Kalkavan Filmin (Zeki Kalkavan) yapımcılığında, Çetin İnanç’ın senaryosunu
yazdığı ve yönettiği, Cüneyt Arkın ve Meral Orhonsay’ın başrolünde olduğu bir
film var: En Büyük Yumruk, 1983 yılında, yani bundan tam otuz yıl önce yapılmış.
Bu filmi Bursa’daki Olay TV göstermiş, RTÜK ise “filmdeki sevişme sahneleri
duygusal boyutundan arındırılmış, filmin birçok sahnesinde cinsellik olgusu
yoğun biçimde yer almaktadır. Çıplaklığın sıklıkla ortaya koyulduğu kaba
cinselliğin yapım boyunca devam ettiği görülmektedir. Birçok sahnede, kadınların
mahrem sayılabilecek uzuv ve organları, seyirlik malzeme halinde görsel bir meta
gibi sunulmaktadır. Cinsellik ikonografisinin filmin birçok sahnesine hâkim
olduğu, duygusal boyutundan arındırılmış sevişme sahnelerinin sunulduğu
görülmüştür. Striptiz denilen cinsel gösteri niteliğindeki görsel ikonografik
öğelerle zevk yaşayan gençlerin deneyimlerinin, bir tür öykü yumağı içinde
sunulduğu görülmüştür’’ RTÜK üyeleri filmi, “Çocuk ve gençlerin fiziksel,
zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar verebilecek nitelikte’’ buldu ve Olay
TV’ye uyarı cezası verdi, benzeri durumda ise para cezası verilecek.
İlginç bir haber değil mi? Öyleyse AKP ile ne ilgisi var? Tam da buradan
başlayalım, yani Bakanlık desteklerinden.
Yaklaşık bir yıl önce, Sinema Genel Müdürü açıklama yaptı: “Eskiden Malkoçoğlu
gibi filmler vardı, gençlerimiz bu filmlerden tarih öğrenirdi, artık gişe
yapmayan halktan kopuk filmlere destek vermeyeceğiz…”
Hemen ardından sinemacılar ortak bir imza ile beyanata tepki gösterdiler, o
zamanki bakan Günay “keşke bana haber verseydiniz, kamuoyuna duyurmadan önce,
benim haberim olmamıştı, bir değişiklik yok” diyerek sinemacılara haber
gönderdi. Oysa olan olmuştu, nitekim Bakanlık destekleri bugün için radikal
biçimde değişmiş bile denilebilir, zaten Bakan da değişti, örneğin en son
destekler sırasında “destek almayan filmlere verilen post-prodüksiyon desteği,
bütçe yetersizliği nedeniyle verilememiştir” Cem Erkul imzasıyla başvuranlara
gönderildi. Oysaki tek bir filme verilen en büyük destekte buna eşlik ediyordu.
Şimdi bu tekil iki olguyu bütünleyecek teorik arka plana bakalım: Malkoçoğlu’nun
paradoksuna yani.
Türkiye’de yapılan Malkoçoğlu, Tarkan, kısaca Bizans filmleri diyebileceğimiz
filmler de dâhil olmak üzere, bu tip filmler büyük oranda ergen erkekler için
yapılıyordu, 12-18 yaş arası erkeklerin bulunduğu yerde yeni kabaran cinsel
arzularla birlikte bu topluluğa filmler yapılırken cinselliğin kullanılması da,
bunun çiğ cinsellik olması da kaçınılmazdır.
Ciddi seyirci kitlesi vardı bu tür filmlerin, üstelik değişmeyen tipte
filmlerdi, aynı şeyi Hong Kong filmlerinde de görebilirsiniz, Karate filmlerinde
de, öylesine erkeklerin dünyasına seslenen filmler de çiğ bir kadın cinselliği
eksik olmaz. Yenilik olsun diye de kimi zaman bu filmlere sinema hileleri ile
kadın dövüşçüler de eklenir, nitekim En Büyük Yumruk da böyle bir film. Hatta
elbette içinde yabancı filmlerden çalınıp, filme eklenmiş sahneler de var
sanıyorum.
Peki, İran’da ne oldu?
İran’da Humeyni rejimi bunları kökten yasakladı, geçmişin Cüneyt Arkın benzeri
oyuncularına da sinema yasağı getirildi. Ama sonuçta kimse merak etmesin, bu tip
filmleri İran’da korsandan ya da internetten az genç seyretmiyor, yani ne
yapsalar da ortam bir türlü istenilen kadar steril olamadı, cinselliği ne kadar
bastırırsanız bastırın bir yerde bir şeylere toslarsınız.
70’indeki Freud’dan yaşamı tanımlamasını istemişler: Arbeiten und Lieben, demiş,
çalışmak ve aşk yani. Yaşamın özünde ve esasında var, yasakla çözemezsiniz.
Nitekim geçici evliliğin yasal hale getirildiği bir ülke İran, evleniyorsunuz ve
bunun süresi belli ve çok kısa, muhteşem yani. Hele şimdilerde Suriye için
cinsellik bazlı verilen fetvalar da ne kadar iştah açıcı, bu da muhteşem
elbette.
Bu tip en kısa adıyla Bizans filmleri ya da Cüneyt filmlerini son yıllarda en
çok hangi ulusal kanallar gösterdi: bakınız Kanal 7, Samanyolu… şu bu, elbette
kimi parçaları çıkarmışlardır, ama bir ara hangi esnafa gitsem, Cüneyt
oynuyordu.
Peki, sansür geri gelir mi?
Gerçek ve çok kısa bir yanıt: HİÇ GİTMEDİ Kİ!
Yeni Türkiye Sineması büyük oranda televizyonlardan sürgün edilmişse, bunun
nedenlerinden birisi sansürdür. Bakmayın reyting mazeretlerine, üstelik
televizyon gelirleri sinema için çok büyük bir kalemdir. Onun dışında
belediyelerin film tercihlerinde çok önem veriliyor, elbette seçim dönemlerinde
çok daha fazla bu hassasiyetlere uyuluyor, ulusal ikiyüzlülüğümüzün
örneklerinden birisi bu.
Sansürcü zihniyet öyledir ki yukarı tükürseniz bıyık, aşağı tükürseniz sakal,
daha kötüsü en katı kurallara uyan filmler çoğunlukla ikili bir paradoksla
karşılaşır:
1* Ya zaten seyredilmeye değmezdir, kimse tenezzül etmez, 2) ya da rejim için en
sakıncalıdır, bilinçli politik olarak yapılmıştır. Sansür demek ise, sadece
cinsellik hiçbir zaman olmadı, o vitrinin en gözde parçası sadece. Bugün için
sansürün en güçlü kontrol aracı iktisadi boyutta karşımıza çıkmaktadır.