Kamu Yayıncılığı Nereye

Neşe YILDIRIM BİLGİN

"Her hareket havaya yazılır, etrafımızı saran atmosferdeki her titreşim evrendeki her bir varlığın üzerine etki eder.”
Şair Edgar Allan Poe'ya ait bu cümle, Frederic Barbier ile Catherine Bertho Lavenir'ın yazdıkları "Diderot'tan İnternete Medya Tarihi" adlı kitabın girişinden... Kitap, kitle iletişim araçlarını, kurtarıcı olarak tanımlıyor; insanlığı mekanın ve zamanın buyruğundan çıkardığı için... Ve yine bu araçların gücünü, "imparatorluklar, önceleri sadece 'kağıt imparatorlukları' olmuş, daha sonra da enformasyon –ve enformasyon kontrolü- imparatorluğu" cümlesiyle vurguluyor.
Gerçekten de, bugünün dünyasında toplumsal bilginin ve kültürün yeniden üretilmesinde iletişim araçlarının başrol oyuncusu olduğu genel kabul görüyor. Peki bu etkili araçlar kime ait olacak? Medya tarihi, bu soruya verilmeye çalışılan yanıtlarla dolu...
1950'Ii yıllarda yeni ve etkili bir kitle iletişim aracı olarak ortaya çıkan televizyon, İkinci Dünya Savaşı öncesinde radyo için geliştirilen iki modeli yeniden üretir. Televizyonlar, Amerika Birleşik Devletleri'nde, reklamlarla finanse edilen ve en fazla seyirciye ulaşmaya çalışan büyük şebekeler şeklinde organize olur. Avrupa'da ise 1980'Ii yılların ortalarına kadar, hükümetler tarafından kontrol edilen ve üst kültür ile popüler kültür arasında sentez oluşturmaya çalışan kamu televizyonları gelişir. Televizyon etkinlik alanını genişletirken, Amerika Birleşik Devletleri'nde de kamu hizmeti yapan yayıncı kuruma ihtiyaç ortaya çıkar ve PBS (Public Broadcasting Services) kurulur. Avrupa ülkelerinde ise, mülkiyeti devlete ait, ancak hükümetlerden bağımsız kamu hizmeti yayıncılığı sağlama konusunda çabalar sürer...

İletişimin evrim süreci
Bugün kamu hizmeti yayıncılığının varlığını sürdürmesi konusunda çok az sayıda çevreden itiraz geliyor. Gerekliliği üzerinde neredeyse görüş birliği bulunan kamu hizmeti yayıncılığı nereye gidiyor?
Bu soruya yanıt aramak için iletişimin evrim sürecine daha yakından bakmak gerekiyor. İletişim araçları üzerinde başlangıçta devlet egemenliğinin gücü belirleyici iken, zamanla bu gücün yerini sermaye almaya başlıyor. Nasıl mı? Devletin müdahalesini yasalarla sınırlayarak...
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR, 20'nci yüzyıl boyunca, sermayenin iletişim dünyasındaki gücünü daha da ileriye götürdüğünü belirtiyor ve ekliyor:
“Sermaye her ne kadar güçlense de, demokratik sistemlerde bu gücün sınırlı olması gerekiyordu. Avrupa’nın reklam almayan yayıncılığının temeli budur. Kâra dayalı olmayan kamu hizmeti yayıncılığı bu sayede özellikle Avrupa’da ayakta duruyor. İngiltere'nin BBC’si gibi"...

Liberalizm ile iç içe
Avrupa'da kamu hizmeti yayıncılığının ortaya çıkışı böyle. Peki ya Amerika Birleşik Devletleri'nde durum nasıl? Her şeyi liberalizmin şekillendirdiği bu ülkede, kamu hizmeti yayıncılığına neden ihtiyaç duyuluyor?

Prof. Dr. Haluk GERAY :
Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi
"Bazıları ABD'de kamu hizmeti yayıncılığı anlayışının olmadığını düşünüyorlar. Bu doğru değil. ABD'de, 1924-1965 yılları arasında ticari yayıncılığın temel olduğu bir ortam söz konusuydu. 1960'larda kamu hizmeti yayıncılığına yönelik yasa çıkarıldı. Halen sistemin televizyon ayağını oluşturan PBS (Public Broadcasting Services) kuruluşuna bağlı 170 kadar istasyon vardı. Radyo istasyonlarının (National Public Radio) sayısı da yaklaşık 500 idi. Devlet, bunlar için 1967 yılındaki yasayla kurulmuş olan "Corporation for Public Broadcasting"(CPB) aracılığıyla, her yıl 400 milyon dolardan fazla fonlama yapmakta idi. ABD'deki temel fark şurada ortaya çıkıyor; bu istasyonların mülkiyetleri sivil toplum kuruluşlarında olabilir. Önemli olan reklam almayarak, ticari yayıncılık sisteminin dışında kalmalarıdır. Bu amaçla sözleşme imzalarlar."

Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR :
"ABD'de Cumhuriyetçilerin iktidarda olduğu dönemlerde de, bugün bizim kamu hizmeti yayın ilkeleri diyebileceğimiz ilkeleri ayakta tutmaya çalışan kurumları kurmuşlardı. Hiçbir konuyu tek yanlı olarak sunmamak, haberin unsurlarının tam olmasını sağlamak, adı geçen kişilerin ya da kurumların görüşlerinin habere dahil edilmesi, çoğulculuğu sağlayabilmek, sermayenin dışında da mevcut gruplara radyo ve televizyonlarda söz hakkı vermek... Bunları sağlamaya uğraşmışlardı. Liberal sistem, devletin karışmadığı bir sistem ama çoğulculuğu sağlayabilmek o yapının parçası."

Dr. İrfan ÇİFTÇİ :
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
"ABD, her yıl yarım milyar dolar civarında, çoğunluğu radyo olmak üzere radyo-tv kuruluşlarına destek sağlamaktadır. Tabi bu bir kamu yayıncılığı politikasından değil, Amerika'nın eyaletleri arasında iletişimini sağlamak üzere kurulmuş eski sistemin, günümüzde de yerel özellikleri sürdürmesi açısından yapılan desteklerdir. ABD bir ulus devlet olmadığı için politik değerleri değil,
politikaları vardır."

Avrupa'da koruma altında
Prof. Dr. Haluk GERAY :
"Avrupa Birliği'nde kamu hizmeti yayıncıları devlet mülkiyetinde olmakla birlikte hükümetlerden bağımsızdır ve kamu hizmeti yayıncılığının korunması, Amsterdam Antlaşması ile garanti altına alınmıştır. Aldıkları tavsiye kararları ve genelgelerle kamu hizmeti yayıncılığının vazgeçilmez önemini vurgularlar."

Nuri M. ÇOLAKOĞLU :
TV Yayıncıları Derneği Başkanı
"Sistem önceden tasarlanmış ve yayıncılar ona göre lisanslandırılmış olduğu için kamu hizmeti yayıncılığı ile özel yayıncılık yan yana yürüyor. İki sistemli bir düzen kurulmuş. Örneğin İngiltere'de BBC, evinde televizyon olan herkesin ödediği bir lisans ücreti ile finanse ediliyor ve bunun sonucunda hiç reklam almıyor. Özel televizyonlar ise reklamla yaşıyor. Yahut Almanya'da kamu hizmeti yayıncılığı yapan kuruluşların alabileceği reklam sınırlandırılmış durumda."

Dr. İrfan ÇİFTÇİ :
"Bugün dünyanın belli başlı bütün ciddi ülkeleri kamu hizmeti yayıncılığını sübvanse ediyor ve bunların hepsi devasa kuruluşlardır. ZDF'nin, BBC’nin, Rus TV'sinin gerek personeli gerekse yayın etkinliği TRT'nin birkaç katıdır. BBC, ZDF, Fransız TV5, İspanyol TV'si bunlar hep kendi ulusal, milli değerleri üzerinden dünyayı yorumlayan veya kendi ulusal değerlerini dünyaya taşımaya çalışan anlayışlardır."

Kaynak ne olmalı?
Konunun en önemli boyutlarından biri kuşkusuz kaynak sorunu. Devletler için, toplum için hayati önem taşıyan kamu hizmeti yayıncıları, varlıklarını sürdürebilmeleri noktasında gereken kaynakları nasıl bulacaklar?

Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR :
"Herkesin doğru, tarafsız habere ve yoruma ihtiyacı var. Bunu sağlayabilecek olan da kamu hizmeti yayıncılığı, yani kâr gütmeyen mantık. Kamu hizmeti yayıncılığı için sağlam kaynak toplumdan gelecek. Niçin toplumdan gelecek? Çünkü toplum, yani Türk halkı, farkında olsun olmasın dünyada, Türkiye'de olan biteni kendisine düzgün, tarafsız ve sürekli olarak anlatabilecek iletişim aracına ihtiyaç duyuyor."

Prof. Dr. Haluk GERAY :
"Dünyadaki bazı kamu hizmeti yayıncıları reklam almazlar, sadece kamusal fonlarla çalışırlar. Ancak Avrupa Birliği'ndeki ağırlıklı eğilim hem reklam gelirleri, hem kamusal desteklerden yanadır. Öte yandan AB içindeki kamu hizmeti yayıncılarının fonlanmasına yönelik mevzuatın temel ilkesi 'yasal olarak güvenli fonlama'dır. Bu şu anlama gelir. Öncelikle kamu hizmeti yayıncısının görevini yapabileceği düzeyde fonlanmasının garanti edilmesi. İkinci olarak, bu fonlamanın yıldan yıla değişen bir biçimde olmaması. Yani istikrarlı olması. Bu durumun yasal olarak garanti altına alınması da üçüncü unsurdur. Dolayısıyla bu koşulları yerine getiren her tür fonlama TRT için geçerli olabilir.
Söyle diyelim İMKB'nin işlemlerinden alınacak yüzde veya binde küsur oranında bir pay, geçtiğimiz 20 yılın ortalamalarına bakıldığında parasal olarak yeterli düzeyi sağlıyor olabilir. Ancak belki istikrarlılığı sağlamada risk taşıyabilir; çünkü kriz dönemlerinde, işlemlerdeki daralma, fonun düzeyinin TRT'nin görevini yapamayacağı biçimde azalması anlamına gelir. Ama yasaya 'gelirin bir önceki yıldan daha düşük olması durumunda eksik olan miktar hükümet bütçesi tarafından karşılanır' hükmünü koyabilirseniz, böylelikle istikrarlılık koşulunu da yerine getirmiş olursunuz. Tabi bunların yasalara dayanması gerekir. Maliyeciler ve finans uzmanları yukarıdaki ilkeler çerçevesinde en iyi yöntemi bulacaklardır. İsterseniz piyango, talih oyunları ve müşterek bahislerden alınacak pay, isterseniz telekomünikasyon operatörlerinden ya da özel televizyonların reklam gelirlerinden belli bir küsurat... İsterseniz vergi tekniğini kullanırsınız. Bu işin teknik yani. Yeter ki niyet olsun."

Teknoloji, küreselleşme ve kamu yayıncılığı
Bir yandan iletişim teknolojileri, baş döndürücü gelişmeler, diğer yanda küreselleşme denilen ve bu yaşananlarla hiç de kopuk olmayan süreç... Gelinen noktada kamu hizmeti yayıncılığı amacına hizmet ediyor mu?

Prof. Dr. Haluk GERAY :
"Yeni iletişim teknolojileriyle birleşen geleneksel medyada 'izleme başına ödeme' uygulamaları artıyor. Paran kadar bilgilenme eğilimi, bilgi toplumu tartışmalarında bilgi yoksulları ve bilgi zenginleri ayrımını gündeme getiriyor. Avrupa Birliği, artık kamu hizmeti yayıncısına bu gelişmelere karşı da sorumluluklar yüklüyor. Herkesin ödeyebileceği veya parasız olarak alabileceği yeni kanallardan bilgileri ülkenin tümüne sunmak. Diğer taraftan, dünyanın tepesindeki ülkeler, sizin ülkenizin belli yönde tutum ve davranış geliştirmesini isterler ve 'kamusal diplomasi' dedikleri, doğrudan halka yayma yöntemini de uygularlar.
Küreselleşme ve ticari yayıncılığın ortaya çıkışı, bu ülkeler için bulunmaz bir nimet sundu. Ülkenin ticari kanallarına çeşitli yollarla çeşitli ağları kullanarak, gerekirse parasal desteklerle çok kolay girerler. Oysa sizin, çıkarlarınızın nerede olduğunu görmeniz için, konuların farklı yönünü ortaya koyabilen bağımsız yayın kuruluşlarına ihtiyacınız var. Ticari yayıncılık bunu garanti edemediği gibi, zaman zaman yabancı ülkelerin kamusal diplomasisinin ülke içindeki aracı olabilirler.”

Kamu yayıncılığından ne beklemeli?
Bilginin en önemli iktidar araçlarından biri haline geldiği bugünün dünyasında, kamu hizmeti yayıncılarından neler beklemek gerekiyor? Kamu hizmeti yayıncıları, yan yana yürüdükleri özel televizyonlarla reyting yarışında mı olacaklar, yoksa toplumsal sorumluluklarını mı yerine getirecekler? Bu arada varlıklarını sürdürmeleri için gereken kaynakları nasıl bulacaklar?

Nuri M. ÇOLAKOĞLU :
"Kamu hizmeti yayıncılarını özel televizyonlarla yarışa sokmak haksızlık. Onlar, özel televizyonların kanuna rağmen bir yolunu bulup kaytardıkları, yer vermedikleri klasik batı ve Türk müziği, gittikçe duyulmaz olan Türk Halk Müziği ve toplumun geniş bir kesiminin yaşadığı kırsal bölgelerdeki insanların gereksinmelerine cevap veren yayınlar yapıyorlar. Kamu hizmeti yayıncıları sosyal sorumluluk çerçevesinde yayın yapmalı. Kamu hizmeti yayın kurumları, kaliteyi ve rafine zevki temsil etmeli. TRT'nin de, ülkede standart ve kalite koyucu, diğer kanalların ulaşmadığı kesimlere ulaşan, onların gereksinmelerini karşılayan bir yayın çizgisine gelmesi doğru olacak.”

Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR :
“Türk halkı orduyu tartışıyor mu? Tartışmıyor. Ona olan bağlılığı, inancı çok yüksek. Aynı şekilde, günümüzde de olmazsa olmaz ikinci bağlılığın ve önemin iletişim konusu olduğunun anlatılması gerekiyor. Çünkü güvenilir olmayan haber, güvenilir olmayan yorum, onun geleceğini tehlikeye atıyor, onun doğru karar vermesini engelliyor.”

Dr. irfan ÇİFTÇİ :
"Dünyada şu veya bu şekilde kamu hizmeti yayıncılığı yeniden gözden geçiriliyor ve itibar kazanıyor. Yani kamusal nitelikli yayıncılık son 2-3 senedir bütün dünyada özellikle küreselleşmenin olumsuz sonuçlarının yaşanmasına paralel olarak, yeniden yükselen trend olmaya başlamıştır.
Avrupa, küreselleşmenin aktörü olmamakla birlikte birçok etik değerini savunuyor veya sorguluyor. Fakat bunu da her ülke kendi milli değerleri üzerinden bir söylemle gerçekleştirmeye çalışıyor. Türkiye de bu perspektif zeminindedir. Dolayısıyla TRT'nin hedefi BBC ile rekabet olmalıdır. Bunun için Türk kamu yayıncılığı yanında özel yayıncılığının ıskaladığı Türkçe'yi değişik seviyelerde çok iyi kullanarak, Türkiye'nin değerlerini, yöneldiğimiz AB değerlerini, Türk kamuoyuna ve etkin olduğu bölgesel kamuoyuna, Türkiye'nin stratejik çıkarları doğrultusunda aktarmalıdır. TRT kendi modasını yaratabilir. Bunun için de doğru bilgiye dayalı, nitelikli yayınlar yapmalıdır. TRT'nin temsil ettiği ülkesinin değerleriyle, kamusal yayıncılık alanında dünyanın ilk 5'ine girmesi, hem zamanın talebi, hem de bir zorunluluktur.”

Prof. Dr. Haluk GERAY :
"Çoğulcu demokrasinin gerçekleşmesi için, yurttaşların gelişmeleri her yönüyle bilmesi gerekir. Yayınlar belli çıkarlara yönelik olmamalı. Oysa ticari yayıncılık ve onların sahiplerinin tutumu her an sorunlar çıkarabilir. Bizde de öyle olmadı mı? Yayın kuruluşlarını silah olarak görenler, holdinglerinin ticari amaçları için halkı kandırmaya yönelik yayın yapanlar... Örneğin, 1 Mart tezkeresinin oylamaları sırasında, ticari kanalların neredeyse tamamı, savaşa girmemiz yolunda yayın yapmışlardı. Bir tek TRT elinden geldiğince meselenin öteki yüzünü de anlattı. Ticari yayıncılığın yanlılığına ilişkin bunun gibi örnekler, çeşitli araştırmalarda, tezlerde saptanmış durumda. Futbol dışındaki spor dallarını ticari kanallarda değil, ancak TRT'de bulabilirsiniz. Çünkü para getirmez. Her şeye rağmen insanlar TRT'nin verdiği habere güveniyor ve TRT, ticari yayıncılıkta olmayan pek çok güzelliği sunuyor.”