‘Film yarışması en saçma ve özellikle körpe sinemacılara dikte ettirilmiş bir
sirktir’
Ertuğ Tüfekçioğlu ile geçen yaz Altın Portakal’da tanıştık, tabii filmlerinin
bir kısmını daha önce izlemiştim. Son filmi Uzun Bir Hikayenin Tam Ortası
profesyonel açılar eşliğinde bir sorgulamanın öncesi ve anına odaklıyor bizi.
Yurtdışında eğitim alan ve doğal olarak filmlerinin çoğunu orada çeken Ertuğ
Tüfekçioğlu ile kendi kısa film yolculuğunu ve kısa filmin etkilerini konuştuk…
İyi okumalar…
Öteki Sinema için söyleşi: Banu Bozdemir
Liseden sonra yurtdışında okuman ve filmlerinin çoğunu orada çekmen nasıl bir
bakış açısı oluşturdu sen de? Orada eğitim almanın ve oranın kültürüne
yakınlaşmanın teknik ve içerik olarak sana katkıları neler olmuştur
Bana kalsa ortaokulda gidecektim. Tabii ki çok yararını gördüm. Daha evrensel
düşünmeye, resme hep daha geniş bir açıdan bakmaya, aynı anda birden fazla
kültürün değer yargılarıyla yaratıcılığınızı geliştirmeye zorlayan çok zevkli
yıllardı. Dil ve kültür farkından dolayı mecburen hep iki kere fazla çalışmanız
gereken ya da yeni alışkanlıklar edinmeniz gereken bir süreçtir yurtdışında
yaşamak. Hele hele direnmezseniz, bence daha çok yararını görürsünüz. Bu
tecrübeler, insanı film çekerken de daha dayanıklı biri kılıyor. ‘’Orada’’ olmak
beni aslında Türkiye’ye, Asya’ya ve doğuya daha yakınlaştırdı. Ve hatta diyeyim
ki ‘’orada’’ olmak beni batı kültürü hakkında daha bilgili yapmış olsa da
eskisinden çok daha fazla sorgulamamı da sağlamıştır. Eğitim konusuna gelince;
Mümkünse hiçbir yerde film okuluna gitmeyin. Kesin bilgi.
Zarpa, öğrenciyken çektiğin bir film. Sanki korku türüne daha yakın bir tarzın
oluşacakken sonraki filmlerine bakınca daha farklı türlerde filmler çektiğini
görüyoruz. Zarpa, bir baba oğul meselesi mi? Teknik olarak da denemişsin…
Tarzım olduğuna, olacağına veya olması gerektiğine çok kafa yormuyorum. Değişik
filmler ve türler denemeyi seviyorum. Zarpa’da, evet, karısı olmayan bir babanın
alkolizminin oğlu üzerindeki yan etkilerini görüyoruz. Meselesine gelince, filmi
ne kadar geniş kapsamlı bir açıyla seyretmek istediğinize bağlı. Teknik olarak
okuldaki fikir; Hayatında ilk defa 16mm kamera gören film öğrencilerine, bir
dönemde 2’li takımlar halinde 2’şer tane, sessiz ve konuşmasız film
çektirmeleriydi. Teknik olarak başka bir hatıraya gelince, bira kutusu sahnesini
keserken çok tehlikeli bir filme dönüştü. Takım arkadaşım—Brian Cox bir sabaha
karşı filmi keserken kazara film bıçağının ucundaki jiletle bileğini kesmiş ve
odaya sabah geldiğimde tüm kurgu masası kandı, Brian da acildeydi.
Direk Aşk sevimli bir film birçok yerde karşıma çıktı. Orada daha popüler bir
filme imza atmışsın. Bir yandan sevginin sınırlarını zorluyorsun diye
algılayabiliriz ama kadının aşk duygusunu sınamak da olabilir, kadın herkese
aşık olabilir gibi. Tabii ‘Her’ filmini de unutmayalım… Ama senin yapmak
istediğin neydi?
Ben bu filmde aslında korkunun sınırlarını zorlamak istedim. Ama kurguda bir
komediye dönüştü ve görenler de bunun benim için daha hayırlı olacağını
söylediler. Bunun yanında, İrem’in yazıp oynadığı bu kısa filmi ben sadece duru
bir şekilde anlatmayı amaçladım.
893039_550330425061545_1556143285_o
Uzun hikayenin Tam Ortası… Aslında ilginç bir film ama bir yandan da insan da
yapmak istediğin şeyin altyapısına dair soru işaretleri bırakıyor. Yıllar sonra
gelen bu sorgulamanın sınırlarını biraz da senden dinleyelim. Çünkü benim
anladığım hesaplaşma politik eksenli erotik bir çatışma ama doneleri bir hayli
az… Ve yapılan eylemler eleştiriliyor…
Çok Uzun Bir Hikâyenin Tam Ortası adlı yıllar sonra gelen bu sorgulamanın
sınırlarını benden dinleyecek olursanız, bu Marie Claire dergisinin birçok
ülkede yayınlamasına rağmen, Türkiye’de nedense yayınlanmadığı ‘’Amazon
Kürtler’’ gibi bir isimle yapılmış haberinden yola çıkılarak yazılmış bir öykü.
Tabii ne Fransa, ne de Türkiye Marie Claire, isimlerinin bu filmde
kullanılmasını istemediler. Bizi şaşırtmadılar ;) Filmdeki dergi ‘’Carie Mlaire’’in
Amazon Kürtler haberi, Mireille’in dişçide okuduktan sonra, kendi intikam
şehvetini daha romantik bir şekilde Türkiye’de insanları bombalama eylemi kararı
vermesine, ve kurbanlardan biri olmasına neden oluyor.
Şu sıralar üzerinde çalıştığın bir film var mı acaba, varsa neyle ilgili?
Var, iki tane. Biri daha önceden yazdığım bir uyarlama. Diğeri de gene Hakan’ın
(Günday) yazdığı kötülük üzerine garip bir film. Heyecanlıyız. Değişik şeyler
deneyeceğiz…
Belgesellerin de var ama daha çok kısa filmlerin ön planda. Belgesel de
denemenin nedenleri?
Belgesel çekeceğimi ben de bilmiyordum. Hollywood’da bir magazin haberi yapalım
derken, kendimi tek başıma bir belgesel çekerken buldum. Yıl 2004’tü. Sonra
2006’da Ya Tutarsa? uzun bir belgesel olarak bitti ve İZ TV dahil bir çok mecra
ve şenlikten ilgi gördü. Sonra, Amerikalılarla, ABD’nin çizgi roman sanayisiyle
ilgili bir kısa belgesel çektim. Dig Comics. O da iyi sonuçlar aldı ve bundan
para bile kazandım. Sonra Kazım Mirşan ve Erken Türk Tarihi adlı bir belgeselin
yapımcılığını yaptım. Bunlar nasıl oldu bilmiyorum. Belgesel seyretme konusuna
gelince aslında aşırı seçiciyimdir ve beraber çalıştığım insanlarla (babam
dahil) hep anlaşmazlık yaşadım. Umarım kimse bana bir daha belgesel
yaptırmayacak.
Kısa film senin için ne ifade ediyor. Şu ana kadar çektiğin kısalar seni ne
kadar tanımlıyor ya da bir tanesi diğerlerinden ayrılıyor olabilir mi? Kısa
filmin tanımını bir de senden alalım…
Kısa film benim için iki tür insanın yuvasıdır. Öğrenmek isteyen ve uzun çekecek
parası/cesareti olmayanların. Ben 2000ler’den beri parasızlıktan kısa çekiyorum,
çünkü hiç çok ucuza çekilebilecek bir uzun film projem olamadı.
En çok canımı acıtan ve bende aşk öpücüğü ve yara izleri bırakan filmim Gönlümün
İsi sanırım. Boş inatlarla ve gene yetmeyeceği belli olan bütçelerle çekilmiş,
çok güzel ve ülserli Los Angeles yıllarına mal olan bir filmdi. Patronum Jason
beni bu filmden sonra bile bırakmadığına göre galiba beni seviyor. Kısa filmin
bana göre tanımı: İyisi zor bulunan, 2-3’den fazla yapılması gereksiz, sinemanın
piçidir.
Kısa filmin son yıllarda beslendiği alan daha çok politika. Aslında sen de son
filminde politik göndermeler yapmışsın. Bu gündemin getirdiği bir şey mi, yoksa
politika daha fazla mı hayatımızda ve bakış açımızda var? Ya da senin görmek
istediğin politik eksen hangisi?
Evet, öyle maalesef. Benim de son filmime siyasi deniliyor ama bence Zarpa!
dahil tüm filmlerim ve şu an gösterimdeki uzun filmlerin hemen hemen hepsine de
siyasi denebilir. Ben kanayan yaralara parmak basma adına film yapmayı pek
ilginç bulmuyorum. Son filmim şiddeti bir araç olarak kullanmayı sorgular, arka
öyküsünde siyasi bir konu var elbet. Farklı bir bakışı var, ve iyi yanı kim ne
der diye yazılmış bir senaryo değil. Filmlerde siyaset, aslında seyircinin
kafasında ne kadar varsa o kadardır. Film bir yemekse bence politik ekseni olsa
olsa o yemeğin tabağı olmalıdır. Tabii bazı yemekler elle de yenir, lavaşla da…
Bakanlık desteği aldın mı hiç bugüne kadar? Alıp almamana göre görüşlerin?
3-4 defa değişik yapımlarım için denedim. Son kısa filmim için biraz aldım.
Azıcıktı ve almak için neredeyse yarısını da harcattılar J ama gene de
müteşekkiriz. Kendi filmlerime destekten çok, sanata, sinema ve eğlence
sektörüne çok çok daha destek verilen, yönetmenlerin yapımcı olmak zorunda
kalmadıkları ve desteği verenlerin bunun bir lütuf gibi yapmadığı günler görmek
isterim. Desteği o zaman almak çok daha faydalı olur. Herkesin de bunu talep
etmesini beklerim.
Son zamanlarda aklıma takılan doğa, çevre ve rant (o olumsuz kısmı) üzerinden
yapılan politika. Gezi direnişinin de en azından oradan ilham aldığını
söyleyebiliriz. Yani bu tarz bir politik örgütlenme de bana çok doğru geliyor,
sen bir kısa filmci olarak ne düşünüyorsun bu konuda?
Muhteşem günlerdi. Bir o kadar da rezalet ve üzücü. Ülke ikiye falan da
bölünmedi. Ülkede sadece bir kısım artık uyuyormuş gibi yapmıyor ve korkaklar
kafalarını hala yastıklarının altına sokuyorlar. O kadar. Belki son yüz yılın en
haklı ve tek taraflı şiddet içeren halk hareketidir—Gezi Hareketi. Doğanın,
adaletin, çevresel ve kültürel estetiğin olmadığı, korunmadığı bir yerde
medeniyet olamaz. Bunu tane tane gerektiğinde de bağıra bağıra herkese
anlatacağız. Anlatmak zorundayız. Bunu sembolik bir sürü ağıt ve propaganda
filmi çekerek mi yapmak gerek? Sinemacılar olarak elimizden gelenin en iyisi şu
anda buysa eyvallah ama sinema bence yerel fotokopi filmi üretebilmekten çok
daha güçlü yeteneklere sahip. Olmayacak fikirler denenmeli. İnsan sinemadan
çıkınca o işlenen konudaki fikirleri yerine, önce kendisiyle ilgili fikirleri
sarsılmalı. Kalıcı olan budur.
Kısa film yarışmalarının amacına uygun olduğunu düşünüyor musun?
Film yarışması bence dünyadaki en saçma ve özellikle körpe sinemacılara dikte
ettirilmiş bir sirktir. Kaldı ki; amacı klancılık yapıp, ‘’en iyi film’’
kelimesi adı altında aslında ‘’en iyi konu’’, ‘’en iyi ideoloji’’, ‘’en iyi
tanıdık’’, ‘’en iyi hiçlik’’lere sevimli bir jüri diktasıyla yol açmaksa,
yarışmaların amacına uygun olduklarını düşünüyorum. İstisnalar var da denizde
kum taneleri kadarlar.
Festivallerde genel olarak aynı filmlerin öne çıkması ve ödül kazanması
konusunda görüşlerin?
Festivallerimiz, sağ olsunlar, bu ve benzeri hareketlerle bize onları ne kadar
ciddiye almamız gerektiğini hep hatırlatıyorlar. Tabi, bu seneki ortalığı
dağıtan Patika filminden hiç rahatsız değilim. Filmi ilk seyrettiğimde yılın en
iyilerinden biri olabileceğini hemen düşündüm ve yönetmeniyle sonradan arkadaş
oldum. CUBHTOyonetmenresmiYakışıklı çocuk ama bunlar hür fikirlerimdir. Kaldı ki
ona bile bazı yarışmalarda, seçkideki en iyi film olduğunu bildikleri halde ‘’en
iyi film’’ ödülü vermediler. Bu daha da şahane.
Durum festivalleri olarak da aşağıda yukarı tüm dünyada aynıdır;Körler sağırlar
birbirini ağırlar.Biz, uzun film yarışmaları dahil, daha bir yüzümüze gözümüze
bulaştırıyoruz, o kadar.
Takip ettiğin kısacılar var mı?
Kısacılar takip edilemezler.