Hayır, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bahsetmiyorum. Bize “ıssız” diye yutturulmaya çalışılan adam tipinden bahsediyorum.
Dengesiz, sapık, cahil bir adamı bir toplumun nasıl karizmatik bulduğunu anlamaya çalışıyorum. Yani hala ordayım evet.
Biliyorum o filmin üzerinden seneler geçti, hatta yönetmeni kendini affettirecek denli iyi filmler de yaptı ama ben hala
böyle bir filmin yapılabilmiş olduğuna ve bunun azımsanmayacak bir kitle tarafından aşk filmi olarak kabul edilip,
gözyaşlarıyla seyredilişine inanmaya çalışıyorum. Ordayım hala evet.
Cahilliği örtmek artık çok kolay. Eski plak koleksiyonerliği yapmak, sürekli siyah giymekle birleşince ve normalde
erkeklerden beklenmeyen işlerden biraz anlayınca (sıkıysa dantel örsün) modern, kültürlü ve ince ruhlu adam
olunuveriyor. İçinde bulunduğunuz sürüde farklılaşmak istiyorsanız hemen bir sanatla uğraşın. En kolayı fotoğrafçılığa
merak sarmanızdır. Sinema ve müzik ikinci sırayı alıyor. Hiçbiri olmazsa koleksiyoner olursunuz.
Ben bir sanatçı olarak bilim adamlarına daima saygı duymuşumdur ve hiç evime laboratuar kurmaya kalkışmamışımdır.
Doktorluğun (ya da benzeri herhangi bir “güvenli” ve “sağlam” mesleğin) monotonluğundan kurtulmak ve meslektaşlarınız
arasından sıyrılmak yani aslında farklılaşmak istiyorsanız hemen bol bol film seyredin. Sürüyle film eleştirisi okuyun
ve hatta yazın. Mümkünse sinema gruplarına katılıp sinema uzmanı oluverin. Birkaç seminer de verirseniz sii-viinizi sıra
dışı kılarsınız. Farklılaşırsınız. Fark yaratırsınız. Bir enstrüman öğrenmek de çok baş vurulan bir yöntemdir ama diş
hekimi bir tanıdığım bu olayı kolayından, Müzik Tarihi uzmanı olmayı seçerek halletmişti. Vallahi bende bile olmayan
kitaplar onda vardı.
Neyse konuyu dağıtmayalım. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim, sinema konferansları veren bir pskiyatrist arkadaşın
iğne yapamadığını duyunca iğne yapmayı öğrenmeye karar vermiştim. Sinema konferansları veren bir psikiyatrist olup
psikiyatristler arasında fark yaratmaya çalışıyordu kendisi. Ben de iğne yapabilen bir sinemacı olarak fark yaratmak
istiyor olamaz mıyım yani? “Ben doktorum biraz uğraşırsam her şeyden anlarım” düşüncesini saygıyla karşılıyor ve her
şeyden biraz anlayacaklarına biraz daha Freud okumalarını onlara tavsiye ediyorum. Lakin yarım saatine 300 lira
(dakikası 10 lira) alarak sadece ilaç yazabilen adamlar haline gelmelerini onlar gibi sanatkâr ruhlu insanlara hiç
yakıştıramıyorum doğrusu. Sevgiler.
Derhal konuya dönüyorum. Issız Adam diyorduk. Arsız adam demiyorduk. Oysa öyle demeliydik. Kadınlı erkekli, genç yaşlı,
ya da ne rast gelirse, piyangodan ne çıkarsa atlayan bir sapığı bize romantik adam olarak yutturdular ya hepimize yuh
diyorum. Aşksız çiftleşmelerin zaten sadece hayvanlara özgü olduğunu düşünen biri olarak bu filmin bende nasıl bir
travma yarattığını anlayın artık. Kaç yıl geçti anca çözüldüm. Sizce bu adam erkek midir, tartışmaya oradan başlayalım
mı? Biseksüel olma ihtimali olduğunu düşünüyorum, katılanlar? Başka bir erkeğe avret yerini göstermekten zevk alması
nasıl açıklanabilir? Her şeye fantezi demeyin Allah aşkına! Damacana sapığı ya da hayvan “sever”lere hoşgörünün yolunu
açmış oluruz böyle yaparsak. Ya peki sizce ıssız mıdır? Elini sallasa ellisi, saçını sallasa tellisidir pekâlâ. Orada
ıssız olanlar kadınlardır. Kötü yola düşmüş kadınlar zaten ıssızdır, geçiyorum, tek başına hayata tutunmaya çalışan
sevgili rolündeki kadıncık ıssızdır, annesi olarak kendisinden utanılan teyze ıssızdır, falandır. Ya Rabbi bu adamlara
ne gereklidir ki onlara ıssız denmesin?
Hayatlarında gizleyecek bir şeyleri olanlar, ortadan sık sık yok olup ulaşılmaz olurlar unutmayın. Eğer gidip kurt adam
olmuyorlarsa ya yasa dışı bir iş yapıyorlardır ya da ahlak dışı bir işle meşguldürler. Dönüp dolaşıp geliyoruz gene,
“olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olabilmeye.” Böyle adamların idolleşebildiği bir memlekette sonra oturup ağlarsınız
kadınların erkekleri aldatma oranı yüzde 53 oldu diye.
İmaj dünyası anasını satayım. Fazlaca siyah kullanılmış ve halı kullanılmamış ev dekorasyonu ile (siyah=ben çok
gizemliyim, acık da korkuncum. Sertim ben.) yemek yapabilen bir erkeğin kontrastlığı mıdır acaba hemcinslerimi çeken?
Anlamaya çalışıyorum, yeni yeni kendime geliyorum, müsaade edin biraz.
Bir erkekten ya da bir kadından haber bekliyor olmak, hatta sadece bekleme halinde olmak nedense modern dünya insanına
bir yenilgi duygusu ve bir aşağılanmışlık hissi veriyor artık. Bu yüzden de esas kızın ya da oğlanın mesaj atmasını
kasılmadan bekleyebilmek için kas gevşetici olarak ucuz ve basit ilişkilere başvuruyorlar sanırım. Büyük hata! Oysa
beklemek ne güzeldir! İnsan beklerken bir daha neyi beklemeyeceğini öğrenir. Böyle böyle bir sonraki ilişkimizde daha
güzel bir belde, diyar hatta gerçek bir yar keşfetmeye doğru yola çıkabiliriz. Bir önceki ilişkide bizi süründürmüş olan
adamı, kadını ve benzerlerini taa 500 metreden tanıyabiliriz böylece. İşte ağrı kesicilerle gönül ağrısını dindirmeye
çalışan bu zamane insanları (sapıkları) bu yüzden bir türlü tekâmül edemiyor yani evrilemiyor ve aşamadıkları ilişkiyi
saplantı haline getiriyorlar. Zaten sapıksın üstüne bir de obsesif oluyorsun. Salaksın.
Valla laf aramızda bence kadın işleriyle “fazlaca” ilgilenen erkeklerde biseksüellik olabilir. Onlara kendileri gibi
biseksüel bir kadın öneririm. Zaten benim önerime muhtaç değiller yönelim böyledir. Allah mesut etsin, Allah gönüllerine
göre versin. Yani bu tür erkekler erkek gibi kadınları severler. Bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran, güçlü falan.
Bir şey demiyorum. Ama adam sapık. Durum ümitsiz. Sapıklığıyla da barışık değil üstelik. Mesela sadistsen mazoşist bir
kadın bul gül gibi geçin git. Yok, bunlar hem keldir hem fodul. Her şeyi birden isterler. (Sanatçı olmaya çalışan
doktorlar da hep erkek doktorlar arasından çıkar mesela. Ama neyse bir de iş adamı olmaya çalışan doktor tipi var ki o
daha tehlikeli. Varsınlar sinema konferansı versinler. Müzik tarihi hıfzetsinler.)
Mesela toplumun canına okumuş bir karakter daha vardır bilmem hatırlar mısınız? Polat Alemdar. Ben, yaratılmış bu
karakterin (artık kim yarattıysa – Allah değil biliyoruz) tam bir gizli eşcinseli tanımladığını düşünüyorum. Sinema
dersi veren psikiyatrist arkadaşlar bence Polat Alemdar tipini boş geçmesinler. Sokakta kaç tane Polat Alemdar
dolaştığını göz önüne alırlarsa, bu olaya cidden eğilmeleri gerektiğini idrak edeceklerdir.
Issız Adam’ı romantik bulan bir halkın, Polat Alemdar’ı da erkeksi bulmasına şaşırmamak lazım. Kadınları pek sevmiyor bu
şahsiyet. Onları muhakkak vahşice yok ediyor. Patlatıyor, parçalıyor falan. Onlar gibi olamadığına, yani onlarda olanın
kendisinde olmadığına sinirleniyor olmasın? (Psikiyatristlerin sinema konferansları verdiği bir ülkede iğne de yaparım
analiz de. Sevgiler.) Kadınlarla “birleştiği” zaman tatmin olamayan bu tip ancak onları yok ettiği zaman rahatlıyor.
Bence Polat Alemdar’ın her maceranın sonunda repliği şu olmalı: “Ayna ayna, söyle bana benden başka güzel kaldı mı bu
dünyada?”
Şarkın aşk anlayışında neden kavuşmamak vardır? “Ordaaa bir kadın var uzaktaaa, almasak da etmesek de o kadııııınnn
bizim kadınımızdııır!” Tabi bunu bir Fransız’a anlatmanız zor. “Neden sevişmiyoğlağ, neden biğleşmiyoğlağ biğ tüğlü?”
diyecektir muhtemelen. “98. Bölümde biğleşiğleğ, 100. Bölümde patlatığlağ” diye cevap verirsiniz. İyice Fransız kalır
artık. “Eee, bizde böyle!”
Valla; doktorlar şarkı söylemekle, fotoğraf çekmekle ve su altı dalışı yapmakla o kadar meşguller ki sevgili okuyucular,
toplumun ruh sağlığını bozan böyle tiplemelere karşı mücadele etmek biz sanatçılara düşüyor. (Mesleğe yeni başlamış
doktorlar mesaiden kalan saatlerinde sadece uyuyabildikleri için onları saymıyorum. Onlar eks sayılır.)
Sanatçının işi filmi yapmaksa, bizim işimiz de o filmin yapabileceği etkilere karşı toplumu uyandırmaktır. “İrşad
etmek”, uyandırmak demektir bilir misiniz? “Reşit olmak” oradan gelir. Uyanmış çocuk. Anladınız siz onu.
Akdeniz ülkelerinde sıkça rastlanan bir sendrom varmış. “Büyük erkek evlat sendromu”. Baba hayırsız, içkici, dayakçı
falan. Kadın boşanamıyor, malum sebeplerden. Ne yapıyor, oğluyla dertleşiyor, oğlan da babasının dolduramadığı yeri
doldurma görevini üstleniyor. Annesini mutlu görmek istediği için babasının vermediği sevgiyi annesine vermeye
çalışıyor. Kardeşlerin en büyüğü olduğu için diğer kardeşlere babalık yapma işini bile üstleniyor. Annenin dert ortağı
olan bu çocuk, model olarak kendisine o zalim babayı alacak değil ya annesini alıyor. (İğne yapmayı da öğreneceğim.)
Bu arada bu erkek çocuğun evleneceği kadının vay haline! Vay anam, vaylar anam! İşte gelin kaynana çatışmasının en
zirvede yaşandığı evlilikler bu koşullarda gerçekleşiyor. Anne sultan, oğlunu değil sevgilisini evlendirmiş gibi, işte
bu yüzden, böyle davranıyor.
Psikiyatristlere son çağrım! Topluma model oluşturmuş, kişilik bozukluğu ve duygu durum bozukluğu içindeki tiplerin
ipliğini pazara çıkarma işini üstlenecekler mi yoksa ben devam edeyim mi?
Ediyorum.
Çoğu aşk, hayranlıktan doğar. Doğru mu? Hmm… kısmen. Hayranlıktan doğan aşklar çok sağlıksızdır, kaçın! Genellikle
kendisinde olmayan bir şeye sahip olana yönelmiş kadın ya da erkekler “Kuzuların Sessizliği”ndeki katile benzerler.
Öldürdüğü kadınların derilerinden kendine kılıf diken o katile… Hatırladınız mı?
Bir de, eksikliğin tamamlanmasından doğan aşklar vardır, onlara ilişmeyin. Diyelim annesiz büyümüş bir delikanlının
kendisinden büyük olgun bir kadına yönelmesi ya da babasız büyümüş bir kızın olgun bir erkekle evlenmesi gibi. Bu bir
sapkınlık ya da fırsatçılık falan değildir. Bırakın birleşsinler ve birbirlerinde yaralarını sarsınlar.
Düşünürsek, hep sanatçı olmak istemiş ama bir türlü olamamış bir doktorun, nihayet sanatçı bir kadınla evlenmesinin
aslında toplum yararına bir şey olduğunu da görürüz. Yani işini gücünü tavsatıp film çözümlemeleri yapmasından, sinema
kitaplarına gömülmesinden iyidir. Ya da zengin olup hayat standardını yükseltmeye takmış bir doktorun zengin bir kadınla
evlenmesi de öyle. Bunlar toplum yararına birleşmelerdir.
Allah cümlemizin kızlarını kadınlarını; sokaklarda dolaşan siyah gömlekli, pahalı arabalı, şiir yazan ya da yemek yapan
ama kadınlarla fotoğraf çektirmekten bile kaçınan, yalnız kurt imajının arkasına gizlenerek defolarını saklamaya
çalışan, yüzlerce- binlerce- milyonlarca kadın düşmanı “yarım erkek” faciasından korusun. Amin. Ommmm…
Defne Ilgaz
August 24, 2013
-Bu yazı 2012 yılında Kitap Postası dergisinde yayınlanmıştır.