Günümüz insanı, her gün görmeye alıştığı ve zararsız olduğuna inandığı
şeylerden kuşkulanmak zahmetini göze alamayacak kadar duyarsızlaştırıldı.
Biraz kuşkulanmalı, çünkü her gün görmeye alıştığı kitle iletişim
araçlarının modern teknolojinin katkıları sonucu evrilmesine bağlı olarak;
sistemin kitleleri etkisizleştirme yöntemleri de bu modernleşmeye bir
anlamda ayak uydurmak zorunda kaldı. Artık insanlar kendilerine ait
dünyalarında bile televizyon gibi güçlü bir medya aracılığıyla manipüle
edilebiliyorlar. Televizyonun karşısına oturan her izleyici, televizyon
muhabirlerinin müthiş girişkenlikleri ve gerçeği yansıtabilmek uğruna
cansiperane çabaları sayesinde, dünyada olan biten her şeyi bütün
gerçeklikleriyle izleyebildiğine inanıyor. Oysa iletişim bilimci Arthur
Asa Berger'ın deyimiyle, kitle iletişim araçlarıyla yansıtılan gerçekler,
her zaman gerçeği yansıtmayabilirler. Çünkü insanın kontrolündeki kamera,
bir tek noktayı veya objektifin görüş alanına giren yerleri
görüntüleyebilir sadece. Kamera, arkasında kalan diğer mekânlarda
yaşanmakta olan belki de daha önemli olayları izleyicinin gözünden
kaçırmış olur. Hatta kimi zaman, o görülmesi gereken gerçekleri
görmezlikten gelip, izleyici kitlesini yanıltabilir de. Böylece
televizyon, gerçekleri yansıtan bir araç olması gerekirken, gerçekleri
"gerçeğimsiler" üreterek gizleyen bir kitle iletişim aracına
dönüşmektedir. Bunun örneklerini 1990 yılındaki Körfez Savaşı'nda
yeterince görebilme imkânımız olmuştu. Bugün de buna benzer şeyleri
yaşıyoruz aslında. Meselâ son Irak Savaşı’nda Amerika ve ittifak güçleri,
medyayı da kontrolünde bulundurarak, bir “işgal gücü” görüntüsünü silmeye
çalışıyor ve haksız Irak işgallerini meşru bir zemine oturtma çabası
gösteriyorlar. İşgal güçlerinin kontrolündeki medyanın taraflı, eksik ve
yanlış bilgilendirmeleri sonucu bölgede neler olup bittiğine dair de
izleyici kitleler tam anlamıyla bilgi sahibi olamıyor. Verilmek istenen
mesaj şu: “Amerika, bölgeyi terörden arındırmak ve demokrasiyi
yerleştirmek için burada !”. Oysa artık birçok insan anlamaya başladı ki,
mesele medyanın gösterdiklerinden ve vermeye çalıştığı bilgilerden çok
farklı bir boyuta sahip. Bu gelişmeler karşısında uluslararası medyanın
takındığı tavır, kitle iletişim araçlarının aslında bir iletişim
sağlamaktan çok, belli bir düşünceyi, kanaati, uygulamayı tek taraflı
olarak iletmekten öte bir işlevi olmadığını gösteriyor. Sözgelimi,
bölgeyle tarihî ve kültürel bağları olan Türkiye’nin medyası bile,
neredeyse “Amerikan medyası” gibi bir işlev üstlenmiş görünüyor.
Arthur Asa Berger, "televizyonun yumuşaklığı (artık yaşamımızın önemli bir
parçası haline gelen) parlaklığı, göz kamaştırıcılığı, hemen her şeye
nüfuz ediciliği, onun gücünü görmezden gelmemize neden olmaktadır" diyor
ve televizyonun, bir an önce yenmek için yığınla çaba sarfettiğimiz
bağımlılıklar yarattığını, dolayısıyla televizyon mahkûmları olduğumuzu
belirtiyor. İnsanların bu mahkûmiyeti de, onların daha kolay idare
edilebilir ve yönlendirilebilir hale gelmesine yol açıyor.
Ortaçağın toplumsal yapısında kilise ve feodal beylerin el yazmaları ve
yerel iletişim araçları nasıl etkili bir rol oynuyor idiyse, bugünkü
modern-kapitalist toplumların yaygın tüketime dayalı evrensel yapısında
basın, sinema, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçları, benzer
rolleri devraldılar. Eflatun, ideal sistemin boyutlarını, siyasal önderin
sesini duyurabileceği ölçüde sınırlandırır. Bugün ise kitle iletişim
araçları, siyasal iktidarın etkileme gücünü evrenselleştirmiştir.
Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün insanlar, medya tekelini
ellerinde bulunduran birinci sınıf kapitalist ülke iktidarının hedef
kitlesi olmak durumundadır. Bu, bireyin özgürlük alanına medya kanalıyla
tecavüz etmek demektir. Oysa tutucu okul, kitle iletişim araçlarının
(kendi ifadeleriyle medyanın) demokrasiyi, özgürlüğü, ifade özgürlüğünü
geliştirdiğini ve demokrasinin en gözde aracı olduğunu savunur. Ancak
kitle iletişim araçlarının günümüzdeki işlevlerini inceleyecek olursak,
bireyin kitle iletişim araçları tarafından çok sınırlı ve çevresi
iktidarlar tarafından kuşatılmış bir alanın içinde yakın markaja
alındığını görebiliriz ki bu da tutucu okulun görüşlerinin pratikte pek
geçerli olmadığını ortaya koymaktadır. Belki sadece iktidarların
demokrasi, özgürlük ve ifade özgürlüğünden ne anladıklarını ve onların
geliştirdikleri tanımları kitlelere benimsetmek konusunda işlevsel
niteliklere sahip olabilir kitle iletişim araçları. Nitekim Louis Althuser,
kitle iletişim araçlarını devletin ideolojik aygıtları olarak kabul
etmektedir.
İletişim bilimcisi Mc Quail, kitle iletişim araçlarının içerik ve
örgütlenme bakımından çok çeşitli olduğunu ve topluma etkide bulunabilecek
niteliklere sahip olduğunu belirtir. Mc Quail'e göre etki, kitle iletişim
araçlarının işleyişlerinin doğuracağı sonuçları gösterir. Örneğin
1960'ların sonlarında Amerika'nın bazı şehirlerinde ortaya çıkan yaygın
şiddet olaylarının ve ayaklanmaların televizyon gibi çok etkili bir kitle
iletişim aracı ile yayınlanmasının, başka bölgelerde de birtakım olayların
patlak vermesine yol açacağı ileri sürülmekteydi.
Kitle iletişim araçlarının (medyanın) bireyler, kurumlar ile toplum ve
kültür üzerinde önemli etkileri olduğu bilinen bir gerçek. Özellikle
Kanadalı iletişim bilimci Marshall Mc Luhan, örneğin tarihi değişmeleri
açıklama konusunda, iletişim araçlarına olağanüstü bir önem ve öncelik
atfetmektedir. Mc Luhan'a göre, dünya kültüründe görülen toplumsal,
siyasal ve iktisadî değişimlerin motoru, yazı, baskı, radyo ve televizyon
gibi iletişim araçlarıdır.
Tarihsel, politik ve ekonomik güç peşinde koşanlar için kitle iletişim
araçlarının denetimi, önemli bir avantajdır. Çünkü kitle iletişim araçları
üzerinde kurulan denetimin sağladığı büyük imkânlar ve yararlar vardır bu
kimseler açısından. Her şeyden önce kitle iletişim araçları dikkatleri
belirli sorunlara, çözümlere ya da insanlara çekip yönlendirerek, güç
sahibi olanları kayırıp buna bağlı olarak da rakip birey ya da gruplara
yönelmelerini önleyebilir. İkinci olarak, kitle iletişim araçları statü
sağlar, meşruiyeti güçlendirir. Üçüncü olarak, kitle iletişim araçları
belli koşullarda inandırma ve seferber etmenin bir kanalı olabilir.
Dördüncüsü, kitle iletişim araçları belirli toplulukların oluşmasına ve
varlıklarını sürdürmesine yardımcı olabilir. Beşinci olarak, kitle
iletişim araçları psişik ödül ve doyumların sunulmasında aracı olabilir.
Rahatlatır, eğlendirir ve gururları okşayabilir. Genelde kitle iletişim
araçları, toplumda bir iletişim aracı olarak aldıklarını geri verirler.
Aynı zamanda hızlı, esnek, planlamaları ve kontrolleri de bir hayli
kolaydır.
Tutucu okul mensupları, medyanın yararlarını saymakla bitiremiyor. Onlara
göre kitle iletişim araçları ahlâksızlığı, düzenbazlığı, günahkârlığı
teşhir eden, ifade özgürlüğünün bekçisi gibi çalışan, milyonlarca insanın
kültürel seviyelerini yükselten, halka günlük zararsız eğlence sunan,
dünya olayları hakkında insanları aydınlatan, ekonomik örgütlerin
gelişmesi için ürünlerini satın alma ve tüketimi bıkmadan ısrarla
tekrarlayarak, yaşama düzeyini geliştiren sâdık birer hizmetkâr ve
kurtarıcıdırlar âdeta. Herbert Marcuse gibi Frankfurt Okulu'nun önde gelen
temsilcilerinden biri için ise medya, tutucu okul mensuplarının iddia
ettiklerinin tersine, insanı "tek boyutluluğa" indirgemektedir.
Bütün bu tartışmalar ve farklı düşünceler, medyanın en azından dikkatli
bir biçimde incelenmesi ve izlenmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Ancak, medyanın kitleler üzerindeki yönlendiriciliği, yanıltıcılığı gibi
etkilerini, genelden özele doğru indirgemek yerinde olacaktır. Belli bir
yaşa gelmiş ve gerçeğe ulaşabilmek için başka kaynaklara yönelebilen
kesimler bir yana, medyanın tehdidi altındaki en önemli kesim, gençlerdir.
Gençler, medya hakkında genellikle kuşkucu değil, tam tersine onun
bilgilendirici ve zaman zaman eğlendirici olduğuna dair kanaatlere
sahiptir.
Ülkemizde gençlerin önemli bir kısmı, iyi bir televizyon izleyicisidir.
Özellikle “popstar” türü yarışma ve eğlence programları, aksiyon filmleri,
birbirine benzeyen dizi filmler, gençlerimizin ilgiyle izledikleri program
türleridir. Bu programların da ne yazık ki gençlerin gelişimine katkı
sağlayabilecek bir özelliği bulunmamaktadır. Zaten medyanın hedefi de,
gençlerin gelişimine katkı sağlamak değildir. Bugün, devlet televizyonu
bile, izlenme oranlarını yükseltebilmek uğruna neredeyse özel televizyon
kanallarının düzeysizliğini yansıtan programlar yayınlamakta ve böylece
genç izleyiciyi kendine çekmeyi denemektedir. Daha açık bir ifadeyle,
devletin resmî televizyon kanallarında dahi, yayınladığı programlar,
sinema filmleri, çocuk programları ve dizilerle, özel kanallardan pek de
farklı bir yayın politikası izlenmediğini göstermektedir. Bu da resmî
yayın organlarının, gençlerin ahlâkî değerlere sahip nesiller olarak
yetişmesinde pek de kaygıları olmadığını ortaya koyan somut bir tablo
olarak kabul edilebilir.
Devlet televizyonlarındaki bu “içler acısı” yayın anlayışı, âdeta özel
kanallara izleyici kaptırma korkusunun ortaya çıkardığı bir anlayış olsa
gerektir. Diğer yandan, özel kanallarda durum daha da vahimdir. Özel
kanallar, izleyici çekebilmek uğruna toplumumuzun ahlâkî değerlerini zaten
hiçe saymakta ve deyim yerindeyse ahlâkın (veya ahlâkî değerlerin)
önemsenmediği yayıncılık anlayışıyla izleyicinin karşısına çıkmaktadır.
İzleyici toplam nüfusunun önemli bir yüzdesini oluşturan gençlerimiz de,
ahlâkın önemsenmediği yayıncılık anlayışının ürünlerini izleyerek
yetişmektedir. Daha da acı olan şey, özel kanalların bu toplumun
değerlerine uygun olmayan gayri ahlâkî yayınları, “ailece” izlenmekte,
çoğu zaman anne-baba ve çocuklar arasındaki mesafenin de zedelenmesine yol
açmaktadır. Bu mesafe, saygı mesafesidir kuşkusuz ve medyanın katkılarıyla
yıpranmaktadır.
Medya, gençlerimizin doğru bilgi kaynaklarına yönelmesini engelleyici bir
fonksiyon icrâ etmektedir. Veya bilgi kaynaklarını da kendisi önermekte,
böylece öğrenme ve gelişme çağındaki gençlerin ufkunu daraltmaktadır. Bu
da, gençlerimizin giderek yozlaşmasına yol açmaktadır. Bugün, bilimsel
araştırmalara baktığımızda, televizyonlarda yayınlanan filmlerin, gençler
arasındaki suç oranlarını artırdığı gibi acı ve üzücü bir gerçekle karşı
karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Medyanın gençleri olumsuz anlamda etkilediği bir başka boyutu da,
reklamlardır. Reklamların dili, görsel malzemeleri, tüketime yönelik
kışkırtıcılığı ile gençlerimiz zihinsel olarak etkilenmektedir. Kuşkusuz
reklam ticarî bir faaliyettir ve genel ahlâk ilkelerine aykırı bir
reklamcılık biçimi sergilemediği sürece, eleştiriyi de hak etmiyor gibi
görünebilir. Ama, reklamlardaki görsel ve yazınsal mesajlar, gençlerimizin
hayallerini de kirletmekte, özellikle yoksul genç kesimlerde büyük bir
özentiye yol açmakta, gençlerin içinde bulunduğu ekonomik şartları,
olumsuz yöntemlerle zorlamalarına varacak kadar, yine olumsuz sebepler
oluşturmaktadır.
Ne yazık ki içinde bulunduğumuz modern zamanlarda medya, öğretici ve
geliştirici bir rol oynamaktan çok, manipüle edici, kışkırtıcı ve yanlış
yönlendirici bir rol oynamaktadır.
Yalçın ÇETİNKAYA
Dr., Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi
Kasım 2004, Yıl : 5 Sayı : 57