Bilardo Müsabakası Filmi ve ''Sinemamızın 100. Yılı''
“İlk Türk filmi” diye kayda geçen Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı
yerine, bu bilardo oyunu filmini düşünmek için birçok nedenim var. Filmi, kâhya
Hamit’in çekmiş olma ihtimali.
Tolga Yalur
İstanbul - BİA Haber Merkezi
20 Aralık 2014
Bu sene, yani 2014, “Sinemamızın 100. Yılı” addediliyor. Bir takım yazılı ve
görsel kaynaklara göre, bir Osmanlı askeri olan Fuat Uzkınay, imparatorluğun son
yıllarında Ayastefanos’ta yer alan bir Rus abidesinin devrilişini filme almış ve
“Türk Sineması” epistemi, bunun üzerine bindirilerek geçtiğimiz yüz sene içinde
kurulmuş.
Abide tuzla buz olmuş, amenna. Fakat söz konusu film var mı yok mu, kesin
bilmiyor ve kaynaklara sığınıyoruz. Sadece birilerinin kaleme aldıkları
üzerinden oluşturulan bir milli sinema biliminden ve bilincinden söz ediyoruz.
Bense size kısa bir süre önce karşılaştığım ve yerli sinemanın ilk örneği
olduğuna kanaat getirdiğim başka bir filmden bahsetmek istiyorum.
Geçtiğimiz aylarda, Londra’nın kuzeyinde yer alan, British Library ailesinden
Colindale kütüphanesine, İngiliz dostum Ally Lomas sayesinde girme imkânım oldu.
Eski İzmir gazeteleri arşivinin burada olduğunu duymuştum ve salt meraktan
görmek istedim. Colindale’in, İngilizceden Yunanca ve Fransızcaya, basılı ve
mikrofilm halinde muazzam bir medya arşivi var. Biz maalesef burada çok az vakit
geçirebildik. Öyle ki, her istediğimiz kaynağı da bizlerle paylaşmadılar çünkü
güvenebildikleri bir izni alma şansımız olmadı ve bazı gazetelere, en az bir gün
öncesinden doldurulan izin kâğıdıyla erişilebiliyordu. Fakat bulduklarımız, Ally
için olmasa da benim için heyecan vericiydi.
21 Mayıs 1884’ten 1908’e kadar haftalık yayınlanan The Impartial gazetesi,
bilhassa dikkatimi çekti. Birçok sayısı eksikti, kalanların ise hatırı sayılır
miktarı kısmen zarar görmüştü. Muhtemelen İngilizlerin İzmir’e olan ticari
merakı (liman ve demiryolları dolayısıyla), baskının devamlılığını sağlamış. Bu
dönemde İzmir’de oldukça fazla İngiliz ve İngilizce bilen Levanten bir okur
kitlesi bulunduğunu biliyordum. Daha çok ticari mevzular gazeteyi kaplasa da,
cokey oyunlarından kolej ve mekân haberlerine, gazetede yazılanlar şehirde o
dönemdeki ekonomik ve kültürel etkinliklerin bir hayli gösteriyor.
Bunlardan birkaç haberde de, şehrin ticari hayatında saygın bir yer kazanmış
olan kömürcü Paterson ailesinden dede Stanley’in fotoğrafa bilardoya olan
merakından ve köşkünde verdiği bilardo yarışlarından bahsediliyor. Stanley
fotoğraf ve filmlerini, sık sık ziyaret ettiği eski İzmir’in Frank caddesindeki
Milan Svoboda’nın fotoğraf galerisinde ve yabancıların (yabancılar, o zamanın
“gâvur” İzmir’inde Müslümanlar demek) üye izni olmadan alınmadığı English
Club’da görücüye çıkarırmış, kahve ve Smyrna birası eşliğinde! İzmir’de ilk film
gösterimleri geleneğinin başladığı English Club, tüccarların, iş insanlarının,
sanatçıların uğrak yerlerinden. Burada gösterimler çay, kahve, bira ve sohbet
eşliğinde tanıtılırmış. En önemli haber ise, 12 Mayıs 1906 tarihli bir haberde,
o zamanlar gençlik yıllarında olan dede Stanley’in köşkte verdiği bilardo
davetinin filmiyle ilgili olanı. Haberde, kısa da olsa filmde İzmir’in diğer
önde gelen Levantenlerinden ve futbolcularından Herbert Octavius Whittall’la
yaptıkları bilardo müsabakasının olduğu söyleniyor. Gösterim ise yine English
Club’da yapılmış.
Smyrna’nın önde gelen İngiliz ve Fransız burjuva aileleri, kendi aralarında
eğleniyorlar anlaşılan. En azından İzmir’de film gösterimleri yapıldığını
öğrenmek keyifli… Ancak Paterson ailesinin eski memleketi Bornova’dan geldiğim
için, ailenin artık İngiltere’de olduğunu biliyordum. Ben de internet üzerinden
aramak suretiyle, Stanley Paterson’ın torunlarından Matthew Washburn’e ulaştım
ve görüştüm. En azından Londra’da eski bir Levanten Bornovalıyla dirsek temasım
olur, sohbet ederiz diye düşünerek (Osmanlı’dan cumhuriyete Bornova,
Levantenlerin, gayrimüslim tüccarların semtiydi).
Peterson ailesi, kömürcülük işi için kolları sıvayıp 1800’lerin ortalarında
Smyrna’ya yani İzmir’e yerleşmişler. Büyük dede Stanley, babası John Borthwrick
Peterson gibi, bonkör ve sürekli yeninin peşinde bir adam. Bornova’daki Mustafa
Kemal Caddesi üzerinde yer alan ve şimdilerde mahkemelik olan virane köşkünü,
vaktiyle sürekli yeniler ve fotoğraflarmış (Evelyn Calcas da, Gateways to the
Past, Houses and Gardens of Old Bornova adlı kitabında kökü ve büyük büyük dede
John ile Stanley’i anlatıyor). Torun Matthew ise Londra’da doğmuş, ailesinin
İzmir rapsodisiyle ilgili bildikleri, büyükbabası Lorin Washburn’den duydukları.
İşin tuhafı büyük dedesi (dede Lorin’in anne tarafından dedesi) Stanley’nin
kamera sevdasından haberdar olmasıydı. 90 yaşına ayak basmış dede Lorin’le
tanışma şansım olmadı, ancak Matthew benim adıma dedesinin belleğini yokladı ve
bir takım yazışmalarda ve aktarılan aile anılarında, büyük dede Stanley’in
kâhyasına fotoğraf çektirdiği ve bazı davetlerin, aile fotoğraflarının
fotoğraflarını onun çektiğini anlattı.
Günümüze gelen fotoğraflar ve kareler, ya Stanley’nin ya büyük büyük dede
Peterson’ın veya aileden birinin ya da köşkte çalışan kâhyanın çektikleri.
Smyrna’ya de kamerayı ilk getiren kimselerdenmiş dede Stanley. Sadece fotoğraf
değil, aynı zamanda kendi ailesinin ve İzmir’in filmlerini de çekiyormuş. Bu
kadarını torun Matthew aktardı. The Impartial gazetesinde adı geçen filmi de
düşününce, “Acaba bu kâhya kim ve bahsi geçen filmi çekmiş olabilir mi?” diye
sormadan edemedim.
Görünen o ki, elde tutulur fotoğraflardan başka bir şey yok. Matthew da
kendilerinde sadece fotoğraf albümleri olduğunu, eski film kayıtlarınınsa daha
çok İngiltere’de çekildiğini söyledi. İzmir’den ayrıldıkları sırada, köşkte
birçok eski eşyayı bırakmışlar. Bu eşyalar da, artık tamamen yağmalanmış
durumda. En azından Peterson köşkünü görenler, pencere çerçevelerinin bile
kalmadığını anlayacaktır. Zaten yıllarca, çocukluğun boyunca bu köşkte evsizler
kalıyordu. Hatta hayalet öyküleri bile ortalıkta dolaşıyordu. Benimse tek
gördüğüm şey, duvarlardaki grafittiler, köşkün arkasına birkaç yıl önce kurulmuş
bir kafe ve kırılmış bir konyak şişesinin parçalarıydı.
Bornova’da yaşamış olanlar, (hatta benim gibi bir Whittall köşkünde okuyanlar)
bilir, en azından tanışıklığınız olmuştur birileriyle. Burada vaktiyle (ve
kısmen hâlâ) Levantenler için çalışan ailelerden gelen “yabancı-yerli” çok.
Bildiğim birkaç kişiye sorunca, kendisi de 1960’lara kadar Whittall ailesinin
şoförlüğünü yapmış olan Adnan Çamlıbel’le (83) tanıştım (Adnan Bey daha sonra
Bornova Park Taksi’de şoförlük yapmış). Petersonların kâhyasını bildiğini,
tanışıklığı olmadığını söyledi. Hatta kâhyanın torunları, 1950’lerin sonlarında
Foto Hamit adlı bir fotoğraf stüdyosu çalıştırıyorlarmış ve Hamit, dedenin
adıymış. Adnan Bey’in bahsettiği yıllarda, Bornova henüz küçük ve insanların
birbirlerini iyi tanıdığı bir ilçeydi. Fotoğrafçılık, “Hamit torunlar”ın baba
mesleğiymiş… Stüdyo, baba veya dede yadigârı… “Hamit Kardeşler”in çocuklarına
veya torunlarına açıkçası henüz ulaşamadım.
“İlk Türk filmi” diye kayda geçen Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı
yerine, bu bilardo oyunu filmini düşünmek için birçok nedenim var. Filmi, kâhya
Hamit’in çekmiş olma ihtimali (bu da illa Müslüman Türk olması gerektiğinden,
yoksa muhtemelen Uzkınay’dan önce bir film çekmiş olan İstanbullu bir
gayrimüslim, bir Ermeni, Yahudi ya da Rum bir kimseydi). Kuruluş yıllarında
mütemadiyen reddi mirasa gitmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin, bunu reddedeceğini
kendi adıma konuşursam, düşünmek istemiyorum, aksi halde Ayastefanos’la beraber
yerli sinemanın da, kültürel mirasın da tarihi yıkılmış olacak. Dolayısıyla
benim görüşüm, bu senenin fiilen “100. Yıl” olmadığı yönünde. Niyetim bu yıl
bitmeden, bu bahsettiğim ilk filmin peşindeki hikâyenin bir belgeselini
çekmekti, ancak henüz arada kalan boşlukları birleştiremedim. Sanırım şimdilik,
bu milli yüzüncü yıl karnavalında bu bilgiyi sizlerle paylaşmak ve belgeseli
sonraya bırakmak daha iyi olacak.
Ayastefanos için olduğu kadar, Bilardo Müsabakası için de yeterli epistemolojik
bilgi var. Öyleyse, Bilardo Müsabakası’na neden “ilk film” demeyelim?
Nasıl oluyor da koca imparatorlukta, yirmi yıl boyunca o kadar fotoğrafçılık
yapan gayrimüslimler; Ermeni, Rum ve Yahudiler varken ilk filmi aramak için 1914
yılını bekleyip bir Türk askerinin kamerayı eline almasına takılıp kalıyoruz?
Ayestefanos’un ilk film olduğunun bir ispatı değil, inancı söz konusu. Bu inanç
da ideolojik bir tarih yazımıyla, millici bir vaatle; tek tek parçaların bir
şekilde zincirlenerek bütünlüklü bir hikâyenin, bir hâkim ruhun mütemadiyen
bizlere öğretilmesiyle devam ediyor. İnanç, bize tamlık ve kesinlik metinleri
sunan ideolojinin bir çıpası. Bir takım manipüle edilebilir belgelere dayanarak
gerçekleştirilen tarih yazımı performansıyla kendini sürdürüyor. Esasen yukarıda
okuduğunuz Bilardo Müsabakası hikâyesi de bunu taklit ederek iki film arasında,
ilklik adına dikkate değer bir fark olmadığına işaret etmek için ortaya attığım
bir kurmaca, bir performans. Adı sanı geçen kimseler bazen gerçek bazen değil.
Ancak yalan da değil. Yalan olup olmaması, sizin inancınıza kalmış. (TY/NV)
* Tolga Yalur Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi, "Devrimden Sonra Birinci
Yüzyıl Yönetmenlerin İzinde Macar Sineması" isimli bir kitabı bulunuyor.