tasarıma ilgi uyandırabilmesi için hayal gücünü kurcalaması gerekir. Amaç
dikkat çekmek ve bakan bireyde haz uyandıran bir düzenleme sağlamaktır. Bu bir
kompozisyonda odak noktasının oluşturulmasını sağlamakla gerçekleştirilir. Son
derece saf, soyut düzenlemelerde bile odak noktası bakan bireyin dikkatini
çekecek; görsel heyecan uyandıracaktır. Birden fazla odak noktası, bir öge
diğerinden ayrılırsa oluşur diyebiliriz.
* Ögelerin çoğu düşey olduğunda yatay formların bir kaçı düzeni keserse odak
noktası oluşur.
* Ögelerin çoğu yaklaşık aynı ölçüde ve biri oldukça büyük ise bu öge görsel
olarak önem kazanır.
* Ayırım yardımıyla odak noktasının oluşturulması; bu oluşum zıtlıkla, şiddet
oluşturma diye de tanımlanabilir.
* Yerleştirme yardımıyla
* Beklenmeyen, ilginç ögeler dikkat çekerler.
* Ölçü büyüklüğü
- Renk yoğunluğu
- Doku yoğunluğu
Her yapıt bir dominant noktaya sahiptir genellikle.
DENGE
Denge değişik ölçüler arasında aranmalıdır. Resimde dengeyi dikey ve yatay
çizgiler kurar. Denge salt çizgilerle değil, açık - koyu zıtlığıyla da
verilebilir. Başarılı bir düzenlemede kullanılan ögeler birbirleriyle
karşılaştırıldıklarından genelde bir denge hissedilmiştir. Bu denge biçim, yön,
ölçü, aralık, doku, renk ile sağlanabilir. Görsel ağırlıkları olan ögelerin eşit
dağılımının bir türü olan denge, tasarım ilkelerinden biridir. Denge zıtlıkla
koşulludur adeta. Yeryüzündeki her şey zıtlıklar dengesine dayalıdır. İnsanın
yaşamı ve kendisi dengeye dayalıdır. Dengesizlik her şeyi altüst edebilir. Çünkü
dengesizlik bozukluk, yanlışlık demektir. Görsel uyarıcılık dengedeki doğruluk
yada rahatsız edicilik sonucu oluşur. Gerek görsel gerek devinimsel gerekse
sessel anlatımda dengenin sağlamlığı söz konusudur. Denge, formda, renkte,
harekette, açık - koyuda kendini gösterir. İki boyutlu düzenlemeye ait dengede
daima ifadeyi sağ ve sol olarak ya da alt ve üst olarak iki bölüme ayıran düşey
ve yatay eksen aranır. Denge simetrik (bakışık) ve asimetrik denge (bakışımsız)
olarak ikiye ayrılır.
Simetrik denge, bir eksene göre ögelerin aynı durumda tekrar etmesiyle oluşur.
İnsan vücudunun doğal olarak simetrik dengeye sahip olması sanat gücünü - bilinç
altında - o yönde etkilemiştir. Kesin kararlı oturmuş bir kompozisyonu
oluşturur. Ancak fazla ilgi uyandırmaz.
Asimetrik denge, eşit yada eşit olmayan görsel ağırlıktaki ve çekicilikteki
ögelerin düzenlenmesiyle oluşturulur. İlgi çekici olması yönünden kompozisyon
daha başarılı olur. Anlatımı oluşturan elemanların, benzerlik, zıtlık, üslup,
uygunluk ilişkileriyle renk, biçim, hareket, açık - koyu ile oluşan denge,
asimetrik dengeyi oluşturur.
RİTM
Sanatta, plastik elemanların değişen uyumlu tekrarıdır. Ritm, bir sanat
yapıtıyla aramızda psiko - fizyolojik anlaşma yaratmak için yinelen devinimler
düzenidir. Bir sanat yapıtında hareketler önce duyuları sonra bünyemizi etkiler
ve insan tümüyle bu hareketlere katılır Yapıttaki devinimlerin izleyicideki bu
yinelenmesi statiktir. Bunun için gözle görülmezler. Ama hareket düzeni bizi
fazla duygulandırırsa irkilme,yüzünün buruşması yada yüz ve bedenin gevşemesi
görülür. Psiko - fizyolojik anlaşma ancak hakim devinimlerle, kontrast
devinimlerin düzeniyle sağlanabilir. Rahat, uyuşumlu bir düzen yaratabilmek için
hakim devinimlerle karşıt devinimler arasında dikkati çekecek kadar bir farkın
gözetilmesi gerekir. Bunları uygulama oranları sanatçıdan sanatçıya ve
sanatçıların vermek istediği havaya göre değişir. Kontrast devinimlerle hakim
devinimlerin oranı farklı olmalıdır. Ritmin Yapıtlarda dayandığı
temel;harekettir. Yapıtlarda ışık, gölge, yarı gölge değişimleri devinimi
oluştururlar. Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişikliği resme hareket
kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler durgunluk, eğik ve kavisli
çizgilerde hareket yaratır.
Devinim ikiye ayrılır.
1 - Doğal devinim (Örn: Yontunun kendi hareketi)
2 - Plastik devinim (Kitlelerin üç boyutlu bir düzeyde yarattığı ışık - gölge
kontrastlarından doğar.)
Koyu - açık - orta valörlerin yarattığı yön kontrastı, rengin yön kontrastı,
yatay, dikey parçalar, zıt kontrastlar devinimi oluşturur. Ritm, çeşitli
yönlerde, çeşitli büyüklükte yinelen dominant devinimlerin birbirleriyle
kontrast uyuşumudur. Bir yapıtta çoğunlukta olan devinimlere '' dominant
devinimler '' denir. Bu devinimler birbirinin benzeri ya da aynı
karakterdedirler. Kontrast devinimler bunlardan tüm ayrı yapıdadır. Doğada da
ritm vardır.
Mimari ve heykel gibi üç boyutlu sanatlarda kitlelerin üç boyut üzerindeki yön
kontrastları ve bunlarla ilgili üç boyut üzerindeki ışık, gölge, yarı gölge
kontrastlarından doğar. Mimaride dolu kısımlarla (duvarlar v.b.) boş kısımlar
(pencereler, kapılar v.b.) ve madde değişiklikleriyle sağlanmış koyu açık
düzeyler devinimi oluştururlar.
Heykelde, hacim öğelerinin, ışık - gölge ilişkileriyle, çevre boşluğuna
rastlayan doğanın hareket öğesi olarak düşünülmesi gerekmektedir. Resimde de
devinim yine ''Yön kontrastı'' temeline dayanır. Koyu - açık - orta tonların
yarattığı yön kontrastı devinim sağlar. Renk kontrastı ile de devinim sağlanır.
Yatay ve dikey biçimlerde devinimi oluşturan unsurlardır. (Ton kontrastı, renk
kontrastı, iç hareket, biçim kontrastı)
Sonuç olarak ritm; renk, açık - koyu, ögelerin birbiriyle ilişkileri, dolu - boş
kısımlar ve bunların çevre ilişkileri, hakim ve kontrast elemanlar, gölge - yarı
gölge - açık durumlar, devinimlerin yükselme - alçalma hızlarının üzerimizdeki
etkileridir.
Resimde kompozisyonu oluşturan diğer araçlara gelince; bir biçim kendi içinde
parçalandığı gibi değişik biçimde de parçalanabilir. Ne kadar çok parça varsa
her parça diğerini yardıma çağırır. Parçalamak demek bir biçimde olan ağır
görevi yan parçalara ayırmak demektir. Sıralama ise; ritmik bir şekilde
olmalıdır. Aynı biçimler sıralandığı gibi ayrı biçimler de sıralanabilir.
Toplama da, birbirine benzeyen ya da benzemeyen biçimlerin bir arada toplanması
söz konusudur. Tabakalaşma; resme derinlik kazandırır. Renkler ve biçimler
tabakalaşmayı sağlar. (uzaktaki biçimlerin açık, yakın renklerin koyu olması
gibi). Titreşim; biçimlerin ve renklerin titreşmesidir.(Empresyonizm)
Merkezileştirme; Rönesans kompozisyonun özelliğidir. Refakat etme; aynı biçim ve
renklerin küçüklüğü ve büyüklüğü ayrı biçimlerde olabilir. Ana devinime bir yan
devinim refakat edebilir. Renk de olabilir. Serpilme - dağılma; aynı ve ayrı
biçimlerin ayrı ya da aynı şekilde dağılışıdır. Dağılış içten dışa olduğu gibi
dıştan içe de olabilir.
Ana ve yan devinimler, döndürme ve devinimleştirme, büyütme ve küçültme, ters
görüntü, parmaklık, sayıların oranları, transfer, simetri vs. gibi vasıtalarda
resimde kompozisyonu oluştururlar.
ŞEKİL - ZEMİN ANLATIMLARI
Görsel tasarım ögeleri, görsel ilkeler yardımıyla yüzeysel ya da hacimsel olarak
düzenlenerek zemin ya da şekil anlatımları oluştururlar.
Zemin anlatımı; iki boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Geniş - berrak alanlarla,
* Benzer ölçüde tekrar çizimlerle,
* Bir kompozisyonda şekil anlatımı verecek şekilde güçlü etki yapan bölgelerden
arta kalan kısımlarla sağlanır.
Şekil anlatımı; üç boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Derinlikle
* Çizgisellikle
* Etkili çevre ya da güçlü çevre çizgileriyle sağlanır.
Derinlik; bir cismin üçüncü boyutunun yani kalınlığının anlaşılması,
hissedilmesi ile etkinlik kazanır. İki ya da üç boyutlu cisimler yan yana
durduklarında bize göre farklı uzaklıkta hissediliyorsa,bu biçimler ya da
cisimler derinlik ifadesi verebiliyor demektir.
- Örtme
- Saydamlık
- Ölçü derecelenmesi
Değer derecelenmesi; cisimlerin renkleri, değer farkları, parlaklık ve
matlıkları ya da dokuları derinlik ifadesi oluşturmada rol oynarlar.
* Sıcak renkli cisimler yakında,
* Soğuk renkli cisimler uzakta,
* Koyu tonlu cisimler yakında,
* Açık tonlu cisimler uzakta,
* Parlak cisimler yakında,
* Mat cisimler uzakta,
* Sert dokulu cisimler yakında,
* Yumuşak dokulu cisimler uzakta etki yaparlar.
Çizgisellik; Çizgi kalınlıkları farklı tutulursa derinlik anlatımı güçlenir.
Ölçü derecelenmesi görevi yaparak derinlik, anlatımının güçlenmesine katkıda
bulunur.
Etkili çevre; biçimler çevre çizgileri ile belirli hale gelirler. Çevre
çizgileri zayıf, ince ve az belirli olan cisimler gözde fazla etki yapmazlar,
daha uzakta algılanırlar. Derinlik etkisi bazı cisimlerin kenarlarını kuvvetli
çizgilerle çevirmekle sağlanır. Şekil olarak algılanırlar.
Şekil - zemin ilişkisi; şekil - zemin ilişkilerinde şeklin zeminden net bir
şekilde ayıt edilmesi istenir. Buna şekil - zemin ilişkilerinde '' belirlilik ''
denir.
Şekil - zemin ilişkisinde üç esas vardır:
1 - Genellikle zemin daha basit olur ve şekilden daha geniş bir yer kaplar.
2 - Şekil ve zemin anlatımları arasındaki güç farkı ve diğer belirtiler
nedeniyle şekil anlatımı ya zemine bitişik ya da zeminden önde görülür.
3 - Uzaysal ya da üç boyutlu olarak etki yapabilen zeminler güçlü şekil
anlatımlarının arkasında yine iki boyutlu etki yaparlar.
Şekil - zemin arasındaki benzerlik, yakınlık, uygunluk, karakter birliği aranır.
Görsel algıda şeklin belirliliğini sağlayan etkiler:
Şekillerin; benzerliği, ölçüsü, yakınlık - uzaklık derecesi, ana formlar,
kapanma, devamlılık (ritm) dir.
FOTOĞRAFTA KOMPOZİSYON
Aslında görsellik açısından malzeme farklılığı dışında kompoze kuralları da,
ilkeleri de diğer çalışmalarla - resimle aynı özellikler taşımaktadır. Ayrıntıda
tasarlayan , gören beyne fotoğraf tekniğinin olabildiğince katkısı ya da
belirleyici anlamı vardır bir şekilde.
Konuyu, fotoğraf karesi içinde belli bir ışıkta, görsel düzenleme ilkeleriyle
gerçekleştirmek fotoğrafta kompozisyonu oluşturur. Bunun için bakış noktası,
mesafe önemlidir. Buna göre de uygun makinanın, objektifin kullanımı gereklidir.
Ayrıca fotoğrafı belirlerken yatay ya da düşey olmasına da karar vermek gerekir.
Kullanılan malzeme ve teknik amaca hitap edebilmelidir. Seçilen konunun,
görüntünün tercih edilen boyutta yerleştirilmesi kişisel ayrıcalıkları
beraberinde getirmesi açısından önemlidir. Ama bu yerleşim yine de tam bir
reçete ya da motomat matematiksel parçalanmaya dayanmasa da bazı prensiplerle
gerçekleştirilmesi estetik hazzın, felsefenin oluşmasını sağlar. Kompozisyonun
açık ya da kapalı olması kişisel tercih, özellik nedenidir.Kapalı kompozisyon
çerçeve içinde başlayıp biten kompozisyondur. Hiçbir hareket ya da biçim çerçeve
dışında devam etmez. Açık kompozisyon ise çerçeve dışında devam edecek,
izleyicide böyle bir etki bırakacak nitelikte olan düzenlemedir. Konu çerçeveyle
sınırlı değildir. Sanatsal anlamda yerleşim tavrı bireysel özellikler taşısa
bile ilkeler, farklı çalışmalarda aynıdır.
Fotoğrafta kullanılan teknikler, bireysel ayrıcalığın göstergesidir. Bazılarında
leke, gren, çizgi, renkli ya da siyah - beyaz tercih edilendir. Bazılarında
netlik, bazılarında fluluk ön plandadır. Resimde de böyle değil midir? Salt
değişen malzeme , tekniktir. Tasarlayan hepsinde de insan... Fotoğraf,
düzenlenen çekimleri bir kenara koyarsak bir anı tespit etmek olduğuna göre
kompozisyon bu anın içine sığdırılmış olandır. Ya tasarlanacaktır ya da
seçilecektir.
Konunun uzağında ya da yakınında olmak, mesele bu işte , bakış açısı - mesafesi.
Ne olursa olsun fotoğraf aynen yinelemek değildir hiçbir zaman...
Fotoğraf çekerken amaç ne olmalı, bu önemlidir. Ayrıntı istiyorsanız ışık ona
göre ayarlanır. Leke istiyorsanız ona göre... Burada belirleyici olan, hangi tip
makine kullanırsanız kullanın insandır. Ayrıca kullanılan malzemenin kalitesini
de yadsınamaz. Banyonun temiz, taze olmasına kadar. Sonuç olarak, konu seçimi ve
anlatım tarzını bireysel ayrıcalıklar belirler. İşte yaratıcılık buradadır.
Burada çekim ve karanlık oda tekniklerine girmeyeceğim. Fotoğraf adına
hazırlanan kitaplarda bu konular ayrıntılarıyla var. Beni, bize sunulan tarafı
ilgilendirdiği için tıpkı bir resmi, kağıda , tuvale vs. ye geçirirken
duyulanların fotoğraf içinde geçerli olduğu yönündedir. Bunlardan kısaca
bahsedeceğim tekrar olmamasına dikkat ederek. Bence fotoğrafla ilgilenenlerin
çok iyi sanat tarihi bilmeleri, resmi incelemeleri gerekir. (Resimde kompozisyon
konusu daha detaylı verilmiştir.)
Zıtlık, fotoğrafta canlılık, değişiklik ve ilgi çekiciliği sağlar. Aydınlık -
karanlık, dikey - yatay,düz - eğri, bütün - parça, sade - karmaşa, kesinlik -
belirsizlik vb. gibi.. (Ayrıntı ZITLIK başlığında verilmiştir.) aynı şekilde
simetrik değil de asimetrik çalışmalar, çekimler fotoğrafta hareketi
sağlayacaktır. Tabii her kavram beraberinde dengeyi de getirmelidir, sağlam bir
düzenleme adına. Sadelik her an aranan , dikkat dağıtmayan unsurların başında
gelir. Fotoğrafta ç biçimlerin belirgin olmasıyla ilintili olduğu için netlik
olarak tanımlanabilir. Mesajı verilecek biçimlerin ya da ön plana çıkmasını
istediğimizin belirgin ayrıntının flu olması gibi. Fotoğrafta belirtme,
sadeleştirme ve ayıklama temel olabilir.
1 - ÇİZGİSEL VE GÖLGESEL
Çizgisel çalışmalarda nesnenin maddesel kavranışından bir şey vardır aynı
zamanda sınırlanmasından kontursal yapısından bir gösterge vardır ve dokunma
duyusuna dayanır. Gölgesel çalışma ise lekelerden oluşur ve bu lekesellik göze
hitap eder. Bu, görsel bir duyumdur. Anlamak için gerçekleştirilen dokunsallık
zaman içinde yerini görselliğe bırakmıştır. Dünyadaki değişim ve gelişim yeni
ilgileri, bilgileri ve güzellikleri doğurmuştur.
16.yy da düzgün, devamlılık gösteren çevre çizgisi 17.yy da yerini kesik çizgiye
bırakır ve bu kesik çizgi, değişen, süregelen nesnelerin betimlenmesini sağlayan
farklı bir görev olarak yerini alır. Kesik çizgilerin belirlediği gölgesel
üslupta, yüzeylerin yumuşaklık, katılık, düzgünlük - pürüzlülük, gibi
nitelikleri de belirtilir. Bu iki üslubun çok iyi çözümlerini resimlerde de
görürüz. Örneğin çizgisel üsluptaki bir çalışmada ağaçların yaprakları teker
teker işlenmiştir. Gölgesel üsluptaki bir çalışmada ise ağaçların yaprakları
kalem vuruşlarıyla belirtilmiş daha lekesel bir tarzla hangi cins ağaç oldukları
ve yaprakların kıpırtıları verilmiştir.
Çizgisel boya resminde renkler birbiriyle ilişkisi olmayan bağımsız tavır
içindedirler. Özgürdürler. Gölgesel boya resminde ise renkler genel bir fonda
birbiriyle ilişkilendirilmiş izlenimi verirler ve renk sanki gizemli bir
delikten gelir yada fışkırır ve yine lekesellik söz konusudur ve aynı zamanda da
devamlılık .
Çizgisel üslupta renk, kalımlı bir eleman olarak ele alınmıştır. Gölgesel
üslupta ise görüntüdeki değişmeler amaçlanmıştır. Bu yüzden de tek renkli bir
cisim, görüntüdeki yansımalar nedeniyle çeşitli renklere çalar. 19.yy daki
izlenimcilik, rengin bu kullanılışını Baroktan daha ileri götürür.
Rengin bu özelliği Rönesans'ta da biliniyordu. Örneğin Leonardo, gölgelerde
tamamlayıcı renklerin görüldüğünü saptamış. Alberti, yeşil bir çayırda yürüyen
bir adamın yüzünün yeşile döndüğünü gözlemlemişti. Ama bu sanatçılar, bu
gerçeklerin resimle bir alışverişi olmadığını düşünüyorlardı. Bu da doğa
gözlemlerinin üslup üzerine ne denli az etki yaptığını, son yargıyı yine de
dekoratif esasların beğeni kanısının verdiğini gösterir. Gözlemden ziyade o
zamanın bilgisi, görgüsü, tekniği söz konusuydu yaşama geçen.
Yontu da resimle birlikte değişmiştir. Klasik yontuda sınırlı, elle tutulabilir
değerler vardır, yapıt kapalı bir bütünlük gösterir ve ışıklar, gölgeler plastik
biçime bağlı değildirler, yüzeylerin üzerinde oynaşırlar. Barok etin
yumuşaklığını, ipeğin parıltısını da verir.
Mimaride de bu olgular görülür. Mimari, kuşkusuz resimde aynı koşulda değildir
ama, dinginlik - devinimlilik, sadelik - karmaşıklık, parçaların bağımsızlığı -
parçaların bir bütüne girişi gibi fenomenler yapı sanatında da söz konusudur ve
bunlar yapı sanatının çizgisel ve gölgesel üsluplarını belirler. Barok sanatı
19.yy ın başlarında Yeni Klasizm'le yeniden sadeliğe döner. Bu yeni klasik
yapıtlar, Baroğun son noktası olan Rokoko'nun yüceleştirdiği göz sanatına karşı
bir protestodur ve bu dönemde Gölgesel'in tüm büyüsü ''soysuz sanat'' diye bir
kenara itiliver.
2 - DÜZLEM VE DERİNLİK
Leonardo'nun "Son Akşam yemeği" resmi düzlem üslubunun en büyük örneğidir.
Bu resimde bireyler önde bir düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Arka planı
olan resimlerde de arka plandaki bireyler ve nesneler ön plandaki düzleme
paralel bir arka düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Düzlem üslubunun en tipik
örneklerini Raffael,Dürer,Holbein vermişlerdir.
Düzlem düzenleme ilkesi 17.yy da yerini derinlemesine düzenleme ilkesine
bırakır, bireyler ve nesneler arasında yana doğru değil derinliğe doğru
bağıntılar kurulur. Bunlar hep bilinçli olarak yapılmışlardır; birinden bıkılıp
ötekine geçilmemiştir. Sadece anlayışlar değişmiştir. Bu üslupların hiçbiri
ötekine üstün sayılmazlar. Barok üslubunun en tipik örneklerini de Rembrandt,
Rubens, Hals, Vermeer, Velasques vermişlerdir.
Düzlem üslupta renkler dingin bir yolda derecelenirler. Derinleme üslupta ise
keskin ışık karşıtlarına canlı renklere dayanan bir derinlik görülür. Giderek
aşırı büyüklükte ön planlar motifiyle, uzaktaki nesneleri daha da küçük
göstermek yoluyla sonsuz derinlikler elde edilmiştir. Düzlem üslubunun ortadan
kalkma süreci, düzgün çizginin değerini yitirme süreciyle paraleldir.
Yontuda da durum aynıdır.16.yy da biçimler bir katmanda toplanırlar, plastik
zenginlik vardır yön karşıtlıkları daha belirlidir ve tüm görünüş, salt düzlem
resim gibi dingindir.17.yy da ise kesişen, birbirini örten motiflerle ön ve arka
planlar arasında bağıntılar kurulmuştur, yontuya bir devinim kazandırılmıştır.
Barok sanatçılar düzlem üslubunu tanımadıkları için değil, görmenin genel
gelişimi ile bu yola girmişlerdir. Yeni Klasizm'le Barok üslubu sona erer.
Düzlem üslubu yeniden gelir. Barok üslubun en tipik örneklerini Bernini
vermiştir.
Klasik yapı cephesel güzelliğe dayanır ve bu dönemde yüzey güzelliği duygusu
önemlidir. Barokta ise derinlik duygusu önem kazanır; bunu verebilmek için de
yapının önüne çeşitli basamaklı yüksek merdivenler konur, öndeki avlu meydan
haline getirilir, yapıyı verevlemesine görebilmek için meydana girişler
yanlardan açılır. Yapıda ayrıca, gözü uzaklara kaydıracak eğik düzlemler,
diklemesine bölümler düşünülür. Yapıların süslemeleri de birbirini örten ve
derinlik veren bir oluma getirilmiştir.
3 - KAPALI BİÇİM VE AÇIK BİÇİM
Kapalı biçimle söylenmek istenen, resmi inşacı araçlarla kendi içinde sınırlı
bir görüntü haline getiren, her yanı hep kendisini belirleyen kapalı bir betim,
açık biçimle de her yanı kendi dışını belirleyen, sınırsız görünmek isteyen ama
yine de gizli bir sınırlama duygusu veren bir betimdir. 16.yy da yataylar ve
düşeyler resme egemendirler, resimler merkezde bulunan bir eksenin çevresinde
düzenlenmişlerdir. 17.yy da ise yataylar, düşeyler inşacı güçlerini yitirirler,
resimlerde serbest bir düzen görülür. Resim çerçeveden dışarı çıkar, görülebilen
dünyanın rasgele bir parçası haline gelir. Söz konusu olan açık kompozisyondur.
Klasikteki karşıt renkler barokta önemini yitirir, renk ve ışık resme öyle
dağıtılır ki, resimde bir doygunluk durumu değil bir gerilim elde edilir. Işık
yada parlak bir renk resmin bir köşesine konur, böylece resimde dış merkezli bir
düzen sağlanır. Kuşkusuz Barokta da bir yasalılık vardır - olmasaydı ritm
olmazdı - ama bu apayrı yolda bir yasalılıktır, güzellik sınırlı da değil
sınırsız da, sonsuzluktadır.Yontuda da durum aynıdır. Klasik yontunun inşacı
değerleri, yerini eğiklere bırakır ve yontu duvardan nişten fırlayan bir
devinimliliğe kavuşur. Hele Rokoko'da yontu hiçbir yerle ilişkisi olmadan tek
başına yaşar. Yapı sanatında kapalı biçim zorunludur. Burada ancak süslemelerin
daha bağımsız olması söz konusudur. Bununla birlikte Barok yapıda oranlar
değişmiş, dikdörtgenin Altın kesit ölçülerinden kaçmak için beşgen yapılar
yapılmıştır. Barok, akıcı biçimleriyle geç Gotik'i andırır ve gotikteki
yumuşama, Barokta daha ileriye götürülür. Rokoko'dan sonra yapı sanatı yeniden
klasiğe döner.
4 - ÇOKLUK - BİRLİK
Klasik üslupta birlik önemlidir ama birbiriyle eklenmiş bölükler başlı başına da
kendilerini anlatırlar. Barokta ise sanatçılar belli bir temel motife
bağlanırlar, geri kalanları ona alt sayarlar. Gerçi Barok düzenlemede de tümün
içinden tek tek biçimler yükselirler ama bu biçimlerin tek olarak ele
alınabilecek bir yanları yoktur. Barokta ana motif olanca gücüyle belirtilir.
Barokta ışık klasikte olduğu gibi tek tek noktalara yayılmaz, bir yada birkaç
yerde toplanır. Bu ışık, herhangi plastik bir biçimi kaplamaz; tersine,
biçimlerin üzerinden geçer, nesnelerle oynar. Barokta renk de, Klasikte olduğu
gibi karşıtların bir dengesi değildir. Önce vurgulu bir tek renklilik görülür
sonra hem vurgulu hem renkli olmanın yolu bulunur. Eşit olarak üleştirilmiş
renklerin yerini, tek tek ikili üçlü yada dörtlü renkler alır; resim belli bir
tonaliteye göre ayarlanır. Rengin etki yoğunluğunu arttırmak için de katkısız
renk, ayrı renklerle yada ne olduğu belirsiz renklerle ortaya çıkarılır. Klasik
yontuda bölümler birbirine karşıttır ve tüm, hiçbir parçanın değiştirilemeyeceği
bir yapı niteliği kazanmıştır. Barok yontuda ise biçimler arasındaki düşünsel
bağıntılar kaldırılmış, yapıtın tümü geniş ve biteviye bir devinime kavuşmuştur.
Klasik yapıda güzel parçalar bir uyum içinde birleşirler ama, yine de her biri
bağımsız olarak yaşar. Barok yapıda ise çokluk, daha büyük ve tümü saran
motiflerle önlenir; yapının yüzü, kavranamayacak ölçüde bir devinimlilik
kazanır. Michalengelo Klasikten Baroğa geçişin temsilcisidir.
5 - BELİRLİLİK VE BELİRSİZLİK
Klasik sanatta güzellik, biçimin hiç eksiksiz olarak betimlenmesine bağlıdır.
Barokta ise sanatçı, maddesel gerçekliği vermek istediği yerde bile salt
belirlilikten uzaklaşır. Bunun nedeni kesin bir belirlilikten hoşlanmayan bir
beğeninin gelişmiş olmasıdır. Göz yarı bellinin güzelliğini bulunca, ilk kez
devinimin betimlenmesi olanaklı bir hale geldi. (Dönen bir tekerleğin görünümü
gibi.) Devinim ve izlenim doğal olarak bir çeşit belirsizlik ister.
Klasik; konuyu tümüyle verir, her biçim kendisi için en tipik yolda görünmeye
zorlanır, tek motifler anlamlı karşıtlıklar içinde geliştirilirler. Barok ise
izleyicinin kestirebileceği yerlerde bir şey söylemek istemez, devinimli
görüntülere önem verir.
Klasikte ışık, nesnel bir düzenleyicidir, keskin karşıtlıkları belirtir. Barokta
ise ışık, hiçbir plastik motife bağlı olmadan, şurada, enlemesine yere
konuverir. Bunda biçimle bir çelişme de görülmez. Klasikte karanlıkta kalan
biçimler betimlenirken oldukları gibi görünürler, Barokta ise biçimler genel bir
karanlık içinde erirler. Beğeni, bu erimeyi güzelleştirecek ölçüde gelişmiştir
ve biçimler bir büyü ile sarılırlar. İnsan resimlerinde de durum aynıdır.
Rembrandt bu tür resimlerin en büyük örneklerini vermiştir.
Klasik resimde renk, maddesel varlıkları belirtmekle görevlidir. Barokta ise
renk, kendi başına bir yaşama kavuşur. Resmin köşesine atılmış bir kırmızı
manto, bir manto değil kızıl bir kordur. 19.yy da resim tamamıyla nesnel bir
betimlemeye dönünce, Barok üstüne yıkıcı yargılar ileri sürülmüş, bu tür
yapıtlara özenticilik (Manierizm) damgası vurulmuştur.
Klasik yapıda da aynıyla salt bellilik vardır. Ne ki duvarlardaki, eklemlerdeki,
çatıdaki taşıyıcı yada taşınan tüm elemanlardaki bu bellilik giderek donuk ve
cansız şeyler olarak görünmeye başlar ve ilke değiştirilir. Barok, güzelliği ve
canlılığı, yapının görünüşündeki sona ermemişlikle, izleyiciye süresiz yeni
görüler sunan sonsuz oluş halinde bulur. Barok ayrıca bir biçimin ötekini
örtmesinden, kesmesinden, bu örtüşme ve kesişmelerden meydana gelen belirsiz,
karışık görünülerden hoşlanır. Barokta süsler de bir belirsizlik içindedirler.
Süsler en ince ayrıntılarına dek görülmez, göz, ana noktaları kavrar, arada
belirsiz alanlar kalır. ''Arı'' biçim, Yeni Klasizm'le yeniden canlanmıştır.
Sanat, özellikle göz sanatları, biçim ve anlatımdan oluşan iki yanlı uğraşır.
Kaynak
Tülay Çellek
Öğretim Görevlisi
Sanat Tarihinin Temel Kavramları Heinrich Wölfflin - Yeni Resim - İş Dersleri
Özet - İsmail Altınok