Analog ve Sayısal TV Yayıncılığında Dünya ve Türkiye
Günümüz dünyasında haberleşme, iletişim ve yayıncılık alanında kullanılan
tekniklerde hızlı ve önemli gelişmeler yaşandı. Özellikle sayısal iletişim tekniği
kullanılarak yapılan radyo ve TV yayıncılığı, analog yayın sistemlerine göre ses
ve resim kalitesinin üstünlüğü yanında, çeşitli bilgilerin de eş zamanlı ve daha
ekonomik koşullarla program iletme olasılığı, gelişmiş ülkelerin bu konudaki
araştırmalarını derinleştirmeye sevk etmiştir. Başta Amerika, Almanya, ve
İngiltere olmak üzere bir çok ülkede yapılan araştırma ve saha denemeleri sonucunda 21.
yüzyılın yeni yayın sisteminin sayısal yayın sistemleri olacağını göstermiştir.
Türkiye’de 1985 sonrası hızla gelişen iletişim alt yapısındaki patlama,
Türkiye’nin radyo ve televizyon yayıncılığında da hızlı ve kapsamlı bir
gelişmeye yol açtı.
Nitekim önce renkli televizyon daha sonra 1990 yılından itibaren de özel
televizyonlarla tanıştık. Halkın büyük ilgisini çeken bu yenilikler, her zaman
olduğu gibi karmaşayla, tuhaflıklarla birlikte geldi. Devlet yasalara uymak adına özel
televizyonlar ve radyolara adeta savaş açmış, hükümetlerin bile bu durum
karşısında eli kolu bağlanmıştı. Bu süreç zarfında özel yayıncılık yapan kuruluşlarla yasa
yapanlar arasında kovalamacalar yaşandı. Şirketler kendilerini yabancı gösterip
yurt dışından yayın yapmaya başladılar. Buna engel olunamadığı içinde nihayet
yasalar kendini yenilemek zorunda kaldı. Özel televizyonların yayın yapmaya
başlamasından üç yıl sonra özel yayıncılıkla ilgili düzenlemeler yapmak zorunda
kalan hükümetler 3984 sayılı radyo ve TV yasasını çıkardı. Böylelikle özel radyo
ve TV’ler yasal statüye kavuşmuş oldu.
Türkiye özel radyo ve televizyonlara uyum sağlamaya çalışırken, dünya dijital
yayıncılığı tartışıyordu. Bu sistemde bir kanal üzerinden sayısal sinyaller
yoluyla yüzlerce farklı yayın yapılabiliyordu. Frekans sıkıntısı çeken kuruluşlar için
bu durum büyük bir fırsattı. Dijital yayıncılık, halen kullanılan analog
yayınlara karşı da mükemmel görüntü, CD kalitesinde ses olanağı ile büyük üstünlük sağlıyordu. Bu
yeniliğin Türkiye’ye gelmesi uzun sürmedi. Büyük yayın kuruluşları, dijital
yayıncılığa bir an önce başlamak için hazırlıklara giriştiler. Digitürk hazırlık
dönemini kısa bir sürede tamamlayıp Türkiye’nin ilk dijital yayın platform
şirketi oldu.
Daha sonra Star Dijital ve Cine Dijital kanalları kurulmaya başladı. RTÜK
devreye girerek dijital yayıncılığın yasa dışı olduğunu ve bu kanalların
kapanması gerektiğini açıkladı, savcılığa suç duyurusunda bulunmaya başladı. Dijital yayın
yapan kuruluşlar hakkında böylece soruşturmalar yapıldı. Aynı özel
televizyonların yayına başladığında olduğu gibi, dijital televizyon
yayıncılığında da teknoloji kazanan, yasalar da onu takip etmek zorunda kalan
bir mekanizma oldu.
Yayın sistemlerinde Avrupa ile entegrasyonun gerekliliği yanında bu teknolojinin
yayın kalitesi ve yayıncılığa getirdiği ekonomik çözümleri dikkate alan Üst
Kurul, yakın gelecekte ülkemizde de uygulamasına radyo ve televizyon sayısal
frekans planlarının hazırlanması ile ilgili çalışmalara başladı. Önceleri bir
iki ülkenin bir araya gelerek yürüttükleri bu çalışmalar İTÜ’nün gündemine alınmış ve
nihayet ilk uluslararası toplantı 1995 yılında Almanya’da ikincisi 1997 yılında
İngiltere’de yapıldı. Bu toplantılarda ülkelere sayısal radyo ve televizyon
yayınları için ayrılan frekans ve kanallar belirlendi. Bu maksatla Bilkent
Üniversitesi ile 28 Ağustos 1998 tarihinde yapılan bir protokolle çalışmalar başlatılmış, belirtilen
çalışmalara paralel olarak, ilgili Başbakanlık genelgesi çerçevesinde konuya
ilişkin kuruluşlarla yapılan toplantılarla sayısal konsept çalışma sonuçları Haberleşme
Yüksek Kurulu’na intikal ettirilmiştir. Sayısal frekans planlama çalışmaları
büyük ölçüde tamamlanmış, sayısal uydu, kablo ve karasal yayın için yönetmelik
çalışmaları RTÜK koordinasyonunda TK ve TRT tarafından hala yürütülmektedir.
Sayısal Televizyon Yayıncılığı Nedir?
Sayısal televizyon, yayıncılıkta yeni bir yöntemdir. Sayısal teknoloji
kullanılarak gerçekleştirilen bu yeni yayın yöntemi başta karasal yayıncılık
olmak üzere uydu,
kablolu TV, LMDS, MMDS ve MVDS yayıncılığında kullanılmaktadır. Günümüzde,
yayıncılık teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler, radyo ve televizyon
yayınlarının üretim ve iletiminin sayısal teknikle yapılabilmesinin yolunu açmış, bu
yayınlarla birlikte program ilintili veya ilintisiz sayısal ek yayın
hizmetlerinin ve etkileşimli yayıncılığın yapılabilmesini olanaklı hale getirmiştir. Bunun sonucunda
telekomünikasyon, bilişim ve yayıncılık arasındaki geleneksel ayrımların ortadan
kaldırılarak, her türlü hizmetin aynı iletişim ortamından sunulması olarak
tanımlanabilecek yakınlaşmanın fiili olarak gerçekleşme süreci başlamıştır.
Dolayısıyla, sayısallaşma ve yakınsama, iletişim sektörlerinin bir araya gelmesini
sağlayarak, iletişim ortamlarının bugüne kadar ki tariflerinin değişmesini ve
hatta kısa bir süre öncesine kadar var olmayan iletişim ortamlarının ortaya çıkmasını gündeme
getirmektedir.
Sayısal TV Yayın Teknolojileri
Sayısal televizyon yayıncılığını 4 ana başlık altında toplamak mümkündür:
uydudan, kablodan, vericilerden ve mobil ortamlarda gerçekleştirilen yayınlar.
Bu ortamlardan uydudan ve kablodan gerçekleştirilen yayınlarda aşağı yukarı dünyada
tek sistem kullanılmaktadır. Bunlar da; DVB-S (uydu) ve DVB-C
(kablo)’dur. Karasal (vericilerden) sayısal televizyon yayıncılığında ise 4
farklı sistem kullanılmaktadır.
DVB-T: Avrupa’da geliştirilen ve tüm Avrupa ülkeleri ile Avustralya, Singapur,
Hindistan gibi diğer ülkelerin kabul ettiği bir sistemdir. Ve ülkemizde bu
sistemi benimsemiş olup bu sistemle ilgili altyapı çalışmalarına başlamış TRT
öncülüğünde Ankara, İzmir ve İstanbul da test yayınlarına başlanmıştır.
ATSC (Advanced Television System Committee): ABD tarafından geliştirilen ve ABD,
Kanada, Arjantin, Tayvan, Güney Kore gibi diğer ülkelerde kabul edilen bir sistemdir.
ISDB-T (Integrated Services Digital Broadcasting) : Japonya tarafından
geliştirilmiş olan bir sistemdir. Sadece Japonya tarafından kullanılmaktadır.
DVB-H (DVB-Handheld): Cep telefonlarına veya cep TV-avuç içi- alıcılarına
yönelik TV yayını. Bu konuda halen testler yapılmaktadır. Buna karşın özellikle
Japonya ve Almanya’da uygulamalara başlanmıştır. Ülkemizde de bir an önce
uygulanması için gerekli çalışmalar yürütülmektedir.
Sayısal yayıncılık konusunda yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemiz Avrupa’nın
kabul ettiği DVB sistemini tercih etmiştir.
DVB-S: TRT’nin Türkiye, Avrupa, Amerika, Avustralya’ya yönelik uydu yayınları,
DVB-S formatında 1999 yılından beri gerçekleştirilmektedir.
DVB-C: Avrupa’da bir çok ülkede sayısal kablo TV sistemi üzerinden TRT-INT
yayınımız DVB-C formatında dağıtılmaktadır. Ülkemizde de Türksat AŞ tarafından
2006 yılı içinde sistem olarak yine DVB-C tercih edilmiş fakat sayısal kablo TV
yayınlarının başlatılması planlanmış olmasına rağmen hala yapılamamış
durumdadır.
Neden Sayısal (DVB-T) Yayıncılık?
Öncelikle yukarıda da belirttiğimiz gibi analog yayından daha kaliteli ses ve
görüntü sağlar. Diğer enterferans kaynaklarından daha az etkilenmesi nedeniyle
daha kaliteli yayın alma özelliği sayesinde, DVB-T yayınları hiç bozulmadan
iletilebilir ve kopyalanabilir. 1. kopyayla 100 kopya arasında görüntü kaybı
yoktur Kolay ve güvenli şifreleme tekniğine sahiptir. DVB-T’de ev ve işyerlerinde sabit
ve portatif alış olanağı, sağlamaktadır.
SFN (Tek Frekans Ağı) yayın sistemi sayesinde; birden çok verici aynı kanaldan
yayın yapabileceğinden, frekans spektrumundan büyük tasarruf sağlayarak
sinyallerin birbirlerini güçlendirmesi sayesinde şebekeye olumlu katkıda
bulunarak daha güçlü ve daha net yayın alma olanağı sağlamaktadır. Bir UHF yada
VHF kanalından analog yayında 1 TV program kanalı yayınlanabilirken, DVB-T’de bu
sayı 4-5 program kanalı yayınlama olanağı sağlamaktadır. Aynı kanal
içinde programla birlikte çeşitli veriler de iletilebilmekte, Elektronik Program
Rehberi (EPG), (MHP) Etkileşimli (Interactive) TV.
Daha az sayıda verici ile tahminen (4000-5000 adet) kapsamaların sağlanacağı ve
yine bugünkü güçlerin çok altında vericilerin kullanılacağı, dolayısıyla
manyetik alanların daha düşük seviyelere çekileceği de göz ardı edilmemelidir.
Kaliteli yayın yapılması ve diğer interaktif hizmetler sunması sebebiyle, Avrupa
ve dünyada frekans kullanımı yönünden benzeri olmayan ülkemize çok gerekli
ve yararlı olacağı, diğer ülkelerle birlikte hatta özel durumumuz nedeniyle çok
önce bu sisteme geçilmesi gereklidir.
DVB-T, hiçbir zaman kablo ve uydunun rakibi gibi görülmemelidir. Bu sistem diğer
yayın iletim sistemlerinin tamamlayıcısıdır. Alternatif yaratmaktadır.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda analog yayınlardaki sorunlar, frekans
karmaşası ve enterferans olayları ortadan kalkmış olacak, sayısal
yayıncılıkla radyo ve TV’ler için yeteri kadar frekans oluşturulmuş ve ülkemizde
ihaleye gerek kalmadan frekanslar halen yayında olan radyo ve TV’lere
paylaştırılarak, yıllardır kangrenleşen frekans planlaması yüzünden
yasallaşamayan radyo ve TV’ler de yasal kimliklerine kavuşmuş olacaklardır Bir
başka boyutu da radyo ve TV sistemleri ile bilgisayar ve telekomünikasyon sistemleri
birleştirelerek yani multimedya ve interaktif iletişim özelliklerini de DVB-T
teknolojisiyle birlikte kullanma olanağına sahip olacaklardır.
DVB-T’de kullanılacak frekanslar: Yukarıda da belirttiğim gibi 1997 yılında
Chester-İngiltere’de yapılan toplantıda, Avrupa Yayın Alanı’nda DVB-T için VHF
bandı (174-230 MHz) ile UHF (470-862 MHz) bandlarının tamamının
kullanılabileceği kararlaştırılmıştır. 2004 yılında başlayan ve 2006 yılının 14
Mayıs-17 Haziran tarihleri arasında yapılacak niha-i konferans ile sonuçlandırılacak toplantılar
ile birlikte; ITU tarafından, Avrupa ve Afrika Yayın Alanları’nda tüm VHF ve UHF
bandlarında Sayısal Karasal TV ve Radyo Frekans Planları’nın gerçekleştirileceği
frekanslar tespit edilerek yaklaşık 50 yıldır kullanılan analog TV frekans planı
olan Stockholm’61 anlaşmasının yerine geçecek sayısal planlar ortaya konulacaktır.
Ülkemizde de niha-i durumda VHF ve UHF bantlarının tamamı sayısal radyo ve
TV yayınları için kullanılacaktır.
DVB-H?
Uydudan ve kablodan TV yayınları sadece sabit ortamlarda (evlerde, işyerlerinde)
izlenebilirken, DVB-T;
- Araçlarda,
- Trenlerde,
- Metrolarda,
- Avuçiçi alıcılarla hareket halinde de izlenebilmektedir. Bu ortamlardaki
alıcılar; LCD ekranlı ve cep telefonu ile birlikte kombine olarak satılmaktadır.
DVB-H (DVB-Handheld)?
Bu amaçla üretilmiş cep telefonu ya da sadece mobil ortamlarda TV yayını izlemek
amacıyla üretilen TV alıcılarıdır. Bu sistemin standartları yayınlanmış, Nokia
öncülüğünde denemeler yapılırken, Ocak 2003’te Japonya DVB-T’yi DVB-H ile
birlikte başlatmıştır. Almanya’da yapılacak 2006 Dünya Kupası’nda stad
çevrelerinde DVB-H yayını yapılacaktır.
Vericileri 470-702 Mhz aralığında çalışacak ve 4k kodlama tekniğini
kullanacaktır.
DVB-H amaçlı ayrı vericiler kurulabileceği gibi, DVB-T amaçlı vericilerden
kapasite de tahsis edilerek yayın yapılabilir.
Avrupa’da yaygın uydu ve kablo kullanımı olan ülkelerde dahi vericilerden yayın
alma alışkanlığında olan bir kitle mevcuttur ve bu oran ülkemizde kablonun
yaygın olmamasından dolayı çok daha yüksektir. DVB-T/kablo TV ve uydunun evde
izlenme yönünden kıyaslanmasında; avantajları şu şekilde sıralamak mümkündür.
Uydu genellikle tek alıcılıdır, oturma odasında yada salonda bulunduğu için ve
dağıtımı da mümkün olmadığından alıcının bulunduğu yerde seyredilmesi
zorunludur.
Kablo TV’nin bölünerek dağıtıldığı, ancak kalite sorunu bulunduğu ve yaygın
olmadığından (yaklaşık 1 milyon hanede mevcut), çok fazla tercih edilmemektedir.
DVB-T’nin ise evin her yerinde (tüm odalarda, zemin katta vb.) sabit anten
(harici)/alıcının üstündeki antenden dahi izlenme imkanı vermesi nedeniyle bu
noktada da öne çıktığı, görülmektedir.
Türkiye’de sayısal dönüşüm stratejisi nasıl olabilir?
Halen yayında olan DVB-T deneme yayınları; Ankara, İstanbul ve İzmir illerinden
devam ettirilmeli, bu zaman zarfında da; DVB-T Frekans Planları hazırlanarak
kamu oyuna açıklanmalıdır.
Maliyetlerin daha düşük olabilmesi için kamu ve özel sektörün ortak verici
altyapısı kurma-işletme konusunda çalışmalar yapılarak ortak bir şirket
kurulmalı ve bütün altyapı çalışmaları bu şirket tarafından yapılmalı, yönetimin daha adil ve
objektif çalışabilmesi için de yayında olan tüm radyo ve TV istasyonları bu
şirkete ortak olmalı. Yönetim seçimle yapılmalıdır.
RTÜK’ün 2 Mart 2006 tarihli yönetmelik tadilatı sonrası yayıncılara geçici
frekans tahsisi yapılması ve ücretlerinin alınması çalışmaları ile ilgili
sonuçlar görüldükten sonra, sayısal yayın lisans sürelerinin ve fiyatlarının tesbit edilerek kamu
oyuna açıklanması.
Daha kısa sürede sayısal yayına geçebilmek için deneme yayınları yapılan 3 ile
ilaveten; HYK’da öngörülen 2007 yılında da bu sonuçlara göre HYK kararına
uygun olarak 13 ilde DVB-T düzenli yayınlarına geçilmesi süreci
hızlandırılmalıdır. Adana, Antalya, Bursa, Kocaeli, Gaziantep, Kayseri, Konya,
Diyarbakır, Erzurum ve Samsun illerinde de DVB-T’nin başlatılabilmesi için altyapı ve teçhizat temin
ve tesis işlemlerine başlanılmalı.
Deneme yayınları süresince, çeşitli ölçüm ve testlere ilaveten aşağıdaki
soruların yanıtlarını bulmak üzere, paralel çalışmaların başlatılması gerekmektedir:
DVB-T’ye geçiş hangi frekanslardan olacak?
DVB-T’ye frekans ihalesi neticesi yayın izni ve lisanslı mı geçilecek? Yoksa
mevcut yayıncılar paralel olarak DVB-T’ye mi aktarılacak?
Lisans süreleri, yeni yatırımlar düşünülerek, kaç yıl olmalı?
Yayıncılara frekans/kapasite tahsisi, ücretlendirme esasları belirlenmeli?
Multipleks operatörlüğü olacak mı? Operatörlere lisanslama yapılacak mı? (Multiplekslerde
yayın ve yayına dair veriler dışında telekomünikasyona dair unsurlara yer verilecek mi?)
Analog/sayısal simulcast yayın dönemi ne kadar sürecek, başka bir deyişle ASO tarihi ne olacak?
Şifresiz kanallar ve şifreli kanallar (ayrıca PPV) için kodlama yapıları ne
olacak ? (MPEG-2 ve MPEG-4)
HDTV ? Ne zaman, hangi ortamlardan yayın yapacak?
3984 sayılı yasanın gerek sayısal yayınlara gerekse de AB mevzuatına uygun
olarak yenilenmesi gerektiği düşünülmelidir. Bu konularda üniversitelerden, kamu
kurum/kuruluşlarından, üretici ve ithalatçı firmaların temsilcilerinden oluşan
komisyonlar kurulmalı ve ülke durumu ile yurt dışındaki örnekleri de incelenerek
birer rapor hazırlanmalı, ve bu raporlar doğrultusunda yasal düzenlemelerinin
yapılması sağlanmalıdır.
Analogdan sayısala geçişte yayıncılara sübvansiyon, teşvik vb. imkanlar
sağlanmalı, “Set Üstü Kutu”ların üretim, satımı ve teknik uyumluluklarına dair
düzenlemeler yapılmalı. Türkiye’de DVB-T verici ve/veya modülatör üretiminin
teşviki ve Türkiye de satış imkanları ve ihracat imkanları oluşturulmalı.
İnteraktif yapı olup olmayacağı, olacaksa da sistem tercihi (MHP/MHEG5), Türkiye ve
Avrupa’da hızla LCD ve plazma TV’ye yönelim var, bunların bir kısmı HDTV ve
DVB-T ye uyumlu, bir kısmı değil.Uygun olmayanların uygun hale getirilmesi için
gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına müteakip uygun hale getirilmesi
sağlanmalıdır.
Kısacası Türkiye de önümüzdeki 10 yılda sayısal yayıncılıkla ilgili gelişmeleri
ve öngörülerimi sizinle paylaşmaya çalıştım umarım faydalı olmuştur.
CUMHUR ÇATKAYA
Perşembe, Nisan 26, 2007
Türkiye'de Radyo-Televizyon Yayıncılığının Tarihsel Süreci
90'lı yıllar kurgu tarihinde önemli bir dönüm noktası sayılabilir. O güne kadar
film kurgusu kesip yapıştırarak veya video teyp teknolojisiyle yapılıyordu. Bu
tekniklerden ikisinin de çok çaba gerektiren, çok özen isteyen işler olduğunu
bugünün kuşağı pek bilmiyor; çünkü "Doğrusal Kurgu" (linear editing) sözleriyle
tanımlanan bu kurgu teknikleri neredeyse tamamen ortadan kalktı.
Bu değişimin öncüsü Avid adlı bir Amerikan şirketi. 1987'de kurulan şirket
satışa çıkardıkları dünyanın ilk bilgisayar temelli doğrusal olmayan (non linear)
kurgu sistemi Media Composer ile o yıllarda belki kendileri bile bu kadar büyük bir
devrimin öncüsü olacaklarını tahmin etmiyorlardı. Şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Kişisel bilgisayarlar için Apple Macintosh nasıl bir öncüyse,
Avid de filmciler için benzer bir 'olaydı'.
Eski sistemlerle kurgu yapanlar bilirler, video teyp ile kurgu yapmak bir çeşit
işkencedir. Temelde yaptığınız şey bir kasetten öbürüne aktarma yapmaktır. Bu
yüzden devamlı kaset çıkarıp takmak, ileri geri sarmak zorunda kalırsınız.
Verdiğiniz kararlar kesin olmalıdır; çünkü sonra geri dönmek isterseniz bir sürü
zorluk yaşarsınız. Geçme (dissolve) yapmak istediğinizde iki tane video
okuyucuya ihtiyacınız vardır ve daha niceleri…
Bu sorunları aşmak için bilgisayar kullanmak her zaman düşlenen bir şeydi. Ama
teknolojinin o noktaya gelmesini beklemek gerekti. Bu yüzden ancak 90'lardan
sonra bilgisayar temelli kurgu sistemleriyle tanışabildik. Bu tür sistemlerin en
büyük yararı 'random access' yani istediğiniz görüntüye anında erişim olanağı
sunmaları. İkincisi, yaptığınız kurgunun 'non linear' oluşu, yani istediğiniz
zaman istediğiniz görüntüyü ekleyip çıkarabilmeniz.
İlk 'non linear' kurgu sistemi Türkiye'ye geldiğinde (1994 yılıydı ve Avid Media
Composer'in karşısında duruyorduk) sinema okulunda öğrenciydim ve ilk
kullandığımda yaşadığım heyecanı bugün öğrencilerimin anlaması ne yazık ki
imkânsız. Bu sistemlerin etkisi ve çalışma kolaylığı o kadar büyüktü ki, o
yıldan
sonra bir daha asla doğrusal kurgu sistemlerine geri dönmedik. Sinema sektörü bu
gelişime bir süre dirense de sonunda onlar da eski yöntemleri terk etti. En
büyük hayallerimizden biri de evimize benzer bir sistem kurmaktı. Fakat o
yıllarda bu ürünler 120 bin dolar civarında satılıyordu ve bu sistemi kurmak
doğal olarak bizim için tatlı bir hayal olarak kaldı.
Ama geçen yıllarda bu alanda büyük gelişmeler oldu ve artık evinizde kurgu
yapabileceğiniz sistemler kurmak hayal değil. Bu gelişmelerin en büyüğü PC'lerin
hızlanmasıydı. Intel'in işlemcilerinin hızını arttırması, internetin gelişimi ve
bunun bilgisayar sektörüne etkileri her şeyi beklenenden hızlı değiştirdi. Artık
3000 doların altında evinize çok iyi bir kurgu sistemi kurabilir, kendi
filmlerinizi kurgulayabilir, ses miksajı yapabilir, DVD'ye basıp dağıtabilir
veya internete koyabilirsiniz.
Bu gelişimin arkasındaki en önemli buluş geçen ay bahsettiğimiz 'firewire'
kapısı. Bu yüksek hızlı kapı sayesinde artık DV kameraların ürettiği görüntü ve
sesleri tek bir kabloyla bilgisayara aktarabiliyoruz. Sonra bu görüntüleri
kurgulayıp tekrar kameraya kaydedebiliyoruz. (Tabi geçen ay belirttiğimiz gibi
kameranızın 'DV-In' seçeneği açıksa.)
Peki ama bunları yapabilmek için nasıl bir bilgisayara ihtiyaç var? Öncelikle PC
veya Macintosh konusunda karar vermek gerek. Apple son yıllarda masaüstü
(desktop) video pazarına ilgi göstermeye başladı ve yeni çıkardıkları bütün
bilgisayarlarda firewire kapısı standart olarak var. PC'lerde ise durum biraz
farklı. Genellikle alacağınız PC'de bir 'firewire' kapısı olmayacağı için gidip
bir ek kart almanız gerekiyor.
Bu kart bilgisayarınıza takılıp gerekli ayarlar yapıldığında sorunlarınız
çözülüyor. Ama bilgisayarlardan anlamıyorsanız ve kart satın almak, takmak,
sorun gidermek gibi işlerle uğraşmak istemiyorsanız Apple her zaman olduğu gibi
daha basit ve tam çözümler sunuyor.
'Firewire' kartları ikiye ayrılıyor: 'Hard Codec' kartlar ve :'Soft Codec'
kartlar. Geçen ay 'codec'in ne olduğunu açıklamıştık. Görüntüleri sıkıştırıp
açan elektronik devrelere veya daha genelde sıkıştırma açma sistemlerine 'codec'
adı veriliyordu.
Bazı kartlar (OHCI diye anılıyorlar) üzerlerinde böyle bir 'codec'
bulundurmuyorlar. Amaçları sadece içeriye DV kameradan gelen veriyi aktarmak.
Halbuki veriyi gösterme işini yapabilmek için de bir 'codec'e ihtiyaç var; çünkü
o verinin ekranda gösterilebilmesi için yeniden RGB bilgisine dönüştürülmesi
gerekli. Kart bu işi ana işlemcinin üzerine yıkıyor. Bu tür kartların
kullanıldığı sistemlerde çevirme işlemi de bir 'software' (yazılım) yoluyla
yapılıyor. 'Soft Codec' ismi de buradan geliyor.
Bunların en önemli artısı ucuzlukları. Yüz doların altında alıp sisteminize
takabilirsiniz. Eksilerine gelince; öncelikle bilgisayarınızın güçlü olması
şart. Aksi takdirde içeriye DV verisini alabilirsiniz ama sistem okuma yapamaz,
kare sayısında düşmeler olur kısaca kurgu yapamaz hale gelirsiniz. Bir diğer
sorun da 'soft codec' kartların analog giriş çıkışlara izin vermemesi. Bu da şu
demek oluyor; böyle bir karta analog bir ekipmandan giriş yapamazsınız ve TV
ekranına çıkış veremezsiniz. Ama bu çok büyük bir sorun değil çünkü kameranızın
içinde zaten bir 'hard codec' var. Onu kullanarak bilgisayardan kameraya,
kameradan TV'ye aktarım yapabilirsiniz.
'Hard Codec' kartlar ise üzerlerinde aynen kameranın içindeki gibi bir 'codec'
çipiyle geliyorlar. Bunun yararı işlemcinize yüklenmemesi, bazı efekt
işlemlerini daha hızlı yapabilmesi ve en önemlisi herhangi bir TV veya monitöre çıkış
verebilmesi. Ama bu tür kartları 400 dolardan aşağı bulmak zor. Canopus
firmasının Dvraptor, Dvstorm gibi pek çok ürünü var. Bu kartlar son yıllarda
epey yaygın.
Eğer 'soft codec' kartla yola çıkacaksanız en azından Pentium 3-800 MHZ bir
işlemciye ve 256 MB RAM a ihtiyacınız var. Bunun dışında içeri alacağınız
görüntüler için büyük ve hızlı bir sabit diske ihtiyaç var. Ultra DMA 66
özelliğine sahip en azından 40 GB'lık bir sabit (hard) disk işinizi görecektir.
DV'nin saniyedeki veri transfer miktarı 3.6 MB olduğuna göre böyle bir sabit
diske en azından iki saatlik malzeme sığdırabilirsiniz. Tabii daha fazla görütü
alacaksanız 60 veya 80 GB'lık sabit diskleri de düşünebilirsiniz. Bir de ufak
not: video görüntülerini alacağınız sabit diskin içinde sistem dosyalarınız
olmasa iyi olur. Yani bilgisayarı çalıştıracak programların içinde olacağı
yaklaşık 10 GB'lık ayrı bir sabit diske sahip olmakta yarar var.
Bu ana öğelerin dışında tabi ki büyükçe bir monitör, iyi bir ekran kartı ('TV
out' vermesi tercih edilir), bir ses kartı, hoparlörler gibi ayrıntılara da
ihtiyacınız var.
Bunları sağladıktan sonra sıra kullanacağınız yazılımı seçmeye geliyor. PC'lerde
en yaygın yazılım Adobe'un Premier adlı ürünü. Özellikle multimedya üreticileri
ve öğrenciler arasında çok yaygın olan bu program başlangıç için işinizi
fazlasıyla görecek özelliklere sahip. Arayüzü çok kullanışlı olmasa da bir süre
çalışanların vazgeçemediği bir yazılım Premier.
Bir diğer yazılım Avid'in XpressDV 3.0 adlı ürünü. Avid, 90'lar boyunca daha çok
üst uç sistemlerle ilgiliydi ve son kullanıcı alanında pazarı Adobe Premier'e
bırakmış gibiydi. Ama son iki yılda şirket bu alana da girdi ve yeni ürünü ile
özellike Avid'e alışmış profesyonellerin ilgisini çekti. XpressDV 3.0'ın en
önemli özelliği 60 bin dolarlık üst uç Avid sistemleriyle aynı arayüzü
kullanması. Kullanımının çok kolay olması ve sesle ilgili bir çok olanak
yaratması da beğenilen özellikleri. Ama bizi en çok ilgilendiren özelliği sadece
80 dolarlık bir OHCI kartla çalışması ve efektleri 'real time' yani gerçek
zamanlı yapması. Bu da Avid'in yazılım üretmedeki başarısının bir göstergesi.
Macintosh kullananlar için Final Cut Pro çok iyi bir seçenek Apple'ın Avid'e
karşı ürettiği bir çözüm olan Final Cut Pro 3.0 gerçekten başarılı bir yazılım.
Bütün bu yazılımlar üç aşağı beş yukarı aynı işleri benzer şekillerde
yapıyorlar. O nedenle üzerlerinde tartışmaya gerek yok. Fiyat olarak da
birbirlerine yakınlar.
Genellikle 600 dolarla- 1600 dolar arasında değişen fiyatlarla satılıyorlar.
Gelelim işin püf noktasına: Evinize böyle bir sistem kurup kendinizden
geçebilirsiniz. Önünüze sunulan efektlere kendini kaptırıp uçup gitmek çok
kolay. Üreticiler de genellikle kullanıcıların zaaflarını iyi bildiklerinden
"gerçek zamanlı efekt, 20 katman açın, üst üste 10 tane yazı yazın..." gibi
sözlerle pazarlama yapmaya çalışıyorlar. Oysa temelde bir kurgu sisteminden
beklenen üç şey var: Birincisi güvenilir olması, yani kurgunun en güzel yerinde
çöküp gitmemesi; ikincisi basit ve pratik olması (çünkü yazılım uzmanı olmak
istemiyoruz sadece kurgu yapmak istiyoruz.); üçüncüsü ise kare kaçırmaması yani
saniyede 25 kareyi kesintisiz şekilde gösterebilmesi. Bunları yapan bir sistem
harika filmler yapmak için yeterlidir; çünkü gerçek bir sinemacının sadece
kesmeye ve yapıştırmaya ihtiyacı vardır. Ondan ötesi bence pazarlama
stratejisinden başka bir şey değil.
Cumhur ÇATKAYA
Perşembe, Nisan 26, 2007
Ev Yapımı Sinema
Evde Kurgu Yapmak