- Bir kısa filmci olarak kısa filmi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kısa filmci olarak görmüyorum kendimi aslında. Çünkü kısa filmci diye bir şey
yok Türkiye'de; çünkü bu işten para kazanılmıyor.
- Demek istediğiniz, böyle bir mesleğin olmadığı mı?
Evet, bir meslek değil bu, bir hobi. Yani öğrencilerin yaptığı, amatörlerin,
heveslilerin yaptığı, primitif bir düzeyde kalan bir hobi alanı olarak
görüyorum. Yanlış anlaşılmasın, alan böyledir demiyorum. Türkiye'de maalesef
durum bu.
- Peki, sizin için kısa film nedir?
Benim hep söylediğim bir şey var, daha önce de bir röportajda söylemiştim.
Yalnızca bir kısa filmin anlatabileceğini anlattığında kısa filmdir diye
tekerleme gibi bir şey var. Bu bütün sanat türleri için geçerli olan bir şey
aslında. O medyumun, sadece o medyumun anlatabileceği bir şekilde bir şeyler
anlatabiliyorsanız, başka bir şeye transpoze edilemiyorsa bu anlattığınız şey;bu
ekonomik nedenlerle olabilir, etnik nedenlerle olabilir, aklınıza ne geliyorsa
hiç fark etmez, odur. Süresiyle sınırlı değil aslında, 8-10 saatlik kısa film de
olur. Bence esas önemli noktası konvansiyonel olmaması. Yani televizyonda
gördüğümüz dizilere benzememesi.Maalesef üzülerek onu çok görüyorum. Televizyon
dizisi gibi kısa film yapılıyor veya fıkrayı duymuş, etkilenmiş, kısa film
yapmış.
-
Kısa filmi iyi yapan ne?
Bu, şiiri iyi yapan ne?Romanı iyi yapan ne gibi bir soru.Zor bir
soru.Bilemiyorum,bir fikriniz var mı?Tam olarak cevabı yok aslında Şu iyidir
deseydik alırdık,reçeteye göre yapardık.
-
Ben daha çok sizin yorumlarınızı merak ediyorum. Mesela bir film çekiyorsunuz,
bu film iyi oldu diyorsunuz.Şöyle mi diyorsunuz?Ben burada kendimi iyi
anlatabilmişim demek ki bu film iyi.
Evet. Bir de fotoğraf makinenizi elinize aldığınızda, vizörden baktığınızda,
fotoğraf çektiğinizde ya da film çektiğinizde , müthiş bir araç var
elinizde.çünkü dünyanın anlamını değiştiriyorsunuz.Kalem de öyledir.baktığınız
zaman çok önemli bir araç değildir; yazdığımız şeyler ürün olarak da çok değerli
değildir.Ama dünyayı başka bir anlama sokar.Birisi için eğer bugüne kadar
varolmayan bir kapı açabiliyorsanız, herhangi bir şey olabilir, o güne kadar
düşünmediği bir şey, görmediği bir resim, gitmediği bir yer, hissetmediği bir
duygu…bunu aktarabiliyorsanız ben ona başarı diyorum işte.
-
Sizinde amacınız bu mu? Bir film yaparken farklı bir dünya yaratmak ve onu
insanlara sunmak mı?
Farklı bir dünya diyemem aslında, kendi dünyam.
-
Ama onlar için farklı bir dünya.
Evet.
Yabancılaşma mesela. Bu çok ciddi bir sorun. Bu sorunu bir şekilde aşmak gerek
ve bende kendimce bu soruna dair bir şeyler yapmak isterim.Ama bir yandan da
çekinerek ilerlerim. Çünkü o klişelerden korkarım.Hep belirli göstergeler
kullanılır, hep belirli bir tarzla ifade edilir.Dolayısıyla klişeleri anlatmak
çok cesurca gelir bana. Çünkü çok farklı bir şey ortaya koymak
zorundasınızdır.Bu sizi hiç korkutmadı mı?(ya yapamazsam?) Diğerlerinden ayıran
bir yönü olmak zorunda çünkü.
Tam olarak değil.Anlattığınız şeyin bir önemi yok.Klişe bir şeyi
anlatabilirsiniz ama o güne kadar hiç görülmemiş bir şekilde anlatırsınız.
Peki bunu önceden görebiliyor musunuz?
Bunu hissediyorsunuz, inanıyorsunuz.Belki de anlatamıyorumdur. Başkasına
sorsanız “yok canım gayet klişe filmler” diyecektir.Ama ben kendi bildiğim,yani
sonuçta herkes kendi aklıyla sınırlı,ben kendim hakkında çok da objektif
yorumlar yapamam. İlker Canikligil çok iyi filmler yapıyor ya da berbat filmler
yapıyor diyemem. Çünkü ben şunu biliyorum.Bence düşünürken de yaparken de
yaptıktan sonra da iyi filmler değil,yani buna dikkat etmek lazım,kendime ait
filmler yaptığımı düşünüyorum.Ama dediğim gibi,buna inanmak zorundayım.
Ben yine tekniğe dönmek istiyorum.Teknikle çok fazla oynuyorsunuz. Film tekniği
Türkiye’de çok fazla gelişmedi.Gelişmediği için anlaşılması da zor.Bu yönde
eleştiriler de almışsınızdır.Elinize yüzünüze bulaştırmak diyeyim korkutmadı mı
sizi?
İyi bilmiyorsanız evet, korkmalısınız.Ama böyle bir sorun yok benim için.Dünyada
ne oluyorsa takip ediyorum.Yani tekniği çok iyi çözdüm.Tabii bunların bir bedeli
var.Geceleri dışarı çıkmıyorum.Eğlenmeye kırk yılda bir giderim.Ya oturup kitap
okurum ya da internete giriyorum. Ama bir teknofetişistlikle suçlanma riski her
zaman var.O hep vardır zaten.Yani görüntüler güzel ses güzel fakat içerik yok
diye suçlanabilirsiniz ki ben de suçlandım zaman zaman.
Az önce de değindik. Siz,artık gerçekliğin olmadığı, kopyalarının olduğu bir
dünyada yaşadığımızı söylüyorsunuz, filmlerinizde de bu biraz böyle.Bu sizin
için bir eleştirimi yoksa gerçekten buna inanıyor musunuz?Bunu meşrulaştırıyor
musunuz?
Böyle olduğunu hissediyorum.Ha ha ha hah!Aslında bu gerçekten üzerinde
tartışılacak bir şey değil.Çünkü bu verili bir gerçek. Şu an 70'lerin dünyasında
değiliz, çok başka bir dünyada yaşıyoruz.İletişimin delice arttığı ama aslında,
bütün bu farkındalık, bütün dünyayı tanıyoruz, her taraftan bize haber
geliyor.Amerika'daki arkadaşınızla chat yapabiliyorsunuz;ama bu onu daha iyi
tanımanızı sağlamıyor.Gerçekten yüz yüze konuşmak ya da telefonla
konuşmak,beraber yemek yemek,deniz karşısında oturup sohbet etmek,yürüyüş
yapmak...bunlar başka şeyler; chat yapmak başka bir şey.Chat çok iyi bir şey.
Ama bireyin yerini almaya başlıyor. Haberlere bakıyorsunuz.Haberleri gerçek
zannetmeye başlıyorsunuz. Halbuki dev bir dünyanın küçücük bir parçası,
“öylesine seçilmiş bir takım baskılar evinize giriyor”; Milen Kundera’nın
söylediği bir şeydir.Belki yan komşumuz öldürülüyordur o sırada ama siz
televizyonda yapılan Türkiye'de yaşanan cinayet olaylarının birini seyredip
rahatlıyorsunuz gibi bir durum var. Yani tamamen enformasyon fazlalığından
desenforme oluyorsunuz.Dolayısıyla bunda tartışılacak bir şey var mı?Pek
sanmıyorum açıkçası.
- Peki sizin bu değerlendirmelerinizin temelinde gelenekselliğe duyulan özlem mi
yatıyor?
Teknolojiyi çok seviyorum.
- Ama bazı şeyleri tükettiğini de söylüyorsunuz.
Evet,kesinlikle.Yani insanlar bence, (70'leri çok kabaca hatırlıyorum.72
doğumluyum.)70'lerdeki kadar mutlu değiller.Bir sürü şey çok kolaylaştı,ama o
zaman sanki daha mutluyduk gibi geliyor veya 80'lerde bile nerdeyse,Şimdi çok
daha kaotik bir dünya var gibi geliyor.Ama belki de tamamen bir nostalji
dediğimiz gibi boş bir şey belki de.Beni götürüp 70'lere koysanız ağlayarak
kaçabilirim belki,bilemiyorum.
- Peki tekrar kısa filme dönersek,Türkiye'de kısa film nasıl gelişecek.Ne zaman
Türkiye'de iyi kısa filmler yapılacak?
Açıkçası ben onu göremeyeceğime inanıyorum.Şöyle bir örnek vereyim: 2002de
Fransa'ya gittik.Clermont Film Festivaline.Dünyanın en büyük kısa film
festivallerinden biri.350 bin kişinin yaşadığı bir şehirde yapılıyor.120 bin
bilet satıldı,kısa film festivalinde.Ve aynı günler (bu 9-10 gün süren bir
festival) şehirde dolaşıp normal sinemalara da bakıyordum.onlara da talep
oldukça fazlaydı.350 bin kişilik bir şehir, 120 bin bilet satılıyor ve sinemaya
talep halen bitmiş değil.Türkiye'ye baktığımızda Hilmi Etikan'ın festivali
yanılmıyorsam 10 bin bilet satıyor,12 milyonluk bir şehirde.Bu tabloyu
çizdiğimiz zaman Hilmi Etikan bedavaya satıyor.Fransa'da 2-2,5 euroydu giriş,bu
korkunç bir tablo.
- Genel olarak bir sinema kültürünün olmayışından mı kaynaklanıyor?
Hiçbir şeyin kültürü yok ki.En çok satan kitap bile 500-1000 satıyor. Bestselleri
saymazsak, böyle bir ülkede hiçbir şey yeşermez maalesef.Karamsar olmak istemem
ama...
- Kısa filmin kısa filmciliğin gelişmesi için bir örgütlülüğün olması gerektiğini
söylüyorsunuz.Bu bir gerçek.Ama hemen ardından şöyle bir şey söyleniyor. Bir
sektör haline gelmeli.Ben şöyle düşünüyorum:Kısa film bir sektör haline gelirse…
Ölür.
- Evet.
Ve benim dediklerimle tamamen çatışmış olur.Evet ama sektörleşmekle tam olarak o
kastedilmiyor galiba.Sonuçta bir şeylerin yeşerebilmesi için birilerinin
fedakarlık yapması ve özen göstermesi gerekiyor.Fransa örneğinden
gidersek,Fransa dünyanın en büyük kısa film ülkesi.En çok kısa film orada
üretiliyor bildiğimiz kadarıyla ve merkezi orası.Amerika’dan çok Fransa.Ne
oluyor yılda 500 tane 35 mm, 16 mm, kısa film üretiliyor Fransa'da.Türkiye'de
hiç yok bildiğim kadarıyla.Bunlardan bazıları doğal olarak ne yapıyorlar. Uzun
metraja geçiyorlar.Teklif geliyor bu insanlara.Bir kısmı tv'lere bir şeyler
çekiyorlar. Dolayısıyla bir geçişkenlik oluyor. Yani yeni insanlar kısa film
yapmaya başlıyorlar. İnsanlar bir kariyer basamağı olarak görüyorlar.Ben de bir
kısa film yapıp şansımı deneyeyim diyorlar.Onların yine bir kısmı yapıyor yine
bir kısmı yapamıyor.Onun için bir devir daim mekanizması oluşuyor ve bunların
mesela 500 tane film yaptığınız zaman içinden 50 iyi film çıkabiliyor.Ya da 5-10
tane iyi film çıkabiliyor.Ama Türkiye gibi 100 tane film yaparsanız ya da hiç
yapmazsınız 35 mm için konuşuyorum.Hiç de iyi filminiz yoktur.Yani o devir daimi
siz sağlayamıyorsunuz.Sektörden kastedilen belki biraz o.O devir daimi
sağlayabilmek bir takım insanların kısa film yapması,daha çok insanın kısa film
yapması, şirketlerin bu işe yatırım yapmaları, yatırım yapmak derken ille para
yardımı değil; imkan vermek.Ben 95’te çekmek istediğim filmi telesine etmek
istedim.Videoya aktarmak istedim 1200 dolar para istediler.Ben bunu bulup
buluşturup verebilirim ama bu çok saçma olur.Ben verebilirim ama bir başkası
veremeyebilir.Dolayısıyla bunların bir sisteme oturması yani kime ne kadar
destek verilecek; bunlar o kadar boş işler değil ve korkunuzu anlıyorum ama
olması gerekiyor.Başka da yolu yok.Yoksa tamamen amatör bir çaba olarak
kalır.Film amatörce yapılamayacak kadar zor bir şey.
- Ama kısa filmi uzun metrajdan ayıran, kendi başına bir alan olarak var eden şey
birazda amatör oluşu değil mi?Yoğun bir destek sağlansa bile o ruhunu
kaybetmeyecek mi?
Burada varolmakla olmamak arasında bir tercih yapılması gerekiyorsa varolmasını
tercih ederim.Dediğinizi çok iyi anlıyorum ve bir noktaya kadar katılıyorum ama
ben kendi adıma öyle yapıyorum.Ne destek alıyorum,devletten öğrenciyken destek
alıyordum ama onu bir kenara koyarsanız; genelde hep kendim yapmayı tercih
ettim.Kimse bana çıkarıp para vermedi.Alet edevat desteği aldım.Ama bu doğru bir
metot değil.Bu bizi hiçbir yere götürmez.Ben çok iyi bir film yapabilirim, siz
de çok iyi bir kısa film yapabilirsiniz.Ama Türkiye’de kısa film diye bir olguyu
doğurmaz, doğuramaz.Doğası itibariyle mümkün değil böyle bir şey.
- Eğer gelişmeyecekse, gelişmezse kendi kendini yok eder.
Zaten öyle şu anda yok.
- Ne söylemek istersiniz, ne yapmak gerekir.
Film yapın derim.Bu işin başka çıkar yolu olduğunu düşünmüyorum.Çok fazla
konuşabilirim.Biz Türkiye’de zaten yeterince konuştuk.Oluşumlar kurmaya
çalıştık.Hilmi Etikan, ben de bazen kıyısından katıldım.
- İmkanı yok mu kısa filmcilerin bir araya gelip “tamam devlet desteği
olmayabilir.Ama biz hiç değilse bir arada duralım.” gibi bir şey hiç gündeme
gelmedi mi?
Sorun şu kısa filmci yok ki Türkiye’de.Kısa filmi yapan insanların % 90-95’i
öğrencilerden oluşuyor.Öğrencilerde doğaları itibariyle parasız pulsuz
insanlar.Dolayısıyla zaten bir araya gelmemeleri çok bir şey ifade etmiyor.Biz
de Hilmi Etikan, ben ve tanıdığım diğer kısa filmciler de zaten hayatımızı bir
şekilde idame ettirmeye çalışıyoruz.Hiç birimiz zengin değiliz, bildiğim
kadarıyla. Nuri Bilge Ceylan biraz zengindi. O da uzun metraja geçti.Dolayısıyla
böyle bir hayat mücadelesinin içinde üç beş kişi bir araya gelir.Ve tamamı
geçici olan öğrencilerden bahsediyorum:İlk iki yıl zaten bir şey yapmıyorlar.3.
yıl bir şey yapmak lazım diyorlar.4. yıl bir film yapıyorlar.Sonra okul bitiyor
ve onlarda bu hayat mücadelesinin içine giriyorlar. N’oluyor TV’ye giriyor,
gazeteye giriyor... yapıyor bir şekilde bir daha yapmaz oluyor. Biz 5-6 kişi
Türkiye’de demirbaş gibi duruyoruz orada.Ama diğer insanlar devamlı geçim
gidiyorlar.Böyle bir yapıda bir örgütlülük kuramayız ki.O zaman bizim çok
özveride bulunmamız gerekiyor.İşimizi gücümüzü bırakıp,bir miktar para koyup
böyle bir yer açmamız lazım.
- Uzun metraja geçenleri kısa filmi bir basamak olarak kullananlar diye
nitelendiriyoruz. Gerçekten böyle bir araç mı kısa film?
Bence gayet makul, mantıklı ve akıllıca bir davranış. Bu şu demek değil; uzun
metraja geçtiler artık bir daha kısa film yapmayacaklarsa o kötü tabii ama
sonuçta film roman yazmak gibi.İllaki her kısa film yapan uzun metrajda yapar
denilemez.Chris Marker,ünlü fansız kısa filmci,bildiğim kadarıyla uzun metraj
yapmadı.Ama 60’ta yaptığı kısa filmleri bugün hala ben öğrencilere
gösteriyorum.Bir daha öyle bir şans yok.Ama geçeni de kınamam yani.Oradaki
duyarlılığı orada bulduğu bir şeyi uzun metraja taşıyabiliyorsa ne güzel.Ama
önce bir kısa film yapayım sonra uzuna geçerim diye yapıyorsanız, onun olacağına
inanmıyorum.
- Ama belgesel için bunları söyleyemiyoruz.Belgesel biraz daha profesyonelleşmiş
diyebiliriz.Daha kendine özel bir alan,kendi alanını oluşturmuş.Ama belgesel de
çok fazla talep edilen bir tür değil. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Belgesel alanını oluşturmuş mu hakikaten? Belgesel konusunda çok cahilim.
- Belgeselcilerin en azından ortak bir duruşları var.Kendi alanlarını daha net
belirlemişler. Belgeseli dramadan daha gelişmiş görüyorum.
Türkiye’de gerçeğe talebin fazla olması belgesele de talebin fazla olmasını
beraberinde getiriyor.Gerçeği anlatan şeylere talep daha fazla.Gelişmekte olan
bir ülke olarak, çok acı gerçekler olduğu için etrafta açlık, yoksulluk, sosyal
çatışma vs. böyle ülkelerde öncelik her zaman gerçeğedir diye düşünüyorum.
- Bizlere önerileriniz nelerdir?
Bol bol film üretmek lazım. Ben ender film yapan bir insanım. Çünkü ancak gücümü
toplayabiliyorum. Hem maddi olarak hem manevi olarak.çünkü her film beni
yıkıyor.Maddi olarak kazandığım da oldu, ödül kazandığım da oldu.Ama genelde
cebimden, oradan buradan harcadım.Dolayısıyla biraz güç toplayıp teknik kaliteyi
belli bir standarda oturtup,çünkü artık dünya standardına gelmek
lazım. Görüntüsü, sesi her şeyi temiz olacak.İyi filmler yapmak lazım ve bir
yerlere göndermek lazım.Dünyaya göndermek lazım.Sadece Ankara film Festivali, İFSAK’a değil.O zaman çok başka bir açılım oluyor.Kültür Bakanlığı bunu henüz
anlayamadı ama bu çok önemli. Bir tane Türk Kısa Filminin bile başka bir ülkede
gösterilmesi çok önemli bir şey.Çünkü Hamburg’daki, Fransa’daki adam Türk
Filmini, Türkiye’yi tanımıyor ama talep de var. Gönderilse gösterilecek ama onu
bile göndermek için paraya ihtiyaç var. Sektörleşmek de bunun için
gerekli.Sektörleşirsen yurtiçinde ödül almış belli filmleri alır, devlet
gönderir.Gönderme masraflarını alır, DVD basar, VHS basar,onu yurtdışına
gönderir.Fransa’da bu böyleydi….? Film Festivalinde her ülkenin standartları
vardı.O standartlarda kısa filmlerini tanıtıyorlardı; satmaya çalışıyorlardı;
kokteyller düzenliyorlardı.Yani büyük ve yoğun lobi faaliyetleri vardı.Bu işler
öyle olmaz:Hadi ikimiz bir araya gelelim,bir film çekelim, dünyayı fethedelim,
diye olmuyor.Hayat öyle bir şey değil.Dolayısıyla tıkanılacak yer
burası.Gönderemiyorsunuz ya da gönderiyorsunuz oradaki lobiden geçemiyor.Bunlar
zor.Ama çok film üretmek lazım.Yani 100 film olmaz, ayıp yani özellikle 25 tane
sinema-TV bölümünün olduğu bir ülkede her yıl en azından 1000 tane film çıkmalı,
diye düşünüyorum ben ya.
- Nicelik olarak eminim vardır, ama herhalde...
Tabi belki 10 bin film yapılıyor ama festivallere gelen filmlerden
bahsediyorum.Gerçekten ortaya çıkabilecek kaliteli 1000 film çıkmalı ki onların
içerisinden 10 tanesi dünyada da ses getirsin.Sonuçta filminizi tanıtırsanız
basın da daha çok ilgi göstermeye başlar.Bunlar artsa 10 kişi daha ödül alsa, 20
kişi daha ödül alsa bir kanal der ki getirin bunları yayınlayalım.Şu an o kadar
güdüğüz ki yani bir kanala gitsek desek ki son on yılın iyi kısa filmlerinden
sana program yapacağız desek, üçüncü bölümde program biter.Kimseyi aşağılamak ya
da suçlamak için söylemiyorum.Gerçek bu.Böyle bir durumda da senden kimse böyle
bir program yapmanı istemez.Uzattım biraz.İyi filmler yapmak lazım.Bunun yolunu
da herkes kendi bulacak.
Teşekkürler…