Bir Sümer atasözünden hareketle, ömrünü bildiklerini öğretmek için harcayan bir hoca geçti bu dünyadan. ”Üretim içinde eğitim”in önemine inanmış, belgesel
film çekimlerine, zaman zaman bütün sınıfını götüren “Kula’da Üç Gün” filminde
olduğu gibi öğrencilerinin yazdığı senaryoyu belgesele dönüştüren ve çekimlerin
her aşamasında öğrencilerini de ortak ederek onların yetişmelerini amaçlayan bir
hoca geçti ülkemizden.
Kültürel zenginliklerimizi, kendi halkına ve bütün dünya’ya tanıtmak için
durmadan çırpınan, almış olduğu ulusal ve uluslararası çok sayıda ödülün yanı
sıra eserleri Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletlerinde televizyon
kanallarında gösterilen, bu ülkelerin ünlü üniversitelerinde yapıtlarından
yararlanılan bir sanatçı geçti bu ülkeden ve hayatta iken kendisine “Devlet
Sanatçısı!” unvanı verilmeyen, en üst düzeyde kişiler tarafından
ödüllendirilmeyen.
1973 yılında ABD’de tamamladığı Lisans ve Lisans üstü eğitimini tamamlayıp,
sekiz yıl aradan sonra döndüğü Türkiye’de, üretmiş olduğu otuzun üzerinde
belgeselin yanında, ünlü yönetmenlerin, akademisyenlerin, sanatçıların
yetişmesine katkı sağlamış, yedi Üniversitede yedi nesil öğrencisinin yetişmesi
için çabalarını son nefesine kadar sürdüren bir bilim adamı geçti bu devrandan…
Sene başında girdiği ilk derste,.karatahtaya cep telefonunu yazan ve “Bu telefon
yirmidört saat açıktır. İsteyen her zaman arayabilir” diyen, geçirmekte olduğu
ağır bir iç kanama nedeniyle 150 şişeye yakın kan gereksinimi duyulan ve 45 gün
kalmak durumunda kaldığı Cerrahpaşa Hastanesinde odasına getirttiği cihazlarla
öğrencilerinin yapmış olduğu filmleri izleyen bir Suha ARIN geçti bu dünyadan.
Kendisi adına internette açılan bir sitede son dönem öğrencilerinden Eren
Atmaca’nın Sorduğu “Biz mi geç geldik bu dünyaya, yoksa Hocamız mı erken
gitti” nin cevabını veremiyorum.