Festivaller ve Bağımsız Sinemaya Çobanlık Yapma Hevesleri
Türk sineması ya da Türkiye’nin sineması, yaşamına evcilleştirilmiş bir kedi
gibi devam ediyor. Aslında, iki uca sürüklenen, gişede yozlaşan ya da festival
jürilerinin elinde yalnızlaşan bir sinemamız var. İkisinin hali de içler acısı…
2010 yılında düzenlenen Altın Portakal onur ödülleri gecesinde, Ertem Göreç,
“Halka dayanmayan sinema yapılamaz. Herkesin halkı kendine tabi ama, 79 senelik
tecrübem ve sinemadaki görgümle genç arkadaşlara tavsiyem; seyirciyi de düşünün.
Onları biraz ön plana alırsanız sinemamız ileriye gidecek. Bazı arkadaşlar
farkında değil ama öğrenecekler” diye konuşmuştu.
Dürüst olmak gerekirse, “bazı arkadaşlar” her şeyin farkındalar ama festival
fanusunda yüzen küçük balık olmak onlara iyi geliyor olmalı ki hiçbir şey
değişmiyor.
Festivaller sinemamızı evcilleştiriyor
Evet, demek istediğim şey tam olarak bu; festivaller sinemamızı evcilleştiriyor.
Bunu bilinçle yapmıyorlar ancak film seçici ya da değerlendirici jüriler
bağımsız sinemamızı seyirciden yoksun, gardiyanı da jüriden mevcut bir zindana
hapsetti. Bu yan etkinin en önemli sebebi, ülkenin farklı şehirlerinde yapılan
festivallerin neredeyse tamamının aynı insanlar tarafından yapılıyor olması.
Festival direktörleri, danışmanlar, ön jüriler, jüriler hep aynı insanlardan
oluşuyor.
Festivaller sadece sinemacıları değil onları ve işlerini kıyasıya eleştirmesi
gerekenleri yani eleştirmenleri de evcilleştirdi. Yıldan yıla giderek artan
kabilecilik örnekleri, PR yapmak yerine eleştiri yazan sinema yazarlarının
festivallerden uzaklaş/tırıl/masına sebep oldu.
Festivallerin bitmeyen derdi: Kanka Kontenjanı!
2021 yılındayız, pandemi değil ama pandemi önlemleri sonlandı. Festivaller
yeniden yapılmaya başlandı ve malum sorunlar eskisinden daha da beter ortaya
çıktı.
Kanka Modu/Kontenjanı şu şekilde çalışıyor; bir festival yaptığınızda
jürilerinizi ve konuklarınızı sizinle aynı kulüpteki insanlardan seçiyorsunuz.
Kalan kısmı da, numaranızın çakılmayacağı kadar, bu işi yapan insanlarla
dolduruyorsunuz. Bu sayede yarıştırdığınız filmlerden, kazandıkları ödüllere ve
o filmler hakkında çıkan yazılara kadar her şeyi kontrol edebiliyorsunuz.
Biraz tuhaf bir benzetme olabilir ama festivalleri yapanlar sinemacılarımızı
çoban gibi güdüyorlar. Bağımsızmış gibi görünen ama aslında öyle olmayan bir
sinemamız var. Halbuki sinema en güçlü ve popüler sanat formu… 70’lerin gişe
filmindeki kadar bile cesareti olmayan bu sözde bağımsız sinemayı kim suladı ve
büyüttü?
Geçtiğimiz yılın Altın Portakal’ında yarışan sıradan bir filmin ödüllere boğulup
festivalin en iyi filminin göz ardı edilmesi duruma en iyi örnektir. Bu filmler
vizyona çıktığında ya da dijital ortamlarda izlenmeye başlandığında jürinin
foyası ortaya çıkıyor ancak ödülleri kapanlar kendilerini çoktan büyük sinemacı
ilan etmiş oluyor. 2019’da Bozkır, 2020’de Hayaletler… Bu filmler hak
etmedikleri ödülleri aldılar. Sorumlusu kim?
Festival Yönetmeliği Neden Değiştirildi?
Jüri skandalına girmeden önce, bu yıl 58.si yapılacak olan Antalya Altın
Portakal Film Festivali’nin “ Ulusal Film Yarışması” ile ilgili yönetmelikte
yapılan kritik bir değişikliği tartışmaya açmak istiyorum. Bu değişiklikten
Aydın Sayman’ın yazısı ile haberdar oldum.
Yönetmelikteki, bağımsız sinemamızın kaderini tayin edecek kadar büyük etkiye
yol açacak değişiklik şu; artık ulusal yarışmaya başvuran filmler bir “ön
jüri/değerlendirme kurulu “ tarafından seçilmeyecek!
“Yarışacak filmler sanatsal yeterlilik ve yarışma yönetmeliğine uygunluk
açısından değerlendirilerek Festival Yürütme Kurulu ve Danışma Kurulu tarafından
belirlenir. Yarışmaya en fazla 12 film seçilecektir.”
Antalya Film Festivallerinin geçmiş elli yedi yılı içinde, az sayıda başvuru
olduğu yıllar hariç her zaman başvuran filmler sinema profesyonellerinden
kurulan bağımsız ön jüriler tarafından değerlendirildi.
Üstelik aynı kural belgesel ve kısa filmler yönetmeliklerine de konmuş! Bundan
sonraki yıllarda aranız bu festivali yapanlarla aranızı iyi tutmanızı ve onların
ittiği yere doğru gitmenizi gerektiren önemli bir değişiklik! Türkiye’de etkisi
giderek artan bir yapı var. Sorarsanız, bağımsız sinemamıza en çok katkıyı onlar
yapıyorlar ama benim gördüğüm şey; bağımsız sinemamızı sakatlayan, bir direniş
ve uyanış sineması yapılmasını engelleyen bir etki bu.
Ulusal Yarışma artık “Ulusal” değil!
Yönetmelikteki ikinci önemli değişiklik “ulusal film” tanımını alt üst ediyor.
“Türkiye filmi” tanımından “yönetmeni veya yapımcılarından en az biri Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan film” anlaşılır.”
Antalya’nın Altın Portakalı’nın direktörü olan Ahmet Boyacıoğlu aslen bir film
yapımcısı. Film yapımcılarının festival yönetmemesi gerektiğini defalarca
yazdım. Yönetmelikte yapılan bu değişiklik “ulusal film” kavramını parçalayarak
festivalin istediği şekilde eğip bükecek. Bu yönetmeliğe göre ortak
yapımcılardan biri Türk ise o film artık “Türk Filmi”, kendilerinin tabiriyle
“Türkiye Filmi”. Yetiyor mu gerçekten?
Açıkça söylüyorum; yarışma seçkisi bu iki değişiklik ile direktörün kontrolüne
geçecek. Antalya’da dışarıdan fonlanmış bir sinema yarışacak. Sinemacıların
dışarıdan para bulup film çekmesine karşı değilim, kültür bakanlığı fonları
sıkıntılı bir hal aldı ancak dış fonların etkisini arttırmak ulusal sinemanın
dilini ve yönünü değiştirecek sonuçlara yol açacaktır. Bağımsız sinema mı
demiştik!
Altın Portakal’ın jürisini kim seçti?
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek yaptığı yazılı açıklamada; bu
yıl Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması jürisine senarist, yönetmen, yapımcı ve
akademisyen Emin Alper’in başkanlık edeceğini; Ahmet Sesigürgil, Ayfer Tunç,
Gaye Su Akyol, Hazal Kaya, Muhammet Uzuner ile Senem Tüzen’in jürinin diğer
üyeleri olarak filmleri değerlendireceğini belirtti.
Sektördeki hiç kimse kör-sağır değil, herkes her şeyin, hangi festivalde kimin
jüri olabileceğinin farkında ama bu kadarını kimse beklemiyordu. Düşünsenize,
Türkiye’nin en köklü film festivalisiniz ve jürinizde Gaye Su Akyol var!
Sosyal medya bu haberle çalkalanıyor. Kıymetli bir sinemacının günler öncesinde
attığı “Kanka Kontenjanı” Festivaller bundan kurtulmalı…” tweeti de bu sayede
anlam kazandı.
Bana göre, onca sektör emekçisi varken Gaye Su Akyol’un Altın Portakal ana
jürisinde görevlendirilmesi, onun da bunu kabul etmesi yanlış. Bu yanlışta ısrar
edebilir ve hatta seneye bir pide salonunun ustasını dahi jüriye sokabilirler,
keyifleri bilir ancak festivalin zaten sallanan itibarını yerle bir ederler.
Bundan öncekiler ulusal yarışmayı kaldırmıştı, şimdikiler de ulusal yarışma
yönetmeliğini değiştiriyor, yetmiyormuş gibi filmleri, şarkıcılara, dizi
oyuncularına emanet ediyorlar.
Bu yıl yarışıp da ödül alamayan bir sinemacının en büyük bahanesi, “jüride Gaye
Su Akyol vardı” olacaktır. Bu bir tartı yapıp içine süngerden ağırlıklar koymak
gibi… İmkansızlıklar içinde film çeken ve filmini festivale gönderen bir
sinemacı olsam jüriyi reddederdim.
Twitter’da bu kararı sorgulayan tweetime gelen itirazlardan biri şöyleydi;
“sinema filminin 3 eser sahibinden birisi müzisyendir. Jüride bir müzisyenin
olmaması düşünülemez. Özgün sinema müziği yapmasa da sanatsal ve entelektüel
birikimi itibariyle Gaye Su Akyol güzel bir seçim bence.”
Gaye Su Akyol’un, bağımsız sinemamızı anlayabilecek ve tartabilecek
kabiliyetteki sanatsal ve entelektüel birikimini sorgulamıyorum, kendisi
katıldığı bir Youtube programında “sinemadan anlamam” diyor zaten ama bağımsız
sinemamızda ortam müziği dışında müzik kullanımına pek rastlamıyorum artık. Hal
böyleyken jüride müzik insanı olmasa da olur ama olsa bile yine sıra bu isme
gelmez, hele de Altın Portakal’da hiç gelmez. Her şeyden önce, sinemaya
yıllardır başarıyla hizmet eden onca müzik insanına ayıp!
Şimdi ne gereği vardı bu yazının, herkesin keyfi yerinde ama bana yazıyı
yazdıran duygu şu oldu; festivalin kimi isterse jüride görevlendirme hakkı varsa
benim de 15 yıldır sinema sektörü ve eserleri üzerine yazan biri olarak, bu
kararı sorgulama hakkım olmalı. Öyle şeyler gördük ki, şaşkın ya da kızgın
değilim ancak hayal kırıklığına uğradım.
Festivalin bu kararı neden aldığını merak ettim ve basından sorumlu Merve Genç
aracılığıyla festival direktörü Ahmet Boyacıoğlu’na, “Gaye Su Akyol’u ana jüride
görevlendirmenizin sebebi nedir?” diye sordum ancak soruma cevap alamadım.
Konuyla ilgili bir basın açıklaması yaparlarsa yazıya ekler ya da yeni bir
yazıda yer veririm.
Son söz; Türkiye’nin en köklü film festivalinde yarışan bağımsız sinemacıların
filmlerini “muhabbetini ve fikrini sevdiğimiz arkadaşlardan” oluşan jürilerde
heder etmek büyük yanlış. Ulusal Yarışma bölümünü dışarıdan yapımcı bulmakta
mahir kişilerin filmlerine açmak ise daha da büyük yanlış.
Bu heveslere karşı durmaya devam edeceğim. Doğru söylediğim için kovulduğum ilk
köy bu olmaz. Yanlışlardan dönülmesi dileğiyle… Altın Portakal’ı yeniden o
görkemli ve ulusal film festivali yapın.
Murat Tolga Şen
murattolga@gmail.com
Öteki Sinema
15 Eylül 2021