Andre Bazin, gerçekçi film kuramcıları içerisinde tartışmasız en
iyisidir.Kendine göre sistemli bir yapı oluşturmasa da fikirleri katı bir
mantığa ve tutarlılığa sahiptir.
2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar biçimci kuram savunuluyor ve geleneksel sanat
kuramına bağlı olarak ele alınıyordu.İlk dönem estetikçileri diğer sanatlarla
ilgili olarak kabul ediliyorlar;İngiliz belgesel film yapımcıları ekolü filmin
fotoğrafik özelliklerinin savunulucuğunu yapıyorlardı.
Bazin, görüntü üzerindeki sanatsal kontrolün öğrenilen gücünden çok,mekaniksel
olarak kaydedilen görüntünün çıplak gücü içindeki inancın temelinde bir film
geleneği oluşturmuştur.
Onun kuramını belirlenimi ve yayılıp popülerlik kazanması ,İtalyan yeni
gerçekçilik akımının üstün olduğu döneme rastlamaktadır.
Yaygın olarak bilindiği gibi, Bazin hiçbir zaman sistematik bir kuram kitabı
hazırlamıştır.Önemli makaleleri 1957 yılından itibaren Qu’est-ce que le cinéma?
(sinema nedir?) başlığı altında toplanmaya başlamıştır.Yazıları yaklaşık 60
makale olarak dört ciltte bir araya getirilmiştir. Bunların yarısına yakını What
is cinema? (sinema nedir?) İngilizce başlığı ile iki ciltte İngilizciye
çevrilmiştir.
Bazin’in yazılarını bölümler halinde yazma alışkanlığı ince bir sistemde
düşüncelerinin toplanabilmesine engel olmuştur. Genel olarak izlediğini yol, çok
dikkatli bir şekilde film izlemek, onun değerlerini belirlemek, zorluk ve
çelişkilerini vurgulamaktır. Bunları bir tür içinde sınıflandırır. Türlerin
kanunlarını belirler ve ona benzeyen örneklerini araştırır. Bazin, film dili
hakkındaki sorularla değil perili öykü sinemasının olanakları hakkındaki
düşünceleriyle yazıya başlamaktadır. İki çocuk film hakkındaki görüşlerden yola
çıkarak, uygun bir biçim geliştirme sorununu ele almaktadır.
Hammadde:
Bazin sinemanın gerçeklik üzerine olan bağlılığını belirtmiştir. “Sinema,
gerçeğin sanatı olarak bütünlük taşır.” Gerçeğin anlamını açıklamaya girişir.
Sinema özellikle görsel ve uzamsal gerçekliğe bağlıdır ve bunlar fizikçilerin
gerçek dünyasıdır. Bu nedenle sinemanın merkez gerçekliği “İfade gerçekliği veya
konu maddesi gerçekliğine bağlı değil, hareketli resimlerin uzam gerçekliğine
bağlıdır.” Bu gerçekçi kapsam ve teknik estetiğidir. Sinema tüm gerçek
sanatların ilkidir. Çünkü nesnelerin uzayda yer aldıkları uzamlılıklarını
kaydeder.
Gerçeğin temel varsayımı, pratik alanda verimli değildir. Çünkü bize sinemanın
neden gerçekçi göründüğünü söyleyemez. İzleyici, fiziksel gerçekliği kavrayamaz.
Bazin’in ikinci varsayımı, doğrudan doğruya sinema deneyimimizi açıklamaktadır.
Bu, gerçekliğin psikolojik bir varsayımıyla tanımlanabilir.
Sinemaya gerçekliğe baktığımız gibi bakarız.Bunun nedeni bakış şeklimiz
değil,onun mekanik bir şekilde kaydedilmesidir.Dünyadaki insanlık dışı portreler
bizim merakımızı uyandırır ve böylece sinema ve fotoğrafı insanın araçları
değil, doğanın araçları yapar.
Sinema iki şekilde gerçekçi duygular yaratmaktadır. Birincisi,sinema nesneler
arasında ve nesnenin uzamını kaydeder.İkincisi,bunun insan dışında olarak
otomatik bir şekilde yapar. Bazin’in fotokimyasal geçişi sinemayı, insanoğlunun
değil doğanın bir çalışması haline getirmektedir.
Sinema kocaman ,karmaşık bir teknoloji içermektedir. Selüloit, emilim ,uygun bir
kamera ,mükemmel bir tab edilme ve ışık kontrolü sağlayan bir projektör
gerektirmektedir.Film görüntüsü gerçeklikle aynı değildir.Fotoğraf ile onun
nesnesi arasındaki farkı ortaya koymaya çalışmaktadır. O, fotoğrafı ışığın
içindeki bir küf olarak adlandırmaktadır. Fotoğraf nesnenin bir izlenimini alır.
Bu bir ölüm maskesinin açıklanması gibi bir şeydir. O gerçek bir nesne değildir
fakat onun gerçekliği ve gerçeklenebilirliği parmak izinin araştırılmasına
bağlıdır.
Sonuç olarak sinemanın hammaddesinin gerçekliğin kendisi olmadığını ancak
gerçekliğin selüloit üzerinde kalan izleri olduğu kanısına varmıştır. Sinema
dünyanın yakınında yer almaktadır ve tıpkı dünya gibi gözükmektedir. Sinemanın
bir gerçeklik sonuşmazı (Asimptot: sonu olmayan bir eğrinin yakınında çizilmiş
bir doğru olup, uzadıkça eğriye yaklaşır fakat hiçbir zaman ona tam kavuşamaz.)
olduğunu söylemektedir.
Araç ve Biçim:
Sinemadaki biçem (style) ve biçim (form) film maddesinin hammadde ile yarattığı
soyutlama türleri ve miktarına dikkat edilerek belirlenebilir. Sinemanın
kullanımındaki gerçeklik, soyutlamaya karşıttır.
Sinemanın buluşsal bir dil olduğunu söylemenin başlıca iki yolu vardır.
Birincisi film yapımcısının, gerçeklik görüntüsüne istediği şekli verebilmesi
için, görüntünün bazı biçimsel görünümlerini yönlendirme yeterliliği vardır.
İkinci olarak, film yapımcısı, kurgu olarak bilinen biçimsel kurgulama oluşumu
ile görüntüsüne istediği herhangi bir kapsamı verebilir. Bazin sorunu çok basit
olarak algılamaktadır. Anlamlı bir film yapmaya çalışan film yapımcısı kendi
soyutlayıcı yeterliliği ile maddesinin ham gerçekliliği ile baş başa kalacaktır.
En soyut teknikler ve biçimler, tutarlı bir şekilde, en fazla sinemasal ve en
fazla sanatsal olarak değerlendirmişlerdir. Onun, bu sinemasal
anlamlandırmayı göstermedeki amacı en fazla süslü olmayan gerçekçi filmlerden,
en soyut filmlere kadar bir süreklilik oluşturmaktır. O, görevini iki şekilde
yerine getirmiştir. İlk olarak, yalnızca soyut tekniklerin ve filmlerin doğru
bir şekilde sinemasal olduğunu öne süren düşünceye karşı savaşım vermiştir.
İkinci olarak ta biçimsel film kuramı tarafından önemsemeyen çok sayıdaki film ve
teknik türlerini överek gün ışığına çıkarmıştır.
Şengül DİKİCİ,
Neslihan Esen AKKOL
İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Radyo-TV ve Sinema Bölümü 3.Öğrencisi
Andre BAZİN Kimdir?
André Bazin 18 Nisan 1918 yılında Fransa'da doğdu. İlk eğitimini La Rochelle'de
aldı. 1938'de St. Cloud'daki Ecole Normale Supérieure'de eğitimine devam etti.
Sınavlarda çok yüksek notlar almasına rağmen kekemeliği nedeniyle öğretmenliğe
kabul edilmedi. Sinemaya olan tutkusu orduya çağrıldığı 1939 yılından itibaren
artmaya başladı. Bazin sadece sinemanın tarihi ve sosyal görünümleriyle
yetinmeyip, sinematografik görüntü üzerine kapsamlı çalışmalar yaptı. Kısa zaman
sonra politik nedenlerle kapatılacak olan bir sinema kulübü kurdu. Le Parisien
Liberé'de film eleştirileri yazdı. Institut des Haute Etudes
Cinématographiques'in kültür servisi yönetmenliğini yaptı. Sonunda okula kabul
edildi. O zamanlar var olmayan filmoloji sözcüğü Bazin tarafından oluşturulduğu
ve onun kişisel çabalarla bir sinema kültürü yarattığı belirtilmektedir. Onun
sinemaya olan tutkusu, kültüre ve gerçeğe olan tutkusundan kaynaklanıyordu. her
zaman için mistik bir havaya bürünen Bazin için sinemanın Aristo'su demek hiç de
yanlış olmaz.
Şimdi Bazin'in sinema üzerine düşüncelerine geçelim.
FOTOĞRAF VE SİNEMA
Eğer plastik sanatlar psikanaliz ile incelenseydi, ölünün mumyalanması onun
yaratımının temel faktörü olduğu ortaya çıkardı. Oysa görüntüler sadece bizim
maddeleri hatırlamamıza yardımcı olur. Onlar bizi ölümden koruyamazlar.
Fotoğrafın ve sinemanın sosyolojik perspektifine baktığımızda bunun geçen
yüzyılın ortalarında modern resim alanında meydana gelen ruhsal ve teknik krizin
doğal bir sonucu olduğu görülmektedir.
Resim sanatının semboller ve gerçeklik arasında bir yerde dengede durduğu yaygın
olarak kabul gören bir gerçekliktir. 15. yüzyıldan itibaren batı resmi dış
dünyanın yanı sıra yavaş yavaş ruhsal ifadeleri de kullanmaya başlamıştır.
perspektifin bir sistem olarak ortaya çıkışıyla birlikte sanatçılar artık üçüncü
boyutu yakalama yolunda önemli bir adım atmışlardır. Hemen sonra da resim sanata
iki dala ayrılmıştır. Bunlardan biri estetik kaygılarla ruhsal gerçekliğin
modele yansıtılması, diğeri ise dış dünyanın psikolojik açıdan terk edilmesidir.
Bu durum kendini zamanla tüm plastik sanatlarda göstermiştir.
Sanatta gerçeklik üzerine tartışma estetik ile psikoloji kavramları arasındaki
karışıklığın yanlış yorumlanmasından ortaya çıkmıştır. Doğru gerçeklik dünyanın
somut bir şekilde ifade edilmesi, sahte gerçeklik ise sadece göz aldanmasıdır.
Ortaçağ sanatı bu krizden kendini kurtaramamıştır. Daha sonra teknik
gelişmelerle birlikte gerçeklik ve ruhsal yapının yansıtılmasında önemli adımlar
atılmıştır.
Fotoğrafın gücü, resimden farklı nesneleri olduğu gibi gösteren mercekten
kaynaklanmaktadır. İlk kez ürün ile onu üreten nesne cansız varlıklardan
oluşmaktadır. Artık olaya insanın yaratıcı mücadelesi söz konusudur. Fotoğrafın
kişiliği yalnızca çekeceği nesnelerin seçiminde ve amacında etkili olmaktadır.
Her ne kadar sonuç onun kişiliğini yansıtıyor olsada, bu, ressamın yaptığı ile
aynı şey değildir. Bütün sanatlar insanın varlığı ile hayat bulmaktadır. Bunun
istisnası ise fotoğraftır. Fotoğrafik görüntü nesnenin kendisidir. Nesne zaman
ve uzaydan soyutlanmıştır. Bu artık yeniden üretim olmaktan çok modelin
kendisidir. Mekanik bir olşum olan bu sanat bize sonsuzluk yaratmaz kesinlikle.
Onun yaptığı sadece zamanı mumyalamaktır. Böylelikle çürümeye karşı koyar.
Bu açıdan baktığımızda, sinema zamanın tarafsızlığıdır. O artık nesneleri
korumaz. Onun resimden ayıran en büyük özellik, işin içine zaman boyutunun
katılmış olmasıdır
SİNEMA DİLİNİN EVRİMİNE KISA BİR BAKIŞ
Sinema idealistik bir fenomendir ve bilimsel ruha çok şey borçludur. 1877 ve
1880 yıllarında Muybridge, hemen hemen tek başına oluşturduğu büyük ve karmaşık
bir aletle bir atın devingenliğini kaydederek ilk sinematografik çalışmayı
gerçekleştirmiş oldu. Bunu başarabilmek için cam tabakanın yüzeyine nemli
kolodyum maddesi koymuştu. Bu mutlaka gerekli olan üç şeyden yalnıza biriydi.
Diğer iki şey ise kuru emülsiyon ve sabit bir tavan oluşturulmasıydı. Selüloz
şeritlerin bu iş için uygun olduğu anlaşılınca Lumiére kağıt film ile aynı şeyi
yapmayı başaracaktı.
Bu alandaki bilimsel tesadüfi ve endüstriyel gelişmeler tamamen tarihi
tesadüfler sonucu olduğunu kimse tarafından iddia edilemeyeceği bir kez daha
vurgulanması gerekmektedir. Fotoğrafik sinemanın ortaya çıkacağı tarihe kapsamlı
bir şekilde bakıldığında 16. yüzyıldan itibaren geliştiği yaygın olarak kabul
edilir. Çeşitli gelişmelerin sağlanmaması nedeniyle bu sanatın ilerlemesi
yüzyıllar boyunca gecikecekti.
Film tarihçisi olan P. Potoniée ise sinema sanatının kaynağının bilindiği gibi
fotoğrafın icadı değil de stereoskopun icadı sayesinde olduğunu söylemektedir.
Gerçekliğin teknik ve mekaniksel yeniden üretimi 19. yüzyıldan itibaren sinema
ile gerçekleşmeye başlamıştır. Fotoğraf ve fonografın birleştirilmesi tam bir
gerçekliğin sağlanmasını beraberinde getirmiş ve zamanın geriye çevrilmezliği
aşılmaya çalışılmıştır. Sinemaya eklenen her yeni gelişme onu paradoksal olarak
çıkış noktasına biraz daha yaklaştıracaktır. Kısacası, sinema henüz
keşfedilmemiştir. Ve sinema miti fotoğrafla birlikte mekanik sanatların ortaya
çıkışı olarak yüzyılımıza damgasını vurmuştur.
KURGULAMA
Montaj, izleyicinin talep ettiği gerçeksizliğin durumunu koruyan soyut bir anlam
yaratıcısıdır. Montaj ile ayrılan elemanlar bir araya getirilir. Her ne kadar
bunun yapılması oldukça güç bir çalışma gerektirse de konunun yerli yerine
oturması için bu mutlaka gereklidir. Montaj kaynağı olarak görüntülere yüklenen
anlamlar, izleyicilerin belli çözümlemeler yapmalarını gerektiricek şekilde
ortaya konur. Yani amaç izleyici düşündürmektir. Sessiz film döneminin sonunda
bu amaç daha kapsamlı bir biçimde gerçekleştirilmiştir. Gerçekte montajın çıkış
noktası sessiz filmlerdir. Sinema sanatı plastik ve montaj gibi gerçekliğe
eklenen ses, sadece ikinci ve tamamlayıcı bir rol oynayabilir. Ses imajı, görsel
montajdan daha az kırılgandır. Bu nedenle montaj, görüntüler arasındaki hem
plastik dışavurumculğu, hem de sembolik ilgiyi eleyerek gerçekliği
sağlamaktadır. Merkez nokta görsel imajdır. Fakat gerçekliğe yaklaşabilmek için
sesin göz ardı edilmeyeceği de akılda tutulmalıdr.
Montaj önceleri sabit bir çerçeve içinde oyuncuların hareket ettirilmeleriyle
yaratılmaya çalışılan bir etki olmuştur. Sessiz sinema döneminde montaj,
yönetmenin söylemek istediklerini aklına getirirdi;1938'in kurgulamasında onu
betimlemeye başlamıştır.
Ekran üzerinde hayalin, gerçekliğin yoğunlupuna eşit olması gerekir. Bunun
olmaması durumunda, montaj belirli kısımların haricinde başarılı bir şekilde
kullanılmaz. Bu durum sinematografik hikayenin konusun tam olarak anlaşılmasını
tehlikeye sokacaktır. Örnek olarak;bir yönetmen bir hareketin eşsüremli iki
görüntünün gösterilmesindeki zorluk nedeniyle, böyle çekimlerde çekim ve ger
çekim tekniğini basit olarak kullanma sahnesinde bunu anladığını açıkca
kanıtlamıştır. At, çocuk ve tavşan aynı çekimde beraberdirler. Her nasılsa, o,
Crin Blanc'ın ele geçirilmesi sahnesinde çocuğun at tarafından sürüklendiği
bölümde bir hata yapar gibi olmuştur. Bir uzun çekimde Folco'nun sürüklenişini
görürüz. Lamorisse böylesine tehlikeli bir çekimde çocuk için 'doubling'
yapmıştır. Çekimin sonunda at yavaşlar ve durur. Kamera bunu bize göstermez. Bu
nedenle bu konuda kuşku duymaya başlarız. At ve çocuk fiziksel olarak
birbirlerine yakındırlar. Bu, döner çekim ve kameramanın geriye doğru alınması
sonucunda gerçekleşmiştir. Bu basit emniyetli çekim, her şeyin önceden
yalanlanması sonrasında oluşturulabilmiştir. Folco'nun iki ayrı çekiminin
gösterilmesi için hareketin akışının kesilmesi yoluna gidilmştir. Eğer bu
noktada sorunun tanımlanması istenirse bunun aşağıdaki estetik kurallarının göz
önünde tutularak yapılması gerekmektedir. 'Sahnenin varlığı, harekette iki ya da
daha çok faktörün eşsüremli oluşumuna ihtiyaç duyuyorsa, montajın kullanılması
gerekmektedir. 'Örnek olarak, Lamorisse bir atın başına yakın çekim yapmıştır.
Bu noktada kamera yavaşça çocuğun bulunduğu yöne döner. Ancak bir sonraki
çekimde ikisinin de aynı çerçeve içinde bulunmaları gerekmektedir.
Normal kurgulama işlemi gerçekliğin analiz edilmesi için mümkün olan üç yol
arasındaki uzlaşmanın sonucu olarak ortaya çıkar.
1_Saf olarak mantıksal ve tanımlayıcı analiz(cinayette kullanılan silahın
cesedin yanında bulunması)
2_Filmin içindeki psikolojik analiz. Bu durum olay kahramanının ruhsal yapısının
yansıtıldığı sahneler aracılığı ile gerçekleştirilir. Buna örnek olarak 'Notorious'
filminde büyük bir ihtimalle zehir katılmış olan sütü içmek zorunda kalan Ingrid
Bergman'ın davranışları gösterilebilir.
3_Seyircinin ilgisinin bakış açısından psikolojik analiz. Buna örnek olarak ise
yalnız olduğunu düşünen bir suçlunun göremediği bir kapının kolunun hareket
etmesi verilebilir.
Bu üç görüş açısı, çoğu filmde sinematografik olayın sentezinin oluşturulması
için birleştirilerek kullanılır. Bu, psikolojik heterojenliği ve maddesel
süreksizliği ifade eder.
TİYATRO, EDEBİYAT VE SİNEMA İLİŞKİSİ
Sinemanın tarihine şöyle bir göz attığımızda karşımıza çıkan en ilgi çekici şey
onun edebiyat ve tiyatro dallarının mirasçısı olduğudur.
Gerçekten de sinemanın başlangıç materyali, romanlara vaya yorumlara
dayanmaktadır. Oysa daha sonra eğilim farklılaşmıştır. Yazarlar henüz konuyu
kafalarında tasarlarken Hollywood uyarlamalarının bakış açısıyla olaya
yaklaşmaktadırlar. Yazarın özgürlüğü elinden alınmıştır. buna karşı koyma
denemeleri de yok değildir. Film yapımcısının en büyük günahı hazır olan tiyatro
seyircisini kapmaya çalışmak olmuştur. Bu bakış açısından yola çıkılarak
oluşturulan filmlerin hali ortadadır. Bunlar için 'filmleştirilmiş tiyatro'
teriminin kullanılması boşuna değildir. Romanın en azından bir yaratıcılık
ölçüsü vardır. Bunun, sayfalardan ekrana geçirilmesi belki hoş görünebilir.
Tiyatro ise yanlış seçilmiş bir arkadaştır. Onun sinemaya benzer görünümü kötü
sonu hazırlayan bir etken olmuştur. Tiyatrodaki bazı dramatik sahnelerin
başarılı bir film parçası olmasının altında yatan gerçek neden, o bölümlerin
romandan tiyatroya çok iyi aktarılabilmesinde yatmaktadır. Burada karakterler ve
anafikir büyük önem taşır. Oysa fenomen radikal olarak yenidir ve tiyatral
karakterler ayrı bir yapıda bulunmaktadır.
Sinema acaba tiyatro ve edebiyatın desteğiyle mi ayakta kalmayı
başarabilmektedir? O, geleneksel sanatların üzerinde yapılanmış bağımlı bir
sanat oluşumu mudur?
Sinema gençtir, fakat edebiyat, tiyatro ve müzik sanat dalları tarih kadar
eskidirler. Bir çocuğun büyüklerini taklit ederek eğitimine başlaması gibi
sinemanın da evrimi kutsal sayılan diğer sanatların evriminin belirleyicilerinin
bir finali görünümü içindedir. Onun böylesine bir estetik kompleks örneği olması
belirgin sosyolojik faktörlerle daha kötü bir hale gelmesine sebep olmuştur.
Sinema çok kısa bir zaman içinde popüler bir sanat dalı şeklini almıştır. Oysa
ki tiyatro, toplumsal bir sanat olarak ayrıcalıklı kültürel azınlığa hitap
etmektedir. Edebiyatta beş yüz yıl içinde ulaşılan mesafe sinemada 20 yıl içinde
katedilmeye çalışılmıştır. Bu bir sanat dalı için hiç de uzun bir zaman
sayılmaz. Ancak bir eleştiri getirilebilmesi için bu yansımaların alanının
daraltılması gerekmektedir.
Sinema geleneksel sanatların varoluşlarından çok farklı bir sosyolofik durum
içinde oluşmuştur. İlk film yapımcıları öncelikle bu sanatı halka ulaştırma
çabası içine girmişlerdir. Sinema bir sanat biçiminden çok, sosyolojik ve
endüstriyel bir olgudur. Uyarlamaların dramı, popülerleşmenin dramıdır. Film
izlenmesi sonrasında seyircide iki çeşit duygu oluşabilir. Birincisi filmden
hoşnut olmak;ikincisi ise filmin orjinalini okuma isteğidir. Bu ikinci istek
edebiyatın zaferi sayılabilir. Sonuç olarak uyarlama girişimlerinin edebiyata ve
genel olarak kültür birikimine hiçbir zararı olmadığını söylemek mümkündür.
Romanın kendi başına bir anlamı vardır. Onun soyutlanmış okuyucu üzerinde
bıraktığı dolaylı etkisi, bir filmin karanlık bir sinemadaki kalabalık üzerinde
bırakacağı etkiden farklı olacaktır fakat bu sebeple estetik yapıdaki farklılık
araştırmaların daha kapsamlı bir şekilde yapılması gerektiğini ortaya
koymaktadır. Bir edebi eserin kelime kelime aktarımı aşırı derecede serbest bir
aktarım kadar yanlıştır. İyi bir uyarlama olayın özü ve ruhun düzenlenmesi
sonrasında elde edilecektir. Bunun için gerekli olan unsur ise dil oluşumunun
iyi kullanılabilmesidir. Sinemayı roman uyarlamalarından kurtarmak için 'Pure
Cinema' (Saf Sinema) kuramı ortaya atılmıştır. Bu düşünce bütün uyarlamaları
kaliteden yoksun sayar. Bunların hem edebiyat, hem de sinemaya karşı yapılan bir
ayıp olduğunu ileri sürer. Oysa uyarlama, uyarlanan edebi esere karşı bir ihanet
değil, aksine saygının ifadesidir. Edebiyat uyarlamalarının çoğalması yedinci
sanatın saflığına gölge düşürecek bir olgu değildir. Ancak uyarlamalar
insanoğlunu ne kadar tatmin ederse etsin, onların digital kitaptan daha değerli
olamayacağı tartışmasız doğrudur.
Sinema, bir roman vaya tiyatro alanına bu kadar kolay girebiliyorsa bunun
altında yatan neden onun sahip olduğu oluşumları çok iyi kullanabilmesidir.
Tiyatro ve romanın sahip oldukları hala geçerlidir, bunu göz ardı edemeyiz ancak
sinemanın da bu iki sanat koluna kattıkları olumlulukların varlığını kabul etmek
zorundayız.
Doğrudan doğruya tiyatrodan alınmamış olan filmlerde de tiyatronun onun
üzerindeki etkisi çoğu zaman açıkca görülmektedir. Çağdaş bir tiyatro oyunun
filminin yapılmasının nedeni, genellikle onun ticari başarı kazanma olasılığının
fazla olmasıdır. İster klasik ister modern olsun, bir oyun doğruluğundan şüphe
edilemez bir şekilde kendi metni tarafından korunmaktadır. Onun, yeniden
düzenlenmeden ve bazı bölümleri değiştirilmeden uyarlanması olanaksızdır.
Tiyatrodan sinemaya geçiş, fiziksel gerçeklikten soyutlamaya geçiştir. Bir film
seyircisi kendini film kahramanının psikolojik olşumu ile özdeşleştirmek
eğilimindedir. Bunun sonucu olarak izleyici bir kitleye dönüşür. Bir zaman sonra
tek duygu ile karşılık vermeye başlar. Filmde özel bir bilinç bölgesi yaratılır.
Filmleştirilmiş tiyatro artık oyunun bir minyatürü olmaktan çıkmıştır. O,
izleyicilerin doğaya karşı bir bilinci durumuna gelmiştir.
Sinema yapımcılarına göre, sinema tiyatrodan daha fazla savurgan olmalıdır.
Büyük dekor, dış çekimler ve bol bol hareket filmde mutlaka olması gereken
şeylerdir. Halkın önyargılarına karşı mücadele etme isteğinde olan yönetmen veya
yapımcının cesaretli olması şarttır. Onların yaptıkları iş konusunda sağlam bir
inanca sahip olmaları durumunda filmleştirilmiş tiyatronun, sadece tiyatro
olmakla kurtarılamadığı ve kökenindeki çarpıklığın belirginleştiği görülür.
Sinema, bu durumda tiyartoya karşı olan kompleksinden kurtulmamıştır. Bu, daha
eski ve daha edebi sanatların varlığına karşı duyulan bir komplekstir. Tekniği
ve mükemmelliği fazlasıyla yakalayabilen sinema, estetik mükemmelliğe ulaşmanın
çabası içindedir. Bunların yanında sinemanın, tiyatrodan türetilen bir sanat
dalı olduğu düşünülürse en iyi filmlerde bile eksik bir şeylerin varolduğunu
söyleyebilmek mümkündür.
Entelektüel bilgilenme ile psikolojik tanımlama birbirine karıştırılmamalıdır.
Sahne ile ekran konusunda yapılan yanlışlıklardan en önemlisi budur. Oyunun
belirgin sanatsal değerleri vardır. Film, onun yerini tamamen dolduramaz.
geçerli bir sanatsal varlığa sahip tiyatronun oyunun bir fonograf değil, sadece
onun gönderildiği dalgalar olduğu anlaşılır.
Televizyon sahte varlıklar oluşturmanın yeni bir yöntemidir. Canlı televizyon
yayınında küçük ekrandaki oyuncu gerçekte uzayda ve zaman içinde varlığını devam
ettirmektedir. Ancak karşılıklı olarak oyuncu-izleyici ilişkisi oratya çıkmaz.
İzleyici kendisi görülmeden, oyuncuyu seyreder. burada geriye dönüşü olmayan bir
akış vardır. Televizyona uyarlanmış tiyatroda, hem tiyatro hem de sinemadan
öğeler vardır. Tiyatrodan öğeler vardır çünkü oyuncu, izleyiciye görünmektedir.
Sinemadan öğeler vardır çünkü izleyici, oyuncu tarafından görünmemektedir. sonuç
olarak bu durum ne varlık, ne de yokluktur. Televizyon oyuncusu, bir elektronik
kamera aracılığı ile milyonlarca insanın görebildiği ve duyabildiği bir konuma
ulaşmaktadır.
RESİM VE SİNEMA
Resim sanatı konusunda yapılan filmler hem ressamların, hem de eleştirmenlerin
ortaklaşa tepkisine yol açmaktadır. Bu durum Emmer'in kısa filmleri, Alain
Resnais;R. Hessens ve Gaston Diehl'in 'Van Gogh'u;Pierre Kast'ın 'Goya'sı; ve
Resnais ve Hessens'in 'Guernica'sı için geçerlidir. Bazıları bu tür filmlerin
resim sanatı olgusunu doğru olarak yansıtmadığı şeklindedir.
Ressama karşı yapılan saygısızlığın resim sanatına karşı yapıldığı akıldan
çıkarılmamalıdır. İzleyici ekranda gördüğü resmin doğru resim olduğuna
inanacaktır. Bu durum ilk siyah beyaz çalışmalar için de geçerlidir. ancak
rendin ortaya çıkışıyla sorun biraz daha ağırlaşmaktadır. Hiç kimse rengi
yeniden üretemez. Burada anlatılmak istenen tam olarak aynı karışımın tekrar
elde edilmesinin olanaksızlığıdır.
Resim çerçevesi bize uzayı başka bir açıdan gösterir. Doğal uzayın tersine, bize
aktif deneyimlerimiz ve onun dış sınırlarını sunar. Teknik bir olgu olarak ele
alındığında, ekranın dış kenarlarının, film görüntüsü çerçevesi niteliğinde
olmadığını anlarız. Onlar gerçekliğin sadece bir bölümünü içine alan
kenarlardır. Resim çerçevesi uzayı içe doğru kutuplaştırır. Tersine olarak,
ekran bize evrenin içine uzatılan belirsizliğin bir parçasını sunar. Çerceve
merkezcil, ekran ise merkezkaçtır. Eğer resimsel oluşumu tersine çevirirsek ve
ekranı, resim çerçevesinin içine yerleştirirsek, böylece resmin bir bölümünü,
ekranın üzerinde görmüş oluruz. Bu durumda resimin uzayı çıkış noktasını ve
sınırlarını kaybetmemesi durumunda sinemanın uzamsal oluşumu içinde yer alır ve
'resmedilebilir' dünyanın bir parçası haline gelir.
Sinemanın işlevi, resime hizmet etmek ya da onu baltalamak değildir. Bunun
yerine, onun varlığına yeni bir boyut kazandırır. Resmin filmi ise, resim ile
ekranın estetik düzlemde deniz yosunu likeni ile mantarda olduğu gibi ortak bir
yaşantı sürmesidir. Bunun tersi sinema ile müziğin karışımını opera diye
adlandırmak kadar gülünç olacaktır. Sinema bir bütünlük çalışmasıdır. Konusu
resim olsa dahi bunu salt resimi ele alarak değil, çok sayıda başka olguları
inceleyerek yapar. Resmin anlaşılmasının büyük ölçüde yönetmenin yeteneğine
bağlı olduğunu kabul etmek gerekir.
BAZİNíİN YENİGERÇEKÇİLİK AKIMI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Bir ifade aracı olarak yenigerçekçilik görünümün geleneksel kategorilerine karşı
çıkan, tiyatronun mirası olarak bu işlevin klasik anlayışıyla oyuncunun bir
şeyleri vurgulaması, ifade etmesidir. Bu bir duygu, bir tutku, bir arzu veya
fikir olabilir. Bu bakış açısından izleyici ile oyuncu arasında aynı psikolojik
sebeplerin ürettiği aynı fiziksel etkilenme vardır. Seyirci oyuncunun
mimiklerinden açık bir kitap okuyormuşçasına belli ifadeleri anlayabilmektedir.
Bilindiği gibi oyuncu öncelikle kendini ifade eder. Bu akıma göre ise kendini
ifade etmek yerine sokaktaki sıradan insanın yerine geçebilmelidir. Zaten çoğu
yenigerçekçi yönetmen gerçeğe daha yakın olabilmek amacıyla profosyonel
oyuncular yerine sokaktaki sıradan insanları oyuncu olarak kullanmışlardır.
Baziníe göre yenigerçekçiliğin estetik konumdan çok varlıkbilimsel (ontolojik)
bir konumu vardır. Onun tekniğini bir reçete gibi ortaya koymak mümkün değildir.
Yenigerçekçiliğin bildiği tek şey var olmaktır ve tamamen saf bir durumda
bulunmaktadır.
Yenigerçekçi filmlerde hiçbir haraket, olay, nesne ya da olgu yönetmenin
ideolojisini ön plana çıkartıcı değildir. Nesnelerin ve kişilerin kendi
değerleri vardır.
Yenigerçekçilik var olma belirtilerini erkenden göstermiştir. İtalyaída ikinci
dünya savaşının ve faşizmin sona ermesinden sonra özellikle 1946 ve 1947
yıllarında eski İtalyan sinemasının estetiği sorgulanır olmuş ve sinemada yeni
bir dönem başlamıştır:sokaktaki kameranın uluslararası yıldızların dünyasından
sıyrılarak profosyonel olmayan, sıradan insanın kaydedilmesi devri. Yani
yenigerçekçilik devri. Yenigerçekçilik malzeme olarak kendisine daha çok kırsal
kesimlerin sorunlarını seçen bir olgu olarak ortaya çıkmıştır.
Gerçekçiliğin meyvası olarak sinemanın yeniden doğuşu için İngiltere bir mekan
görevi görmüştür. Bunlar, savaş öncesi ve savaş sırasındaki dönemde sosyal ve
teknik gerçeklerin kaynakları kullanılarak elde edilen belgesel film
çalışmalarıdır. Ancak akım olarak yenigerçekçilik doğumunu ve gelişimini
İtalya'da bulmuştur.
Bazin Yenigerçekçiliği açıklarken özellikle De Sicaíyı ve onun Bisiklet
Hırsızları filmini ele almıştır. Ona göre De Sica Yeni gerçekçiliğin en saf
biçimini temsil eden bir yönetmendir. Ladri Di Biciclette- Bisiklet Hırsızları
filmi yeni gerçekçilik akımının önde gelen filmlerinden biridir. Bu akımın
estetiğinin tüm unsurlarını bünyesinde bulundurmaktadır.
Dolayısıyla saf sinemanın da ilk ve en iyi örneklerinden biridir. Bu filmi
çözümlemek yeni gerçekçiliği çözümlemek demektir.
Nitekim filmde -günlük hayata benzer olarak- hiçbir olağandışı olay meydana
gelmez. Olaylar bir proleteryanın egzotik dünyası içinde cereyan eder. Bir
işçinin, oğluyla birlikte Roma caddelerinde bütün gün gezinerek çaldırdığı
bisikleti aramasına tanık oluruz. Bisikleti işininbir parçasıdır ve bulamazsa
yine işsiz kalacaktır. Filmin anahtar nesnesi olarak seçilen bisiklet hem
İtalyaínın kırsal yaşantısını hem de mekanik ulaşım araçlarının yokluğunu
vurgulamak için kullanılmaktadır. Film 1948 yılı İtalyan toplumundaki işsizliğin
ruhunu yakalayarak sıradan bir macera olmaktan kurtulmuştur. Senaryo-akımın
gerektirdiği gibi-o dönemki İtalyan halkının günlük yaşantısından ibarettir.
Ayrıca filmde Mise en Scene tekniği yenigerçekçiliğin tüm özelliklerini tam
olarak yerine getirecek şekilde ortaya konmuştur. Hiçbir sahne stüdyoda
çekilmemiştir. Her şey sokaklarda kaydedilmiştir. Dahası oyunuların hiçbirinin
tiyatro ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hepsi sokaktan seçilmiş, sıradan
insanlardır. Nitekim profosyonel olmayan oyuncu kullanımı İtalyan
Yenigerçekçilik akımının gelişiminde en önemli basamaktır. Oyuncunun oyuncu
kimliğinin filmden çıkarılması, filmin gerçek hayat ile olan bağlantısını
kuvvetlendirmektedir.
Baziníe göre İtalyan sinemasının gerçekçiliği hiçbir zaman estetik gerilemeye
yol açmaz. Tam tersine anlatımda bir ilerlemeye, sinema dilini fetheden bir
evrime, sinema deyişinin genişlemesine yol açar.
SİNEMA EFSANESİ CHARLİE CHAPLİN VE BAZI FİLM KARAKTERLERİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Bazin Charlie Chapliníin her tür macerada boy göstermiş mitsel bir figür, bir
karakter olduğunu belirtir. Giyinişi, davranışları ve mimikleriyle sağlar bunu.
. Sözgelimi birçok filmde smokin ve şık takımlar giymesi ama bu şıklığa tamamen
zıt figürlerde bulunması, artarda birtakım komik olaylar yaşaması, polislerle
olan kaçıp kovalamacaları, tehlikelerden kolaylıkla sıyrılması, toplumun
kanıksanmış değerlerine baş kaldırıp saf bir marjinallik kompozisyonu çizmesi
onun tüm dünyada tanınmasını ve mitleşmesini sağlayan karakteristikleridir.
Chaplin, bizim içine atılmış olduğumuz dünyaya tepkilerini sıradışı bir ifade
tarzı ile gösterir. En sıkıntılı, en zorda olduğu durumlarda bile rakibinin
arkasına bir tekme atmaktan geri durmaz. Bunu rakibi başka bir yöne bakarken
yapar. Bu ani tekmeler onun karakterinin bir göstergesidir. Yaşamdaki hiçbir
sorunu doğrudan doğruya karşısına alarak çözme yoluna gitmez. Haraketleri
mekaniktir, tekrarlara dayanır.
Bunlardan başka toplumun taleplerine karşı Charlieínin özgürlüğünün
karakteristik görünümlerinden biri onun kutsal kabul edilen değerlere karşı
bağımsız bir tavır almasıdır. Chapliníin pek çok filmi ABDíde Prüten toplumun
hoşgörü gösteremeyeceği tarzda ruhban sınıfına karşı olan unsurları
barındırmaktadır. Ancak kutsal değerlere bir saygısızlık niyeti taşımamaktadır.
Sadece inançları ile yaptıkları taban tabana zıt olanlara karşı tepkilidir.
Bunların yanı sıra Chaplin hiçbir toplumsal çerçeveye, kalıba uymak istemez.
Örneğin Şarlo bir türlü çatal bıçak kullanmasını beceremez.
Baziníe göre Charlie Chaplin komedilerinin en iyi bölümleri ise bizi taklit
ettiği bölümlerdir. Örneğin kendisini kibar davranmaya zorlaması gibi.
Bazin ëQue est ce que le Cinemaí adlı kitabında Chapliníin bazı filmleri
üzerinde özellikle durmuştur. Bunlar ëMonseur Verdouxí ve ëSahne Işıklarıí adlı
filmleridir. Bu filmeleri ele alırken Chapliníin diğer filmleri ile
karşılaştırma yaparak farklarını ve chapliníin sinematografik değişimini
özellikle vurgulamıştır.
Mösyö Verdoux: Baziníe göre Verdoux Chaplin evrenine yeni bir ışık getirmiş, onu
düzene sokmuş ve anlam kazandırmıştır. Hatta çoğu eleştirmen beğenmese de
Chapliníin en iyi kotarılmış filmidir. Mösyö Verdouxída, Verdouxíun serüvenleri,
Şarloínun başından geçen-lerden çok daha derin anlamlar içermektedir. Hem de
tamamiyle karşıt yönde oldukları halde!!! Sözgelimi Şarlo topluma uymaz,
beceriksizdir, fakirdir, haraketleri abartılıdır;ama iyi kalplidir. Verdoux ise
onun tam tersidir. Zengindir, topluma uyumludur, görünüşte tam bir
centilmendir:ama aslında evlendiği kadınları zehirleyerek öldürüp servetlerine
konan bir katildir.
Baziníe göreVerdoux, Şarloínun bir dönüşümünden başka bir şey değildir. (Zaten
bu işbitirici, çokeşli adam aslında gizli bir sevecenliği maskelemektedir. Her
şeyi, özürlü olan ilk karısına ve çocuğuna iyi bir hayat temin etmek için
yapmaktadır.)Şarlo tiplemesi Keystonedaki ilk filmlerden ëAltına Hücumí filmine
değin psikolojik ve ahlaksal bir değişim geçirmiştir. Verdoux işte bu değişimin
son halkasıdır. Tamamiyle yerine oturması, anlama kavuşmasıdır. Baziníe göre
Chapliníe filmlerini tamamlamak, noktalamak için Mösyö Verdoux gerekiyordu.
Verdoux, varlığıyla tek başına toplumu suçlu kılmıştır. Toplum suçladığı kişiyle
aslında kendisini vurmaktadır ve bunun farkında olan Verdoux adalete teslim
olurken, hatta ölüme giderken bile son derece rahat ve kayıtsızdır. Kendi
vicdanına ve adaletine güvenen toplum, Verdouxíu mahkum ettiğini sanarak aslında
Şarloíyu öldürmüştür.
Sahne Işıkları(Limelight):Baziníe göre Sahne Işıkları her şeyden önce bir
otobiyografik çalışmadır. Filmdeki Londra Chapliníin yoksul çocukluğunun geçtiği
Londradır. Bu film bir anlamda yaratıcısının kendi düşüşünü ve ölümünün dramının
sergilendiği paradoksal bir yüzleşmedir. Chapliníin oynadığı şöhretini yitirmiş
ve bir köşeye çekilip ölümünü bekleyen palyaço Calvero ile Chaplin arasında
inkar edilemez bir bağ vardır. Calvero hem Chapliníin korkulu düşü hem de bu
korkuya karşı kazandığı zaferdir. Çünkü Chaplin Calvero gibi şöhretini
yitirmemiştir. Chapliníin bu filmde ilk defa makyajsız olarak kendi yüzüyle
oynaması hiç de tesadüf değildir. O, aslında Calvero aracılığı ile seyircinin
kendisine olan sevgisini ölçmektedir. Sahne Işıkları ile Moliereíin başyapıtı
Don Juan arasındaki benzerlik çok derindir.
Aynı Don Juan gibi sahne ışıkları da sanatçının yüreğinin en gizli yanını dile
getiren, çok çabuk tasarlanmış ve yazılmış bir metindir. Oysa Chapliníin
filmlerinin çekimi ayları bulabilmekteydi. Ama yapımdaki bu hızlılık esere kesin
bir uyum katmıştır.
Baziníe göre sahne ışıkları gerçek bir melodram değildir. Bir melodram her
şeyden önce karakterlerin anlaşılırlığıyla tanımlanır oysa Calvero
anlaşılmazlığın ta kendisidir. Ayrıca melodramlarda düğümün nasıl gelişeceğini
izleyiciye önceden kolaylıkla kestirme olanağı sağlanmalıdır. Sahne Işıkları ise
hemen hiçbir noktanın beklendiği gibi gelişmediği bir filmdir.
Bazin, Chapliníin kendini teknik sınırlama kaygısına düşmeden, söylemek
durumunda hissettiği şeylerin tümünü, sinemayı kendine bağımlı kılarak aktaran
ve bugüne kadar eşi benzeri olmayan bir yaratıcılık örneği vererek sinema
tarihinde film gelişimine ayak uydurmayı başarabilmiş ender bir deha olduğunu
belirtir. Sinema tarihinde sinemada bu kadar uzun süre(kırk yıl) başarılı olup
devam edebilen çok azdır. Chaplin, sanat dalları içinde en az özgür olan sinema
dalında yaratıcı özgürlüğün simgesi ve modelidir. Büyüklüğü ve dehası da buradan
kaynaklanır.
WESTERN FİLMLERİ (PAR EXCELLENCE FİLMLERİ)
Baziníe göre westerníin gençlik iksirine benzer bir gizemi vardır. Bu, sinemanın
özüne ilişkin bir sırdır. Westernler uzun yıllar boyunca aralıksız başarılar
kazanmış bir film biçimi olarak karşımıza çıkmışlardır. Westernlerin basitliği
ve keskin formu piyasalarda kolayca yer edinmesine olanak tanımıştır.
Bazin, sinema bir eylem olduğu için westernleri ëpar excellenceíyani ÜstünSinema
olarak adlandırmaktadır. Bileşenleri belki her yerde bulunabilen olgulardır.
Amerikan yaşantısının geleneksel yapısı içinde bulunabilirler. Fakat ortaya
koşulların sıradan olmayan bileşimine bağlı bir başarı çıkacaktır. Western
biçiminin ötesinde bir değere sahiptir.
Western, gerçekliğin ve efsanenin sembollerini ve göstergelerini içinde
barındırmaktadır. Mitolojik ifade anlamları arasında yaşama şansı bulmuştur.
Western tarihe olan bir inançlılıktır. Derin köklere sahiptir. Ancak bu tür
psikolojik, tarihsel hatta özdeksel gerçeğe benzeyişlerin ötesinde bir yapıya
sahiptir. Yalnızca çok az westernin tarihsel gerçekleri yansıttığı doğrudur.
Örneğin Tom Miks karakterini bu bağlamda yargılamak saçma olacaktır. Tarihsel
doğrular ile westernler arasındaki ilişkiler doğrudan ve anlık değil, diyalektik
bir yapıdadır.
Western, destansı sınıflandırma içindedir. Çünkü kahramanlar ve efsane
kişilikler birer üstün insan seviyesinde sunulmaktadır. Çekimler ile bir destana
dönüşüm yaşanır. İnsanoğlu ile doğa arasındaki çelişki ortaya konur. Yakın
çekimwesternde kullanılmamaktadır. Haraketli çekim tercih edilir. Çerçeve
çizgisinin sınırlaması reddedilir. Bu, destansı ifadeyi arttırır.
Ancak bu destansı biçem yalnızca ahlaklılığın belirlendiği ve değerlendirildiği
gerçek anlam içinde ortaya çıkar. Bu, toplumsal iyinin ve kötünün içinde
bulunduğu bir ahlaklılık dünyasıdır. Destan giderek trajediye dönüşür. Sosyal
adalet ile ahlaki adaletin bireysel karakterlerinin geçişi arasında ilk çatışma
görünümleri ortaya çıkmaktadır.
WESTERNİN EVRİMİ: Western savaş öncesinde bir mükemmellik düzeyine ulaşmıştır.
Halk özellikle 1937 ile 1940 arasında westernlere büyük ilgi duymuştur. Ancak
savaş yıllarında Hollywood repertuvarından neredeyse tamamen silinmiştir. Çünkü
diğer macera ve savaş filmleri westerne olan ilginin azalmasına sebep olmuştur.
Savaşın kazanılması ve barışın gelmesiyle birlikte westernler yeniden ortaya
çıkmış ve geniş kitlelerin ilgisini çekmeye başlamıştır. Savaş sonrası westerni
Bazin ëSüperwesterní olarak adlandırmaktadır.
Süperwesternler farklı bir içeriğe sahiptir. Savaş sonrası politik unsurların
yanı sıra gelenekçi sosyal ve ahlaki yapı da korunmaktaydı. Savaşın dolaylı
sonuçlarından biri olarak erotizmde bu filmlerde yer almaya başlamıştır. Kapak
kızlarının yükselme dönemi başlamıştır.
Baziníe göre eğer western kaybolmaya yüz tutmuşsa, Süperwestern onun çözülüşünün
ve son çöküşünün bir ifadesi olacaktır. Ancak Western, Amerikan komedisi ya da
polisiye filmlerden daha sağlam bir yapıya sahiptir. Onun iniş çıkışlar
varlığını fazla etkilemez. Kökleri Hollywood toprağının altında yayılmaya devam
etmektedir.
Baziníin westernlere yönelik en önemli eleştirisi ise romansal unsurlar
barındırmalarıdır. Karakterlerin özgünlüğü dahilinde yapımlar
gerçekleştirilmesine karşın bu, daha çok geleneksel temaların zenginleştirilmesi
şeklinde olmaktadır. Filmlerin karakterleri roman karakterinden tamamen
kurtulamamıştır. Dar görüşlü bir kadın, iyi kalpli bir fahişe, şık bir kumarbaz
gibi karakterler roman kişiliği unsurlarına birer örnektir. Romancı western
özellikle savaş sonrası film yapım dünyasına giren sinemacılar tarafından
gerçekleştirilmiştir. Westernler gelişimini her şeye rağmen klasik ve romancı
yapı üzerinde sürdürmüşlerdir.
KAPAK KIZI ENTOMOLOJİSİ
Bazin her şeyden önce kapak kızı tanımlamasının pornografik ya da erotik bir
ifade olarak ele alınmaması gerektiğini vurgular. Kapak kızı hem biçim hem de
işlev olarak farklı bir olgudur.
Savaş döneminde ABD askerlerinin dünyanın dört bir yanında dolaşmaktan yorulduğu
bir dönemde endüstriyel bir ürün haline gelmiştir. Yani savaş döneminin bir
ürünüdür. Ciklet ya da margarinden fazla bir farkı olduğu düşünülmemekteydi.
Daha sonraları cinsel cazibe unsuru git gide daha fazla ön plana çıkmaya
başlamıştır. Ancak düzgün bir fizik, genç ve diri bir vücut kapak kızı tanımı
için yeterli değildir. Kapak kızı iki ayrı yöne birden hizmet etmek
durumundadır. Bir yandan Protestan ülkelerin toplumsal sansür anlayışına
uymalıdır -çünkü bunu yapmazlarsa endüstriyel olarak var olamazlar ;bir yandan
da insanların cinsel içgüdülerine hitap etmelidir. Bu iki gerçeklik arasında bir
denge korunmalı ve maksimum fayda sağlanmalıdır.
Ancak kapak kızı çıkış noktası olarak sinemanın bir parçası değildir. Bu olgu
ekranda değil dergi kapaklarında doğmuştur. Bunun ertesinde sinema bu oluşumu
kullanma yoluna gitmiştir. Başta ekran bu alanda katı bir geleneğe sahipti.
George Meliesíin kadınları daha kapalı giysiler içinde gösterilirken bir dönem
sonra Mack Sennett yavaş yavaş kadın çekiciliğini ortaya koyan görüntüler
oluşturma olgusuna yönelecekti.
Bazin bu tür sinemasal erotizme çok değer vermemektedir. Özel tarihsel
koşulların gereği olarak kapak kızı tanımlaması yapay ve gelip geçici bir yapıya
dönüşmüştür. Savaşın yarattığı sosyolojik durum bu oluşuma neden olmuştur ve
kadınlar bir üretim platformunda belli standartlara uygun olarak üretilmektedir.
Başak ABACIGİL
İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi
Radyo-TV ve Sinema Bölümü
3. Sınıf Öğrencisi
140398002