“Bir belgeselin,
belgesel olarak nitelendirilebilmesi için mutlaka bir mesajının
hatta evrensel bir mesajının olması gerekir. Aksi takdirde o film bir “bilgisel”
dir.
Belgesel tanımlamasını bu şekilde yapıyordu Suha Arın. Örnek olarak da,
aslanların
hayatı ile ilgili yapılan bir filmden söz ediyordu. Aslanların yaşamlarını
anlattığınız bir belgeselde, şayet onların “sadece karınlarını doyurmak için
avlandıklarını belirtirseniz” o film “Bilgisel” den çıkıp “Belgesel” e
dönüşmüştür diyordu Büyük Usta.
“Anadolu Uygarlıklarından İzler” dizisinin ikinci filmi “Midas’ın Dünyası”
belgeselidir. Çekimlerine, öğrencileri Nesli Çölgeçen, Yalçın Yelence ve Kemal
Sevimli ile birlikte baştan sona ben de katılmıştım. Bu çekimde de Eskişehir,
Kütahya, Afyon üçgeninde yer alan Frig eserleri çekilmiş, Polatlı yakınlarındaki
antik Gordion Kentinde bulunan ve efsanevi kral Midas’a ait olduğu düşünülen
Tümülüs’de üzerinden güneşin doğuşu ile görüntülenmiş, sıra kurgulanmasına
gelmiştir. Belgeselin giriş sekansı, tümülüsün siluetinin üzerinden güneşin
yavaş yavaş doğuşu ve aydınlanması ile birlikte kameranın, mezar odasına ulaşmak
için açılmış dehlizde yürümesi ve nihayet aydınlatılmış odaya girişi şeklinde
kurgulandı.
Bu belgeselin özgün müziğini ünlü bestekâr rahmetli Ferit Tüzün yapacaktı. Filmi
izlemiş, yapacağı müziği düşünüyordu. Akşam geç vakit Suha ağabeyim, ben ve
rahmetli Ferit Tüzün işkembe çorbası içmek için Ankara‘da Sakarya caddesinde
bulunan Rumeli İşkembecisine gittik.
Ferit Bey, şarap kadehi biçimindeki su bardağının içine parmağını soktu ve
bardağın kenarında çevirmeye başladı. Bir süre sonra cam bardaktan değişik
sesler çıkmaya başladı. Ünlü bestekâr mutluydu. Güneş ışınlarının çoğalmasına
paralel olarak, tek bardakla başlayıp daha sonra çeşitli miktarlarda sular
koyarak değişik sesler elde ettiği bardaklardan çıkan armoniyle bu gizemli
dünyaya giriyordu. Mezar odasına giden dehlizde timpani ve zillerin iştirakiyle
kamera ilerlerken mezar odasına girişle birlikte tam bir sessizlik hakimdi…
Urartu’nun İki Mevsimi belgeselinin özgün müziğini yine başka bir ünlü bestekâr
Nevit Kodallı yapmıştı. Sadece kış ve yaz mevsimlerini yaşayan, kışın çetin doğa
koşulları ile, yazın da saldırgan komşuları Asurlularla boğuşan bu sanatkar
milleti “Mey” adı verilen nefesli sazdan çıkan duygulu seslerle anlatıyordu.
"Dünya Durdukça : Mimar Sinan" belgesel dizisinin özgün müziğini genç bestekâr
Turgay Erdener yapmıştı. Sinan’ın muhteşem eserlerini görüntünün yanında
müziğiyle de adeta beynimize nakşederek…
Ustanın, yaşlı bir şerbetçinin gözünden anlattığı “Kapalıçarşı’da 40.000 Adım”
belgeseli, Yalçın Tura’nın duygusal özgün müziğiyle, “İstanbul’un Çağırdığı Su”
belgeseli de, Timur Selçuk’un müziğiyle seyirciyle buluştu.
Suha Arın’ın çok sayıda belgeselinin müziğini yapan Nadir Göktürk’e gelince. Bu
duygu yüklü müzik adamı, adeta bir kanaviçe işler gibi bu belgesellere özgün
müzik yapmıştır. Batı normları ile başladığı Ayasofya belgeselinin müziğini
Osmanlı dönemi ile birlikte kudümlerle süslemesi ve Topkapı Sarayı belgeselinin
Harem bölümünde ki duygusal müziği izleyenleri çok etkilemiştir.
Bir belgesel çekmeye karar verdiğiniz zaman, önce omurgasını oluşturursunuz.
Daha sonra bu belgeselle vermek istediğiniz mesajı belirlersiniz. Araştırma
aşaması ve daha sonraki çekim süreci filminizin başarısı konusunda çok
önemlidir. Çok ciddi araştırma yapılmamış, verilen bilgiler birden fazla kaynak
tarafından doğrulanmamış metinler, bilinçli izleyicide şüpheye yol açar. Çekim
aşamasında en büyük şansınız İlhan Arakon ve Turhan Yavuz gibi görüntü
sihirbazlarıyla çalışmaktır. Sıra omurganın artık ete bürünmesine gelmiştir.
İşte bu noktada sizinle aynı duyguları paylaşan müzisyenler devreye girer.
Görüntünün dışında ses, gerek müziğiyle, gerekse metni seslendirenlerin
katkısıyla ürünün “eser” olmasını sağlar.