Amerikan sineması içinde kendine özgü bir yeri olan David Lynch, filmleri ile
standartlaşmış Hollywood filmlerinin aksine; farklı sinema dili, anlatısı,
gerçeküstücülüğü, olayları kurgulayış biçimiyle hem Kara Film, hem de Postmodern
sinema içindeki yerini almıştır. David Lynch filmleri, birçoklarına tanımsız,
anlamsız, birbirinden alakasız olaylar-ipuçları içeren anlatılar gibi
görünebilir; ancak Lynch türün kodlarına ve antlı kalıplarına vurgu yaparak
kendine özgü oyununu oynar. David Lynch sinemasının değindiği belli başlı
temalar şöyle sıralanabilir: Geçmişe dönme isteği, geçmiş - şimdi arasında gidip
gelme ve her iki zaman dilimi arasındaki tüm sınırların silinmesi, gerçek ve
gerçeküstücülük; hatta hayaller alemi, cinselliğin aşırılaşması, isteklerin ve
ihtiyaçların metalaşması, erkekliğin somutlaştırılması (vurgulanması), tüketimin
artışı, bireylerin hem kendilerine hem de birbirilerine yabancılaşmaları…
“Jameson, Lynch’in Blue Velvet’i (Mavi Kadife) ve Demme’nin Something Wild’ini
(Vahşi Bir Şey) çözümlerken bu filmlerin, kendi şimdiki zamanını tanımlamaya
çalıştığını ve aynı zamanda da bu girişimin uğradığı başarısızlığı yansıttığını;
kendini, geçmişin çeşitli kalıp yargılarının yeniden bir araya getirilmesi ile
sınırlandırılmış kolektif bilinçaltını gösterdiklerinden dolayı da ikili
yorumlanabileceğini söyler” (BÜYÜKDEVENCİ ve ÖZTÜRK, 1997:25). Blue Velvet, bu
nedenle geçmiş ve günümüz arasındaki tüm sınırları ortadan kaldırır; izleyenleri
de günümüzde olduklarına inandırır. Film, yasak ve ayıp olanı, izleyenlere
“olması gereken” gibi sunar.
David Lynch filmleri geleneksel sinema kalıplarının değerlerini, ütopyalarını ve
amaçlarını alt üst eder; Blue Velvet filminde de olduğu gibi, değişimin
vazgeçilmez olduğunu vurgulayarak postmodern kalıplar üzerinde yoğunlaşır. Bir
yandan geçmişe özlem duyulurken, diğer taraftan da modernliğin gelişimsel
çizgisi ve teknoloji yakından takip edilir. Postmodernist bir yapı çerçevesinde
Blue Velvet’de; “filmin ana karakterini (Jeffry) birbiriyle hiç bağdaşmayan iki
dünya arasında gidip gelirken görürüz; bir yanda liseliyle, drugstore kültürüyle
50’li yılların Amerikası’nın geleneksel kasaba hayatı; öte yanda
uyuşturuculardan, ruh hastalarından; cinsel sapkınlıklardan örülmüş tuhaf,
şiddet dolu, cinsellik delisi bir yer altı dünyası” (HARVEY, 1997:65). Blue
Velvet, tüm bu zıtlıkları, çelişkileri göstermektedir.
Lynch filmlerinin anlatısı; klasik tür filmlerinin dramatik anlatı kalıplarına
uygunluk göstermez. Bir giriş, gelişme, sonuç bölümleri yerine; Lynch
filmlerinde her şey dağınık olarak yer bulur. Onun filmlerindeki birçok olayın
birbirleri ile organik bir ilişkisi yoktur. Blue Velvet’de olduğu gibi, Jeffry
kesilmiş bir insan kulağı bulduğunda, olaylarının tümünün bu kulakla yakından
ilişkisi varmış gibi gösterilir; ancak her şey dağınıktır - birbirinden kopuktur
ve tesadüfi olaylarla ilerleyen bir anlatı biçimi vardır.
Lynch filmlerinde gerçeklik, klasik filmlerde rastlanan gerçeklik kavramı ile
örtüşmez. Geleneksel kalıplara sahip filmlerdeki gerçeklik, insanların
gerçekleştirebilmeyi düşündükleri ve hedefledikleri her şey iken; postmodern
yapı ile birlikte gerçeklik artık, insanların hayalleri olarak kalmaktadır.
Postmodern gerçeklik, bütün ile dalga geçer; normal insan bakışı ile kavranacak
ayrıntı üzerinde sorunlu bir tavır sergiletir. Blue Velvet’de, gerçekliğin
yalnızca Jeffry’nin gerçekliği olmadığı; aynı zamanda Frank gibilerinin de “kötü
ve pis” de olsa bir gerçeklik olduğunu vurgulamaktadır. Bu iki zıt dünyanın aynı
mekanda var olabilmesi olanaksız gibi görünür; “ama ana karakter hangisinin
hakiki gerçeklik olduğundan bir türlü emin olmadan, ikisi arasında gelir gider;
ta ki, korkunç bir finalde iki dünya birbirleriyle çarpışına kadar” (HARVEY,
1997: 65).
“Lynch filmleri, doğumu tamamlanmamış, sonuna kadar doğmamış; bu nedenle de
çocukluk alemini terk edemeyen genç insanların kabuslarını gösterir” (ATAYMAN,
2003: 201). Yani Lynch, insanların neşeli hayallerinden ve düşlerinden daha
fazlasını ortaya koymaya çalışır; ona göre hayatta doğrular ve güzellikler
olduğu kadar, yanlışlar ve çirkinlikler de vardır ve tüm bunları, geçmişine
saplanıp kalmış ve geçmişini terk edemeyen insanların birer kabusuymuş-düşüymüş
gibi bizlere gösterir. Aynı Blue Velvet’de olduğu gibi. Jeffry’nin kesik kulağı
bulmasıyla kendi dünyasından diğer dünyaya (kötülüğün dünyasına) geçiş yapması
ve olgunlaşması, karakterin (Jeffry’nin) kendi hayallerinden ve düşlerinden
fazlasını öğrenmesini göstermektedir.
Lynch’in filmlerinde, sevgiyi özleyen, onu elde edebilmek için her şeyi
yapabilen yeri geldiğinde şiddet kullanmaktan çekinmeyen insanlara
rastlayabiliriz. O, hayatın gerçeklerini ‘zor’ bir dille sunar bizlere.
Cehennemi, kötülüğü, kötülüklerin nedenlerini bir bir bizlere sunar ve sonunda
filmin etkisini artırır. Cehennemin nedeni aşırı tutku, cinsel şiddet ya da
karikatürize gözükse de; kötü adamlar genel ölçekte, dış gerçekliğe uyum
sağlayamamaktadır. Kötü adam Frank’in, kendisini toplumdan izole etmesi ve
toplumun yaratmış olduğu kolektif gerçekliğe uyum sağlayamaması.
Lynch, geleneksel eril anlatıyı yok eder. Eril anlatılarda, bireylerin doğumdan
itibaren erkeklerin egemen olduğu bir toplumda yaşadığı vurgulanırken ve
iktidara ve güce sahip olanlar daima erkeklerken; Lynch, bu konuda izleyiciyi
ortada bırakır; türün geleneksel değerlerine bağlı kalmaz, her şeyi yeniden
kurgulamayı sever.
Lynch filmlerinde şiddet, temel unsurdur. Yönetmenin her filminde “şiddet”e
rastlamak mümkündür. Çünkü Lynch hayatın içindedir ve yaşamdaki her anı
görüntüler. Yasakları sever ve kendince bir gelenek, yasak biçimi oluşturmuştur.
Ancak Lynch, şiddeti, filmlerinde öyle bir kurgular ki, bu asla filmin ana öğesi
olmaz. Örneğin Blue Velvet filminde, şiddet ve sadomazoşistik sahneler oldukça
sık yer almaktadır. Ancak Lynch’in şiddeti asla salt bir şiddet değildir; o, tüm
bunlara neden olan ve insanları kabusa sürükleyen sebepler üzerinde yoğunlaşarak
anlatımlarını oluşturur…
Blue Velvet
Filmin
Konusu :
Yüksekokul mezunu olan Jeffry Beaumont (Kyle McLachlan), hastanede yatan yaşlı
babasının yerine, dükkanlarını işletmek için doğduğu ve büyüdüğü kasaba olan
Lumberton’a döner. Hastanede, babasını ziyaret ettikten sonra dönüşte bahçede
kesik bir kulak bulur. Jeffry büyük bir şaşkınlıkla kulağı alır ve Dedektif John
D. Williams’a (George Dickerson) götürür. Dedektifin kızı Sandy, Jeffry’den
etkilenir ve ona yardım etmek istediğini söyler. Sandy, kasabayı ve kasabada
yaşayanları Jeffry’den daha iyi tanımaktadır. Sand, Jeffry’e gece kulübünde
şarkıcılık yapan Dorothy Vallnes’den (Isabella Rosselini) bahseder. Çünkü bu
kadının tüm bu olup bitenlerle ilişkisinin olma ihtimali vardır. Sandy ile plan
yapan Jeffry, Dorothy’nin evine böcek öldürücü kıyafetiyle, bir işçi olarak
gider. Bu sırada, Frank adlı biri (Dennis Hopper) Dorothy’nin evine gelir ve
şiddet kullanarak Dorothy ile cinsel ilişkiye girer. Jeffry ise tüm bu olup
biteni saklandığı dolaptan izlemektedir. Frank, Dorothy’nin kocasını ve oğlunu
kaçırmıştır ve sürekli olarak Dotrothy’i tehdit etmektedir. Belirli bir süre
sonra Jeffry, Dorothy’e aşık olur ve ilişkiye girerler. Ardından kötü adam
Frank, onları yakalar ve zor kullanarak otomobil turuna çıkarır. Yolsa Jeffry’i
döverler, daha sonra da Frank’in eşcinsel arkadaşının barına giderler. Tüm bu
olanlardan sonra Jeffry korkuya kapılmış halde Sandy’e döner ve onu sevdiğini
söyler; ancak o gece Dorothy, çıplak bir halde Jeffry’nin yanına gelerek ondan
yardım ister. Jeffry, Dorothy’i evine götürür; ancak evde Dorothy’nin kocasının
cesedi, ölü bir polis ve Frank ile karşılaşırlar. Jeffry, saklandığı yerden
(dolabın içinden) Frnak’i vurur. Filmin sonunda ise, Jeffry, Sandy’e döner.
Babası iyileşmiş; dorothy ise oğluna kavuşmuştur…
Blue Velvet, bir aşk öyküsü olarak da görülebilir. Çünkü Lynch aşk - tutku
konularına önem vermektedir. Yönetmen filmi, gerilimli bir öykü yapısı ve soyut
bir çerçevede, uzaklık ve tesadüfler arasında işler. Ani ve beklenmedik geçişlere, dönüşlere rastlanır.
Film, Lumberton adındaki bir kasabada gerçekleşen bazı şeylerin saklanıyor -
bilinemiyor oluşu ile ilgili görünür. Blue Velvet, seçilen kasabanın yerleşimi,
insanların yaşantıları ve davranışlar, filmin Amerika’da geçtiğinin açık birer
kanıtı olarak karşımıza çıkar. Filmin başlangıcında birbirleri ile ilişkisi
olmayan ve görünüşte anlamsız birçok görüntü ile karşılaşırız. Bahçe çitleri,
çiçekler, itfaiye arabası, çiçekleri sulayan adam, köpek… Ancak tüm bu
görüntüler, olması gerekenden uzun tutulmuştur ve mutluluk ile huzurun hakim
olduğu bir kasaba görüntüsü sunulmaya çalışılmıştır. İzleyenler bu sahneleri
gördüklerinde, kendilerini ilk başta huzurlu hissederler. Ancak huzur, filmin
ilk 10 - 15 dakikasına hakimdir. Şiddet ise Lynch filmlerinin vazgeçilmez öğesi
olmasına rağmen, filmin ilk dakikalarında yer almaz. İlk şiddet sahnesi bizlere
televizyondan gösterilir. Televizyon, onun filmlerinde sık kullanılır. Şiddet
televizyondan verilir; çünkü izleyicilerin ilk etapta “şiddet”e yabancılaşmasını
sağlar. Ayrıca, şiddetin ilk televizyondan gösterilmesinde, şiddet unsuru
üzerinde “yapay - sanal” bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır.
Daha sonra, düzenli kamera hareketleri ile yakın plandan çekimler başlar. Bu
sahnedeki görüntüler, izleyenlerin huzurunu bozmaktadır. Bu görüntülerle
birlikte, rahatsız edici müzikler duyulur. Otlardan gelen sesler sinirleri
bozar. Hamam böcekleri, otların arasından gösterilir ve filmin ilk sahnelerinde
beliren abartılı huzur tablosunun ardından, o huzurdan eser bırakılmaz. Lynch,
bizlere filmin ilk dakikalarında hem huzur, hem de sıkıntıyı göstererek; aslında
dünyada sadece birinin olmadığını; hem kötünün hem iyinin, doğrunun, yanlışın,
güzelin ve çirkinin; huzurun - korkunun; hatta cennet ve cehennemin bir arada
var olduğunu göstermektedir. Karanlık çekimlerin oldukça fazla olması da,
tedirginliğin artmasını ve huzurun bozulmasını sağlayan başlıca etkendir.
Lynch’in diğer filmlerinden farklı olarak Blue Velvet’de, filmin başkarakteri
Jeffry Beaumont, izleyici ile tanıştırılır. Bizler, kahramanın kim olduğunu
filmin başından öğrenebiliriz. Blue Velvet’de de Jeffry huzuru, rahatı ve
sakinliği temsil eden yeşil çimlerin arasında kesik bir insan kulağı bularak,
huzurlu maddesel dünyanın diğer tarafına yani düş dünyasına ve kötülüğe,
huzursuzluğa, pisliğe doğru bir geçiş yapar. Film, bize yaşamda yalnızca güzelin
ve huzurun olmadığını; bunların aldatıcı olabileceğini, aynı zamanda kötülüğün,
şiddetin de var olduğunu gösterir. Jeffry, böylelikle olgunlaşacak, büyüyecek;
hayatı, cinselliği ve şiddeti öğrenecektir. Anacak bu büyüme naif anlamıyla ile,
gelişim anmalında değildir. Daha çok yeni şeyler keşfetme anlamındadır.
Jeffry’nin Dorothy’nin yaşadığı eve girmesi, başka bir hayata ilk adımını atması
anlamına gelir. Jeffry, belki de hiç tanımamış olduğu cinselliği burada
tadacaktır. Film, ilk bakışta bizlere cinselliğe gelensel olarak gösterir.
Jeffry, ilk başta Sandy’e aşık olacak ve onunla ilişkiye girecek sanırız; ancak
aksine o, Dotohy’den hoşlanır ve onunla ilişkiye girer. Frank ise kötü olduğu
kadar da cinsel sorunları olan biridir ve Jeffry’e hiç yakınlık göstermez. Tam
tersine düşman denebilir. Dorothy’nin Jeffry’i kendi elbise dolabının içinde
bulması ve ardından onu şiddet kullanarak soyması, Jeffry’nin aynı, anne
karnından doğan bir bebek gibi çıplak hale gelmesine neden olur. Böylelikle
Jeffry, yeni doğmuş bir bebek gibi bilinçsiz ve deneyimsiz iken; yavaş yavaş
olgunlaşacak ve cinselliği, şiddeti, hayatı tanıyacaktır. Bu sahne aynı zamanda
bizlere, Jeffry’nin o zor, karanlık - düşsel dünyadan geri dönüşünün olmadığını
gösterir. O an için, orada kadın iktidar sahibidir. Çünkü Dorothy yapmak
istediği her şeyi Jeffry’e rahatlıkla yaptırır. O, Jeffry’nin annesi ve yol
göstericisi olmuştur. Jeffry’e sevişmeyi öğreten kadındır.
Ardından Frank’in eve gelmesi ve şiddet kullanarak Dorothy ile ilişkiye girmesi
sahnesi gelir. Burada aynı zamanda röntgencilik (voyeurism) den de
bahsedilebilir. Bu durum; başkalarını soyunurken, sevişirken, vb… gizlice
seyretmenin, tercih edilen veya tek cinsel heyecan duyma yolu olduğu bir tür
cinsel sapmadır. Aynı zamanda bu sahnede “skopil” den de bahsedilebilir. Yani;
başkalarını sevişirken izleme, çıplak resimlere bakma, pornografik film izleme
vb… etkinliklerden cinsel haz alma durumu. Bu durum, cinsel doyum için bir ön
koşul olarak değerlendirilirken, cinsel bir sapmadır da. (Ayrıntı için Bkz.
BUDAK; Psikoloji Sözlüğü).
Filmden, insanların röntgencilikten zevk almaları ve hatta bazılarının ödipal
korkularından dolayı röntgenlemeyi tercih ettikleri ve bu şekilde tatmin
oldukları izlenimi edinilebilir. Bu sahnede ayrıca, Dorothy’nin kendisini Anne“;
Frank’in kendisini “Baba” olarak çağırması; sekse başladıklarında ise Frank’in
kendisine “Bebek” demesi, içlerindeki psikolojik sorunları ortaya çıkarmasının
yanı sıra; Jeffry’nin korku ve endişeyle, ama bir o kadar da istekle sanki kendi
anne - babasının cinsel ilişkilerini izleyen küçük bir çocukmuş gibi
davrandığını gösterir. Böylelikle Jeffry, hayatında bilmediği, tanımadığı birçok
şeyi Dorothy ve Frnak’in kirli - gizemli dünyalarında öğrenmeye başlamıştır. Jeffry’nin kendi doğruları ve anlamları, bu dünyada geçerli değildir artık.
Lynch, burada Dorothy, Frank ve Jeffry arasında oldukça başarılı bir ödipal
üçgen kurar. Dorothy, Jeffry’nin annesi, Frank’in de karısı olmuştur; ve anne -
baba - çocuk ilişkisi o an için sağlanmıştır. Çocuk, erkeksi bir şekilde
kendisini babasının yerine koyabilir ve annesiyle babası gibi ilişki kurar;
babayı da engel - düşman olarak görebilir. “Çocuk doyurucu bir erotik ilişkinin
ne olduğu konusunda çok belirsiz düşüncelere sahiptir; ancak burada penis bir
rol oynuyor olmalıdır. Çünkü kendi organındaki duyumlar bunun bir kanıtıdır”
(FREUD, 1997: 307). Freud, bu mitteki sembollerden yola çıkarak bu kompleksi,
çekirdek kompleks olarak da değerlendirmiştir. Ona göre, baba otoriteyi; erkek
çocuk ise ensest arzuları temsil eder. Hatta ilk, babanın katledilmesini de bu
çerçevede yorumlayarak; süper egonun (kişiliğin, toplumsal değer yargıların,
ahlak normlarının, doğru - yanlışın) gelişimin bu ilişki ekseninde
değerlendirir. Filmde, Jeffry’nin ilk Dorothy’nin çocuğu olması durumu, ardından
onunla ilişkiye girmesi ve sonda da Frank’i öldürmesi, bu duruma iyi bir
örneklemedir. Lynch, özellikle bu sahnede bu ödipal üçgeni kurarak, bu bakış
açısını da vermiştir.
Filmde kesilmiş bir insan kulağı kullanılmaktadır. Dorothy’nin kocasının kulağı.
Frnak, Dorothy ile şiddet kullanarak cinsel ilişkiye girdikten sonra ona;
“Hayatta kal, bebeğim! Bunu, en azından Van Gaoh için yap!” der ve evden
ayrılır. Aslında Lynch burada, Van Goah’ın deliliğine de bir göndermede
bulunmaktadır. Bilindiği gibi Van Goah, kendi aşkı için, kendi kulağını kesip
sevgilisine gönderecek kadar sıra dışıdır ve Lynch de bu filmde, aslında popüler
olan bazı değerler üzerinde durmaktadır. Herkes, Van Goah’ın kendi kulağını
kestiğini bilir; ancak onun sanatı ve yaşamı hakkında çok fazla şey bilmez.
Lynch, burada içten içe popüler olanı ve popülerliği eleştirmektedir.
Blue Velvet, bizlere insanlığın karanlık hayallerini gösterir. Bu nedenle
filmdeki birçok sekans gece gerçekleştirilmiştir gece; şiddet ve seksin
çağrışımlarına sahiptir. Siyah - beyaz , ışık - gölge kontrastının keskin
şekilde kullanılması kara film türünün tipik bir özelliğidir ve Lynch de bunu
ustalıkla uygulamıştır. Karanlık sahneler ile asıl anlatılmak istenen;
Jeffry’nin iki zıt dünya; iyi dünya (kendi dünyası) ve kötü dünya (Frank’in
dünyası) arasında kalması ve verdiği mücadeleyi yansıtmaktadır.
Blue Velvet, beklenmedik bir şekilde biter. Jeffry, Sandy’den hoşlandığını syler
ve parti dönüşünde Dorothy ile karşılaşırlar. Jeffry, Dorothy’i evine bırakır.
Ancak evde Dorothy’nin kocasını, Frkan’in yandaşı bir polisi - yasayı temsil
eden kanun adamı - ölü olarak bulurlar. Jeffry, dolaba saklanır ve ardından da
Frnak’i alnının ortasından vurur. Jefrry’nin bu hareketi, kendisini koruma
gereksiniminin yanında, tamamen var olma oluşumunu devam ettirme isteğinden
kaynaklanmaktadır. Sonda da sevgilisine kavuşur. Jeffry, kötü adam Frank’i
öldürmüştür ve böylelikle de, film başlangıcındaki o çaylak ve yaşam deneyimi
olmayan çocuk, olgunlaşmış, kahraman ilan edilmiştir. Ancak bu son, demek
değildir ki; dünyadaki tüm kötülükler yok olup gitmiştir. Böylelikle Lynch,
karanlık dünyaya pay bırakır.
Film, cinselliğe yasaklarla dolu bir bakış atar. Ancak bu bakış, cinselliğin
yasaklarla örülü olduğunu göstermez; toplumun gözündeki yasakları ve ayıpları
gösterir. Mavi, tutku ve özlemin rengidir. “Filmin ilk sahnesindeki mavi renkli
perde; ardından mavi bir gökyüzü ve beyaz çitli bahçe ve kırmızı çiçekler… Tüm
bunlar Amerika’yı temsil eden renklerdir. Böylece dolaylı yönden, karşımızdaki
huzur dolu kasabanın da Amerika’ya ait olduğu gösterilmiş olur. Ancak mavi
rengin, filmin başından itibaren Jeffry ile eşleştirildiği söylenemez. Atayman’a
göre ise kadife; para, pul, servet, bolluk, zenginlik anlamlarına gelir. ‘Mavi
Kadife’ ise zorlukla, acıyla, cinsellikle kazanılan para demektir. Çünkü mavi
geceyi de temsil etmektedir” (ATAYMAN, 2003: 214).
Frank Booth, Blue Velvet filminin kötü karakterlerindendir. Potansiyel suçlu ve
psikolojik sorunları olan biridir. Bar şarkıcısı Dorothy’nin çocuğunu ve
kocasını kaçırmıştır. Frank, kendisinin ne derece ciddi olduğunu göstermek için
de, Dorothy’nin eşinin kulağını kesen kişidir. Böylelikle Frank, yapmak istediği
her şeyi, Dorothy ile birlikte yapar. Onunla oynar, tüm sadomazoşistik
isteklerini üzerinde gerçekleştirir. Böylelikle Mavi Kadife isminin kullanılma
nedeni anlaşılır.
“Filmde tehlikeli geceler, cinsel sapkınlıklar, çocuk kaçırma, sadomazoşist
cinsellik, şiddet dolu eş cinsellik, baştan çıkarıcı kadınlar, genelevler
vardır. Ne olursa olsun hayat tehlikelidir, acımasızdır, baştan sona bir
oyundur, kaostur…” (Tan ÖZDEMİR, 2003: 19).
Blue Velvet, kara film türü içerisinde yer almaktadır. Kara film öyküleri,
genellikle erkek karakterler çerçevesinde yoğunlaşırlar. Filmde de başrol
oyuncusunun bir erkek olması ve tüm olayların onun etrafında ilerlemesi buna iyi
bir örnektir. Kara filmlerdeki hemen hemen tüm karakterlerin suçlu olduğu
gerçeği Blue Velvet’de de karşımıza çıkar. “Karanlık işlere bulaşmış polis,
polis hafiyesi, katiller, tetikçiler, fahişseler, kötü işlere bulaşmış kanun
adamları” (KABADAYI, Lale: Basılmamış Ders Notları: Kara Filmler) Blue Velvet’de
de rastlanan bir olaydır. Frank Botth ve çetesi, Frank’in eşcinsel arkadaşı ve
onun barındaki fahişeler, filmin sonunda Frank tarafından öldürülen polis
karakterleri kara film karakterlerine uygunluk göstermektedir.
“Uyuşturucu, soygun, cinsellik, madde kaçakçılığı, şiddet, ölüm…” (KABADAYI,
Lale: Basılmamış Ders Notları: Kara Filmler) başlıca kara film konuları
olmalarının yanında; Blue Velvet’de de temel gösterilen konulardır. Frank’in
eşcinsel arkadaşı ile barda yaptığı uyuşturucu kaçakçılığı sohbeti, özellikle
cinselliğin ön planda olduğu sahnelerde şiddet ağırlıklı ilişkiye girme,
Frnak’in Don’un (Dorothy’nin kocası) ve polisin ölümü, ara film konularını
temsil etmektedir. Kara film türü oldukça ürkütücü, boğucu, gergin bir hava
içerisinde ilerler ve ışık - gölge düzeni de bir o kadar boğucu ve karanlıktır. Blue Velvet’de birçok sahnenin oldukça gergin ve boğucu bir havada çekilmesi,
hem Jeffry’nin içinde bulunduğu durumu yansıtması, hem de izleyenlerin
gerginleştirilmeye çalışıldığını gösterir. Kara filmlerde genellikle iyi - kötü
çatışması verilir; Blue Velvet’de bu, Frnak ve Jeffry’nin çatışması üzerinden
bizlere yansıtılır. Blue Velvet, ruj bilimsel öğelere dayanır. Suçlu psikolojisi
ve çevresini tüm özellikleriyle izleyiciye yansıtır. Filmdeki erkek karakterler
ikiye ayrılır: Alaycı, kirlenmiş, cinsel ve başka açılardan sorunlu, içe
kapanık, tehditkar, uğursuz ve en sonunda da kaybeden kişiler (Frank ve
yandaşları); ve bunun aksine: İyi, yardımsever, deneyimsiz, olgunlaşmamış erkek
karakter (Jeffry). Erkek karakterler de olduğu gibi, kadın karakterler de ikiye
ayrılırlar. Birincisi: Saygılı, güvenilir, hizmet eden ve sevgi dolu kadın
tipidir (Sandy). Diğeri ise, gizemli, hilekar, güvenilmez, sorumsuz, tehlikeli
kadın tipidir (Dorothy).
Ancak Blue Velvet’i diğer kara film türlerinden ayıran bazı özellikleri vardır:
Başrol oyuncusu bir erkektir; ancak kara film türü içerisinde alışılmış olan
erkek tipine çok fazla uygunluk göstermez. Çünkü genel kara film türü içindeki
erkek karakterler güçlü, yalnız, deneyimli ve daha eril bir yapı sergilerler.
Jeffry ise zayıf, deneyimsiz ve yalnız olmayan bir erkek karakterdir. Dedektif
rolüne soyunan Jeffry’nin olayları tam bir çaylak edasında yürütmesi, Blue
Velvet’idiğer kara filmlerden ayıran başka bir özelliğidir. Kara filmlerdeki
aile, başarısız ve mutsuz bir tablo çizer; ancak filmin sonunda Jeffry’nin
Sandy’e dönmesi, onu sevdiğini söylemei, ve aralarında bir ilişkinin
başlayacağının ışığını vermesi; aile kurumunun oluştuğunun bir göstergesi olarak
da okunabilir.
Lynch, bozuk bir düzen içinde yaşadığımızı göstermek için de, tüm kötü adamları,
polisleri, dedektifleri, Frank Botth’u, vb… düzenin zorunlu gerekleri olarak
görür. Ona göre, sistem bozuktur ve bu insanların hepsi de sistemin zorunlu
birer parçaları olarak karşımıza çıkarlar. “Film Noir (kara film, toplumun
içindeki sancılar bitmedikçe, kent yaşamındaki kötü oyunlar var oldukça
sürecektir. Çünkü yaşam tekin değildir; dürüstlükten yoksundur ve insanoğlunun
dramı, yalnızlığı hiç bitmez” (Tan ÖZDEMİR, 2003: 79).
“Lynch, izleyicisine karakterlerini her filminde tanıtır. İzleyicilerini
karakterler üzerinden düşündürür; karakterlerinden izler bırakır. Frank Botth
kötüdür ve ABD Eski Başkanı Lincoln’u öldüren adamın adıdır” (ATAYMAN, 203:
220).
Böylelikle Lynch ve hatta birçok Amerikalı yönetmen, Amerika devleti ve halkı
için tehdit oluşturan, oluşturmuş kötü kişilerin isimlerini filmlerinde
kullanırlar. Çünkü Amerikan halkı için başkanlarının öldürülmesi bir paranoyadır
ve bu urum, toplumun kaosa sürüklenmesini kolaylaştırır. Blue Velvet’de de
Jeffry sadece cinsellik ve şiddetle değil; aynı zamanda toplumun kötüsü olan
biriyle, Frank Botth ile de karşı karşıyadır.
Filmde oldukça önemli bir yere sahip olan Sandy, tam bir Amerikan genci olarak
sunulur. Neşeli, eğlenceli, macerayı seven, naif anlamıyla rüyasal iyiliği olan
biridir. Sandy kara film türü içinde karşımıza çıkan iyi kız-kadın rolündedir.
Ancak Jeffery’i, merak içinde bırakan ve onu bu dedektiflik işine soyunduran
asıl kişinin Sandy olduğu söylenebilir. Bu nedenle Sandy’de “Adem ile Havva”daki
Havva rolünü temsil eder. Havva’nın elmayı Adem’e uzatması, yedirmesi gibi;
Sandy’nin de Jeffry’i ilk başta Dorothy’nin yaşamı konusunda meraklandırması bu
durumla özdeşleştirebilir.
Dorothy’nin giyimi, bol makyajı ve kıyafetleri onun bir arzu nesnesi olduğunu
gösterir. Filmde dorothy, bir yandan kendi oğlunun anneliğini yaparken, diğer
taraftan da Frnak’in anneliğini yapar. İçinde bulunduğu bu zor durumdan
kurtulmak için Jeffry destek olarak görür. Yardıma muhtaçtır ve her şeyden öte
Frank tarafından cezalandırılmaktadır. Ayrıca düşkün olarak da gösterildiği için
toplumdaki birçok kişi, ona yardım elini uzatmaktan çekinir. Ancak Dorothy
birçok kara filmde karşımıza çıkan Femme Fatale (günahkar, erdemden yoksun,
cazibeli, akıllı, entrikacı, güçlü, geleneksel olmayan kadın) tipinden daha
farklıdır. Femma fataleler genelde, kendileri için doğru olduğunu düşündükleri
şeyleri yaparlarken ve savunurlarken; Dorothy sadece kendisini ve ailesinin
yaşamda kalabilmesi için mücadele etmektedir. Ayrıca klasik filmlerdeki femme
fataleler filmlerin sonunda cezalandırılırlar. Bu, daha çok kadının ölümü ya da
yasaya teslim olması şeklinde sunulur. Ancak Blue Velvet’de (filmin sonunda)
Dorothy, cezalandırılmak yerine, ödüllendirilmektedir. Çünkü kendi oğluna
kavuşmuştur. Bu nedenle Dorothy her ne kadar alımlı, çekici, gösterişli ve
cazibeli olsa da; aslında bir Femme Fatale olduğu söylenemez.
Frank ise şeytani bir kötüdür. Psikolojik sorunları olan ve bunu cinsel yaşamına
yansıtan biridir. Jeffry ile tam anlamıyla zıt karakterlerdir. Tehlikeli,
tehditkar, şiddetten asla çekinmeyen, güvenilmesi mümkün olmayan biridir. Ama
sonunda kaybeden kişi olmuştur.
Jeffry ise oldukça duygusal, yaşam deneyimi fazla olmayan, içine kapanık
sayılabilen, yardım sever, güvenilir biridir ve bir bakıma mutlak iyiliği temsil
eder. Genelde tüm toplumlar için ortak olan genel - geçer ahlak ve gördü
kurallarına sahiptir.
Bu nedenle Blue Velvet, iyilikleri kötülüklerle yok eder; insanların hayalleri
kabusa, saflıkları (temizlikleri) ise kirlenmişliklere dönüşür.
Lynch ne olursa olsun başarılı bir yönetmendir ve anlaşılması “zor”dur. Bu
zorluk, dramtik yapı ve sembolik anlatımdan kaynaklanmaktadır. Filmlerinde
toplumdaki bireyleri ve oluşturdukları sınıfların cinsiyet sorunlarına, toplum
içindeki kimlik sorunlarına değinir. Lynch filmleri için gerekli olan; kendi
anlatımın üreten bir izleyici, bir röntgenci ve bir de anlamlandırandır. Çünkü
o, izleyiciden katkı bekler.
O, yapmak istediği her şeyi; iyiliği, kötülüğü, komikliği, acıyı, huzuru,
rahatsızlığı belirli mesafelerden sunar izleyicilere. Çünkü o, yaşamın
kendisidir; hayatta hem iyiliğin hem de kötülüğün olduğunu; rüyanın her an
kabusa dönüşebileceğini bilen biridir. İnsanlara pembe düşler satmaz; gerçekleri
göstererek insanların huzur tablolarında acının da yer etmesini sağlar…
Hasan GÜRKAN
KAYNAKÇA
ATAYMAN, Veysel, “Şiddetin Mitolojisi”, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2003
BUDAK, Selçuk, “Psikoloji Sözlüğü”, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2003
BÜYÜKDEVENCİ Sabri - ÖZTÜRK Semire Ruken, “Postmodernizm ve Sinema”, Ark
Yayınları, 1997
FREUD, Sigmund, “Cinsellik Üzerine Üç Deneme: Bekâret Tabusu, Kadın Cinselliği,
Fetişizm ve Diğer Konular”, Ankara, Öteki Yayınevi, 1997
HARVEY, David, “Postmodernliğin Durumu”, Metis Yayıncılık, 1997
KABADAYI, Lale, “Sinemada Türler Dersi: Kara Filmler”, E.Ü. İletişim Fakültesi.
Basılmamış Ders Notları, ,İzmir, 2003
KUTKUKHAN, Kutlu, “Huzurun Ardından Dehşet - Blue Velvet”, Popüler Sinema
Dergisi, Kasım/2001
MONACO, James, “Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi ve Kuramı”, Oğlak
Yayıncılık ve Reklâmcılık, 2002
ÖZDEMİR, Selda Tan, “Kara Filmler; Neo-Noir;’dan Future Noir’e”, Altıkırkbeş
Yayın, 2003
WELLDON, Estela V., “Anne: Melek mi, Yosma mı?”, Ayrıntı Yayınları, 2001
ZİZEK, Slavoj, “David Lynch’in Kayıp Otobanı Üzerine”, Om Sinema Yayınları,
İstanbul, 2001