Belgesel Sinema Eğitimi ve Belgesel Sinema İle Eğitim
Belgesel sinema, sinemanın bulunuşuyla eşit bir yaşa sahiptir. Bu yargı
sinemanın aynı zamanda “belge-sel” olarak başladığını vurguluyor. Her ne kadar
ilk çekilmiş belge film görüntüleri, örneğin: Lumiere kardeşlerin “Bir Bebeğin
Mama Yiyişi”, “Bir Trenin Gara Girişi”, Lumiere Fabrikalarından İşçilerin
Çıkışı” gibi filmlerini, belgesel sinema olarak tanımlamak zor olsa da, en
azından belgesel sinemanın temel malzemeleri olan belgeleri oluştururlar. O
halde öncelikle belgesel sinemayı tanımlamak gerekir mi? Eğer sinema sanatsa ve
belgesel sinema da bu sanatın dünya çapında kabul gören önemli bir türünü
oluşturuyorsa, bence İngiliz Belge Film Okulunun kurucusu John Grierson’un
tanımı bu işi layıkıyla yerine getiriyor: “gerçeğin yaratıcı bir şekilde
yorumu”. O halde belgesel sinemanın anahtar sözcükleri gerçek ve yaratıcılıktır.
Bu kavramları sarmalayan diğer iki alt başlık ise etik ve estetik; yani gerçeğe
ne kadar doğru olarak yaklaşılacak ve gerçek ne kadar etkili olacak şekilde
işlenecektir. Bu kavramlara noktayı koyan ise yorum, yani mesajdır.
Belgesel sinema eğitimi hakkında bazı argümanlar ileri sürüp, tartışma ortamı
oluşturmadan önce, bir konuya açıklık getirmede fayda olduğunu düşünüyorum.
Eğitim açısından belgesel sinemaya yaklaşırken, sinema eğitiminin önceliğinden
bahsetmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Diğer bir deyişle belgesel sinemayı,
genel anlamda sinema eğitiminin dışında düşünmemek gerekiyor.
Genel bir tanımlamadan sonra Türkiye’de akademik bağlamda sinema eğitiminin
geçmişine bakacak olursak, önceleri A.Ü.Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bağlı
Tiyatro bölümünde ve bugünkü Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinin
başlangıcını oluşturan S.B.F.Basın-Yayın Yüksek Okulu’nda ders olarak sinemanın
okutuldu-ğundan bahsedebiliriz. Sinema eğitiminin doğrudan yapılmaya
başlamasının hazırlıklarını Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlı Sinema-TV
Enstitüsü, Anadolu Üniversitesi ve Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
başlatmışlardır. Akabinde de hem bu iki üniversite de, hem de Ege Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sanat amaçlı sinema-TV eğitimi başlatılmıştır. 1983
yılında ise, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine bağlı olarak bir
Sinema-TV Bölümü daha kurulmuştur. Bu gün ise sayısı yirmiyi geçen İletişim
Fakülteleri’nin neredeyse hepsinde ve sayısı otuzlara yaklaşan Güzel Sanatlar
Fakülteleri’nin dört tanesinde sinema ve televizyon eğitimi bilimsel veya
sanatsal bir bazda (dolaylı veya direk olarak) verilmektedir. Sinemanın bir
sanat dalı olarak ve aynı zamanda bilimsel bir yaklaşımla ele alınmasının
eğitimi, ülkemizde yaklaşık yirmi beş yıllık bir geçmişi geride bırakmıştır.
Bugünkü çerçeve içinde Türkiye’de, konumuzu oluşturan belgesel sinema eğitimi,
branş olarak değil ders olarak verilmektedir. Bu derslerin neredeyse hepsi de
İletişim Fakültelerinin Radyo-TV-Sinema bölümlerinde toplanmıştır. Bu
üniversitelerin ve fakültelerin başlıcaları, Anadolu, Ege, Galatasaray,
İstanbul, Marmara, Maltepe ve Yeditepe İletişim Fakülteleridir. Bu bir çelişki
olarak görülebilir. Çünkü uygulamanın öne çıktığı bir eğitim, öncelikle Güzel
Sanatlar Fakültelerinin Sinema-TV Bölümlerinde verilmektedir. Güzel Sanatlar
Fakültelerine bağlı sinema sanatı eğitimi veren bölümlerde, ayrıca bir belgesel
sinema dersi verilmemesine karşın, eğitimin içinde belgesel sinemanın yaklaşımı
geniş olarak ele alınmaktadır. Günümüzde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi kredili sisteme geçtikten sonra, Fakültenin Sinema-TV Bölümü, belgesel
sinemayı ders programına almıştır. Ayrıca öğrencilerin sınıf geçme ve okul
bitirme projelerinin neredeyse yarısını belgesel filmler oluşturmaktadır.
Belgesel sinemaya ilişkin eğitim, ülkemiz dışında Almanya’da Münih Film
Akademisi’nde ve İngiltere’de Ulusal Film Televizyon Okulu’nda, ayrıca ABD’nin
bazı okullarında özellikle ayrı bir kurs olarak ele alınmaktadır. İngiltere
Ulusal Film Televizyon Okulunda sinemayla ilgili pek çok kurstan biri de
belgesel yönetimi bölümüdür. İki yıllık eğitim süresinde, belgeseli oluşturan
unsurlar üzerinde durulmaktadır. Bu okulun amacı film yapım pratiğinde öğrenciye
ustalık kazandırmayı amaçlarken, belgeselin ana meseleleri olan estetiği ele
alma, biçim ve etiğe saygı gibi konular süre giden tartışmalarla
değerlendirilmektedir. Bu kurs içinde kamera, ses, montaj teknikleri, müzik gibi
konular öğrencilerin işbirliği içinde çalışmalarıyla kendilerine
belletilmektedir. Öğrenciler, uygulamalı projelerle araştırmacı ve yapım
yönetmeni deneyimi kazanırlar. Bu bahsedilenlerle ilgili hazır hale
geldiklerinde, endüstriye girerek serbest olarak yapımcı/yönetmen olarak
çalışmaya başlayabilirler, işlerini gerçekleştirerek onları satabilirler. Okul
kendileri için ideal öğrenciyi, güçlü bir sosyal duyarlığa sahip ve duyarlığı
bireysel öykülere dönüştürebilecek tutkuyla birleştiren kişiler olarak kabul
etmektedir. Okulun belgesel alanındaki öğrenci profili geniş çeşitlilikte bir
“background”a sahip fakat genellikle önceki çalışmaları deneysel film yapımı
olan öğrencilerden oluşmaktadır.
Ülkemizde de olduğu gibi, Avrupa ve Amerika’da da, sinema ve TV dünyası oldukça
cazip görünen bir ilgi alanını oluşturmaktadır. Sinema dünyasına girmek, Berlin
Film Akademisi Müdür Yardımcısı Marin Martschweski’nin geçtiğimiz yıllarda
İstanbul Goethe Enstitüsü’nde, Marmara Üniversitesi Sinema-TV Bölümü ile Berlin
Film Akademisinin ortak düzenlediği toplantıda belirttiği gibi oldukça zordur.
“Gerek konvansiyonel sinema açısından, gerekse de belgesel sinema açısından da
sinema okulları, sinema eğitimi almak, aynı zamanda bu alana girebilmek için bir
tramplen oluşturmaktadır”. Tramplenin işlevini yerine getirebilmesi, bu eğitimi
alacak öğrencilerin bilinçli bir tercihte bulunmalarına ve doğru seçilmelerine
de bağlıdır.
Türkiye’de sinema eğitiminin yirmi beş yılı geride bıraktığını daha önce de
vurgulamıştık. Fakat bununla birlikte, henüz belgesel film alanında her hangi
bir Güzel Sanatlar Fakültesinin Sinema Bölümünde bir Belgesel Sinema Sanat Dalı
veya herhangi bir İletişim Fakültesinde bir Belgesel Sinema Bilim Dalı
kurulmamıştır. Bu yaklaşım onay görmeyebilir. Belgeselin, sinema içinde bir
yaklaşım şekli (sinemanın kendisi) olduğu, ondan ayrı bir şeymiş gibi ele
alınmasının gerekli olmadığı ileri sürülebilir. O halde verilecek yanıt, mevcut
koşullar içinde belgesel sinemayla ilgili eğitimin nasıl verildiği yönünde
olmalıdır. Bu gün üniversitelerimizde belgesel sinema eğitimi, kendisiyle ilgili
ders başlıkları altında ele alınmaktadır. Bu bağlamda ise belgeselin ortaya
çıkışına ilişkin kronolojik bir tarihsel yaklaşımın ötesinde, diğer yandan
belgeseli kurmacadan ayıran unsurların üstünde durulmaktadır. Ayrıca, belgeseli
oluşturma açısından rehber unsurların teknik ve içerik olarak tanımlamaları
yapılır. Teknik açıdan bakıldığında, kamera ve ışık, ses ve müzik kullanımı
üzerinde durulur. Bu aşamada bu öğelerin estetik bağlamda yarattığı etkiden
ziyade, bir belgesel filmi oluşturma açısından doğru kullanılmalarına ilişkin
yöntemlerden bahsedilebilir. Bu süreçteki en önemli dezavantajlardan biri, bazı
üniversitelerimizdeki yetersiz donanım ve çoğundaki uygulama eksikliğinden
kaynaklanır. O halde şöyle bir yargıda bulunmak sanırım çok yanlış olmayacaktır.
Ülkemiz üniversitelerinde belgesel sinema eğitimi haftada iki veya üç saatlik
derslerle genel olarak teorik düzeyde yapılmaktadır. Diğer yandan belgeselin en
önemli aşamalarından olan araştırma sürecinden bahsedilmektedir. Ama uygulama
eksikliği bence belgeselin en önemli aşamalarından olan gözlem aşamasının
yerleşmesine katkıda bulunamaz. Şüphesiz bir film yapıtının ilk aşaması yazılı
bir texttir. Text belgesel film için de gereklidir. Ama kurmaca bir filmdeki
gibi belirleyici olmayabilir. O halde belgesel film için önemli olan süreçler,
araştırma ve gözlem (yaşantı paylaşımı)dir. Söz konusu iki aşamada, zahmetli ve
duruma göre daha fazla para harcamayı gerektirmektedir.
Araştırma yapmaya daha az yatkın olan günümüz öğrenci kuşağında, son birkaç
yıldır ara sınıf projesi ve diploma projesi olarak giderek belgeselden uzaklaşma
eğilimi belirmektedir. Hatta daha trajik olan bir şey ise, kayda değer bir proje
oluşturamayan bazı öğrencilerin belgesel sinemayı proje olarak seçmeleridir.
Şüphesiz sonuçta oldukça yetersiz, derdini anlatamayan ve gereksiz yere uzamış
pek çok “belge film” ortaya çıkmaktadır. Eğer üniversitelerimizin Sinema-TV
bölümlerinin gelecekte belgesel sinema yapmaya istekli ve yetenekli kişileri
yetiştirmede bir kaynak olduğunu düşünüyorsak, o zaman belgesel sinema eğitimine
daha önem vermeliyiz; en azından bir branş eğitimi olarak da sürdürülmesi
yönünde adımları atmalıyız. Çünkü belgesel sinema bir toplumun belleği, bu
günden yarına nelerin kaldığının da envanteridir. Belgesel film toplumun
bilinçaltıdır; ortak hafızamızdır. Bu çerçevede bence önemli olan diğer bir
nokta ise, belgesel sinema eğitimini sadece üniversitelerin eğitimi içinde
düşünmekten öte, orta öğretim kurumlarında da seçmeli veya zorunlu ders olarak
verilebilmesini sağlamaktır. Yazımızın başlığını oluşturan belgesel sinema ile
eğitim bu bağlamda önemli işlevler yüklenebilir. Yetişmekte olan genç nesillere
görsel ve işitsel algılamanın gücünü kullanarak pek çok yararlı alanda bilgiler
aktarılabilir.
Belgesel sinema, bilgilendirme ve eğitici olma yönünde eğilimleri daha fazla
içerir. Bu eğilimler kitlesel tüketimi amaç edinmiş kitle iletişim araçlarında
(bu tüketimin illa meta tüketimi olması gerekmemektedir; günümüzde
metalaştırılma hızı artan kültürel tüketim de bu tüketimin bir boyutunu
oluşturmaktadır) günümüzün yer değiştirmiş değerler ortamında sıkıcı, ilgi
çekmeyici bulunabilir. Ama belgesel sinemayla, daha önce de vurguladığımız gibi
yetişmekte olan kuşakların bilgilendirilmesi yönünde ve görüntünün belgelerini
kullanarak geçmişimize ilişkin geleceğe yönelik önemli bir bellek
oluşturabiliriz. Belleksiz toplumlar, belleğini kaybetmiş insanlara benzerler.
Bu durumda böyle toplumlar ve kişiler için geçmiş ve gelecek kavramı
karışmıştır. Bu anlamda belgelemek ve belgeleri geleceğe bırakmak çok önemlidir.
Belgesel sinema ayrıca sözlü tarih yaratma işlevini de yerine getirmede çok
önemli bir araçtır. Belgesel sinemanın da kullandığı bilgi elde etme
yöntemlerinden biri olan sözlü tarih, aynı zamanda sanat ve bilim arasında bir
köprü işlevini yüklenir. Aynı zamanda, Tarih, Sosyoloji ve Antropoloji gibi çok
önemli sosyal bilim dalları da kendi araştırmalarında sözlü tarih yönteminden
faydalanmaktadırlar. Özellikle tarih bilimi için araştırma aşamasında bu
yöntemin kullanılması nesnellik açısından belirleyici, başat giden bir yöntem
değildir. Ama diğer yandan sadece canlı tanıklıkla bilgiye ulaşabilmenin zorunlu
olduğu durumlar içinse bir gerekliliğe dönüşebilir. Sosyoloji biliminin sözlü
tarih yönteminde daha çok ses kaydını tercih etmesi, Antropolojinin ise hem ses
kaydı, hem de antropolojik film diyebileceğimiz görsel belgeleri araştırma
sürecinde kullanması, görsel bir anlatım dilinin gerçeğe salt sanatın penceresi
açısından yaklaşmayı değil, aynı zamanda bilimin de işine yarayabilecek bir
işleve dönüşmesine neden olur. Bu bağlamda gene yazımızın başlığında
vurguladığımız belgesel sinema ile eğitim kavramının sınırlarının ve gücünün
oldukça geniş bir yelpazede karşımıza çıkabileceği görülmektedir.
Belgesel sinemayla ilgili yapılan toplantılara çağrılan belgesel film
temsilcileri, genellikle kendilerinin de kabul ettiği gibi toplantıları bir
ağlama duvarına dönüştürmektedirler. Günümüzde belgesel sinemanın yeterince ilgi
görmediği, cılız desteklerle programlardan kaldırılmadığı, en seyredilmeyecek
saatlere konulduğu bir gerçektir. Hatta belgesel yapımcısı Sayın Nebil Özgentürk
bir paneldeki konuşmasında, artık TV oskarları gibi ödül seremonilerinde bile
belgeselin kategori dışı kaldığından bahsetmiştir. Bu oluşum bir bakıma doğal
görünmektedir. Çünkü günümüz dünyasına hakim olan yeni dünya düzeni ve
küreselleşme gibi kavramlar, ulus devletlerin egemenliğine son verirken çok
uluslu şirketlerin egemenliğinin yükselmesine katkı oluşturmaktadır. Yakın
geçmişte Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, ülkesinin bir özel şirketi
helikopter ihalesinden dışlanınca, ülkemize yapacağı resmi ziyareti
ertelemiştir. Artık dünya ülkelerinin vatandaşları, eğlendirilirken eğitilecek,
bilgi de verilecek kişiler olarak değil, sadece eğlendirilerek tüketimi
hızlandıracak müşteriler olarak algılanmaktadır sanki. Müşteri kavramının
yerleştiği ortamda, idealist yaklaşımların yerini ticari yaklaşımlar almaktadır.
Ülkeler arasındaki ilişkilerde önceliğin çıkar zeminine oturduğu gibi, devlet ve
vatandaş arasındaki ilişki de eğitimi, kaliteyi arttırmak, bilgiyi üretmekten
öte; çıkar zemini üzerine oturmaya başlamış görünmektedir. Böyle bir dönüşümün
devlet-vatandaş ilişkisinde ortaya çıkması ise kabul edilebilir değildir.
Ülkemizin geçmişi çok eski olmayan özel televizyon kanalları da, izleyicisiyle
öncelikle bir müşteri ilişkisi kurmayı tercih etmişlerdir. Buna da kolay bir
payanda bulmuşlardır: izleyicinin tercihi. Gerekçeleri ise, yaşamak için sadece
reklam gelirlerine bel bağlamak zorundayız şeklindedir. Belki bu alana
milyonlarca dolar yatırarak girenler açısından baktığınızda hak da
verebilirsiniz. Ama gazetecilik, görüntülü gazetecilik, günümüzün moda deyişiyle
“medya”, işlevini yerine getirirken kamuya karşı sorumluluk taşımak
durumundadır. “Bu sorumluluğun” salt promosyon ürünlerini satmayı içermediğini
düşünüyorum. Bizimki gibi toplumlarda medyanın, bir toplumu biçimlendirmeye ve o
toplumun “geleceğini” yaratmaya katkısı, daha güçlü görünmektedir. Dolayısıyla
medyanın, kolektif bir etik ve estetik anlayışın yerleşmesinde büyük payı
olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Bu gücün yaklaşımları zararlı bir
oluşum yarattıysa, bunun etkilerini düzeltmek ise yıllarca sürebilir (belki de
düzeltilmesi olası olmayabilir).
Doç. Dr. Bülent VARDAR
Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü,
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Radyo-TV-Sinema Bölümü,
Öğretim Üyesi
KAYNAKÇA
ADALI, B., Belgesel Sinema: Belgesel Sinemanın Doğuşu İngiliz Belgesel Okulu ve
Türk Belgesel Sineması, İstanbul, Hil Yayın, 1986.
MARTSCHEWSKİ, M., Türkiye’de ve Dünyada Sinema Eğitimi Sorunları, Panel,
İstanbul Goethe Enstitüsü, 9 Mart 2000.
PARSA, S.,-ÇETİNTAHRA, A., Belgesel Film Yapım Teknikleri, İzmir, 2000.
ROTHA, P., Belgesel Sinema, İstanbul, Sistem Yayıncılık.
RABIGER, M., Directing The Documentary, Butterworth-Heinemann, Focal Press,
Third Edition,1997.