"Kurgu, filmin kendi gerçeğini - gerçekliğini oluşturma işlemi demektir"
"Genellikle bunun "belgeselin konusunu oluşturan gerçeklikle çok az alakası vardır"
Dziga Vertov "belgesel sinema ile yaşamın içine girilerek belgelenebilen ve gözlemlenebilen gerçekliğin araştırılmasından" yana bir düşünce ortaya koyar. Grierson için belgesel "gerçekliğin yaratıcı bir biçimde incelenmesidir."
Sinema Terimleri Sözlüğünde gerçekçilik: "dışarıdaki dünyayı, nesnel bir tutumla yansıtmayı amaçlayan sinema ve televizyon akımı" olarak verilir.
Louis Gianetti "belgesel sinemanın da, tarihin de gerçeğe ancak gerçek olayları ele alarak ulaşabileceklerini, güvenilir olmanın hem belgeselcinin hem de tarihçinin en önemli kozu olduğunu, bu nedenle hatalara, uydurmalara karşı hassas olduklarını" söyler.
Burada tarihçi ile belgeselci arasında bir paralellik kurulmakta ve her ikisine de benzer bir görev yüklenmektedir. Ancak gerek yukarıdaki sözlerde gerekse burada belirtilmeyen başka açıklama içeren yazılarda sürekli olarak geçen bir kelime olan; "yorum" söz konusu edilen ve sürekli önemi vurgulanan "gerçeklik" kavramını sorgulamaya açar. Kimin gerçekliği, nasıl ve ne kadar. Bu tartışmalar sonsuza kadar uzar ve sonuçta hiç bir yere varmaz.
Ancak biz bu bölümde felsefi açıdan değil ama sinemanın çok önemli bir teknik aşaması olan "kurgu"nun gerçeklik kavramını ne kadar dönüştürdüğünü (bozduğunu), değiştirdiğini ve kendi gerçekliğini yarattığını" inceleyeceğiz. Zaten bundan dolayıdır ki bu konularda yapılan araştırmalarda hep bir yorumdan bahsedilir.
"Film zamanı" ve "Film mekanı" adını verdiğimiz iki önemli kavram kurmaca sinemada ne kadar önemli ise belgeselde de aynı öneme sahiptir. Yaratılanın bir eser olabilmesi için bu iki kavramın gerçekleştirilmesindeki yetkinlik önemli ölçütler oluşturur. Belgeselde oluşturulması gereken bu iki kavramın gerçekleştiği durumda artık bu iki kavramın gerçekliğinden ya da daha doğru bir söyleyişle filmin gerçekliğinden bahsedilebilir. Bu da anlatılan konunun gerçekliğinden çok farklı bir şeydir. Edebi bir metnin tasvir ettiği her hangi bir olay ya da durumla ilgili dönüştürme etkisi belgeseldekine oranla çok daha kontrol edilebilir şekilde gerçekleşir.
Herhalde özellikle bir sanatçı için; kendi başta olmak üzere bir gurup insanla birlikte, maddi geri dönüşü verilen emekle karşılaştırıldığında önemsiz sayılabilecek uzun,zor ve nankör bir işe girerken "tarafsız" olmak son derece zor olsa gerek. Bu anlamda bir tartışma ancak "adil olmak" ya da olabildiğince adil olmaya çalışmak üzerinde olursa yapıcı bir sonuç elde etme olasılığı vardır. Belki de kendi gerçeğini sunmaya çalışan yönetmenin önemli sorunlarından biri bu adaleti sağlayıp sağlayamadığını denetlemek olmalıdır.
Sanatçı tüm yaşantısı boyunca taraftır, eserleri de. Bir sanat eseri olarak belgesel için de durum aynıdır. Önemli olan tarihin yanılmaz yargılamasına kalacak işlerde doğru tarafı seçebilmek ve bunu da estetik bir yapı kurabilmiş olarak yansıtmaktır. Ülkemizdeki belgesel tarihine bakıldığı zaman, bu sorunun pek az yönetmeni meşgul ettiği görülür. Daha açık bir durum tespiti yapılmak gerekirse durum içler acısıdır. Belgesellerde seçilen konular genellikle yönetmeni risk almak ve dışlanmak gibi rahatsız edici süreçlerden uzaklaştırır niteliktedir. Göreme, Manisa, Halıcılık, Nemrut, Akdeniz'in İncisi Antalya, Süleyman Demirel gibi konularda üretilen belgesellerin çokluğu bu coğrafyada yaşayan insanların, bu bin yıla dair eleştirel yaklaşımlarını ne kadar sınırlı ve sakınarak ortaya koyduklarını kanıtlar niteliktedir.
Bu durum belki, de sosyologların, psikologların ve antropologların incelemesi gereken bir konudur. Buna karşın göçebe işçiler, ensest, kan davası, kadına uygulanan şiddet gibi konularda üretilen belgesel sayısı yok denecek kadar azdır. Taraf olmanın taşıdığı önemli risklerden biri de eserin gösterilememe sorunudur.