Mekanı Tanımlamak; (Festival/ler, Sanat, Sanat Eser/leri)
Sanal ya da gerçek mekanı tanımlamadan içinde olan biteni tam olarak
değerlendiremeyiz.
Her ne kadar bir kısa film festivali ile bir nükleer laboratuar ya da beyin
ameliyathanesi (özellikle de ilk bakışta) aynı şey değilse de gerçekten süreçte
oluşturabilecekleri toplumsal fayda ve zararın toplamına bakıldığında hepsinin
de aynı hassasiyetle ele alınması gerektiği görülecektir diye düşünüyorum.
Bu nedenle festivali bir mekan olarak kabul edersek bu mekanın fiziki
altyapısının oluşumu, konsepti, felsefi ve düşünsel tasarımı son derecede
önemlidir. Bu nedenle bu mekanı ve bunun içinde işlev görenleri ve (kendimizi)
konumlarını çok açık tanımlayabilmek zorundayız. Çünkü tam olarak tanımlamakta
güçlük çektiğimiz bir mekana (ve bu mekanla ilgili dinamiklere ve işleyişe ve
sebeplere ve sonuçlara ve bölümlere ve genele ve detaya) dair oluşturduğumuz
söylemin önemli bir bilgi içerdiğini düşünmek olanaksızdır. Tam olarak
tanımlanamayan bir mekanda, ondan sonra ulaşılacak yeni mekana, duraklara ya da
o mekanın bölümlerine dair herhangi bir öngörü sahibi olunacağı düşünülemez.
Sanat kavramının özne olduğu (olması gerektiği) tüm mekanlar için de bu durum
aynıdır. Önce mekanı tanımlamak zorundayız.
Bu mekanı bir coğrafi alan (bir orman), bir üretim mekanı (bir matbaa), bir
tüketim mekanı (festival) ya da bir sanal alan olarak düşünebilirsiniz;
söyleyeceklerim tüm bu alanlar ve ötesi için geçerlidir. Tanımı açık, belirgin
olmayan ve tarafımızdan yeterince kavranmamış bir mekandaki her davranış, o an
için asla öngörülemeyecek sonuçlara gebe olabilir, bu nedenle en iyi davranış
orayı terk etmektir, bu mümkün değilse daha az iyi olmakla birlikte ikinci ideal
davranış hiç bir şey yapmadan beklemektir. Bu davranışı tercih edenler en
azından başkaları için tehlike yaratmazlar belki ancak mekanın barındırdığı
bilinmeyen tehlikelere kendileri maruz kalabilirler.
Çağcıl bir insan için ne birinci seçenek ne de ikinci seçenek geçerlidir. Bizim
bir kısmımız sanat eseri üretmek ve bazılarımız da sunmak için aday oluyor.
Yani; burayı (festivalleri) terk etmemiz ya da sessizce beklememiz söz konusu
değil. O halde mekanı ÇOK BÜYÜK BİR CİDDİYETLE VE ÖZENLE tanımlamak zorundayız.
Aksi taktirde tehlike altındayız ve tehlikeli oluyoruz demektir.
Sanat eserinin üretim koşulları, sunum koşulları bunlara bağlı olarak belirlenen
hukuksal ve ahlaki alan bir kaç yıl öncesinden farklı bir yapı ve buna bağlı
olarak da farklı özellikler göstermekte. Bir kaç yıl sonra bugünkünden daha
farklı bir yapı kazanacak¸bu çok doğaldır. Bu alanın ve alanın özelliklerinin
çok iyi bilinmesi, gelişmelerdeki ivme artışı nedeniyle eskisine oranla daha
karmaşık ve hiç şüphesiz gelecekte daha karmaşık olacak.
Kısa film gibi "alternatif" kabul edilen bir alan çok basit bir ifadeyle
"muhalefete" yakın durmaktadır, durmalıdır bu da en basit anlamda "main streama"
karşı olmak demektir. aslında yalnızca bir dal olan kısa filmin değil, genel
olarak sanatın tanımlarından biri de muhalefeti merkeze koyan bir tanımdır;
SANAT MUHALEFETTİR. Ben kendi adıma kısa filmi kısa videoyu, dijital art, web
art'ı bir çok sanat dalından muhalefet anlamında daha uygun buluyorum.
main stream'a karşı durmanın en birinci şartı onun teknoloji ile olan
ilişkisini, onun mesaj oluşturma yöntem ve tekniklerini bilmektir. Bundan daha
gerçek olan ve muhalifin mutlaka üstesinden gelmesi gereken sorun ise tüm bu
teknolojileri main stream'dan daha yetkin kullanabilmek gibi bir zorunluluktur.
Bu nedenle ne yeni teknolojilere eski ve beylik söylemlerle karşı durmak
anlamlıdır ne de tam tanımlayamadığımız bir işlevle main streamin önemsiz bir
aygıtı olmak. Böyle olmamanın önemli yollarından biri uzmanlaşmaktır.
Uzmanlaşma tanımını yaparken yazının ana konusu olan "alanı tanımlayabilmek"
anlayışının çok önemli olduğunu bir kez daha yinelemek istiyorum. Bu tanım
önemsenmeden küçük bir alanda uzmanlaşmak yaşamımızı kurtaracaktır. Ama işte o
kadar. Bir küçük alanı görmek bütünü görmek anlamına gelmez. Bütünü görmeyince
de aslında ne yaptığımızı bildiğimizi savunmak güçleşir.
Sanat eseri üretmenin ya da sunmanın kişiye önemli sorumluluklar yüklediği bir
gerçektir. Bu sorumluluktan doğan öz denetimi asla ihmal etmememiz gerektiğinin
bilincinde olmak yeterli değildir. Bu denetimi yapacak zaman, günümüzün
olağanüstü hızlı üretim koşullarında artan oranlarda yok olmaktadır. Bu
denetlemeyi gerçekleştirirken hız kavramı her durumda karşımıza çıkacak önemli
bir engeldir. Hem üretim sürecinde bizden talep edilen hız hem de kurguladığımız
ürünlerin yapısına belirgin unsur olarak sirayet eden hız bu denetleme işini
zorlaştıracak ve bazen de engelleyecektir. Bu akıl zorlayan sürat içinde bir
şeyleri yerli yerine oturtarak doğru yargılayabilmenin tek yolu daha önceden
edinilen bilgi donanımıdır. Ancak yeterli bilgi donanımı olanlar kendilerine ne
yapıldığını fark ederler. Bundan da öte kendilerinin üretimleriyle topluma ne
yaptığının ya da ne yapmaya çalıştığının farkına varabilmenin tek yolu da
bilgidir. Farkında olmak önemlidir.
Antalya Altın Portakal Film ve Video Festivali'nin bugün yaşadığı sorunları
değerlendirmek için ilk yılda; festival yönetmenliğini benim ve yardımcılığını
eşimin yaptığı yıldaki rakamlara bakmak ve bu bilgileri daha sonraki yıllarla
karşılaştırmak önemli olacaktır. Kaldı ki ilk festival çok zordur. O dönemde
Internet de yoktu ve bütün iletişimi telefon faks ya da mektupla sağlıyorduk.
Tüm bunlara karşın yarışmaya yaklaşık 30 ülkeden 290 civarında film katılmıştı.
Bunların önemli bir kısmı elendi festivalin film yarışmasına35, film gösterimine
21, video yarışmasına 14, video gösterimine 29 film seçildi. Özel gösterim
bölümleri de aşağıdaki gibiydi.35 media video Köln , TRT genç sinemacılar,
unifrance Fransız kısa filmleri, Ankara uluslararası festivali seçkisi,
İngiltere'den kısa ve kıvırcıklar, Berlin sanat yüksek okulu filmleri, Berlin
televizyon ve film yüksek okulu filmleri, Romanya tiyatro ve film akademisi
filmleri, İzmir 9 eylül üniversitesi stv bölümü seçkisi, viyana üniversitesi
tiyatro bilimi enstitüsü, viyana uygulamalı sanatlar enstitüsü, medya atölyesi
filmleri.
Şimdi Antalya festivalini yönetenler, yapanlar hem bu seçki ve sayılara, hem
konukların hala sakladığımız teşekkür mektuplarına, hem de çağın çok artan
iletişim imkanlarına bakarak neden on yıldır bu ilk festivalin hiç bir anlamda
yakınına bile gelemediklerini tartışmalıdırlar.
Festivalin ilk yıl için büyük bir risk olduğu düşünülen "konuşmasız filmler
festivali" filmciler ve kısa film dünyası tarafından ilgiyle karşılanmıştı (bu
rakamlarla da belli). Bu konsepti neden değiştirdiklerinden başlayarak on yıldır
nelerin yanlış yapıldığını sık sık değişen tüm çalışanların davet ederek
katılımlarının sağlandığı bir toplantıda her birine nereleri bozduğunu sormak
gerekir. Bunu da herkesin inanılmaz bir hızla değiştiği bu festival ortamında
sürekli kalabilmeyi bir şekilde başarmış, son derece kabiliyetli bir iki insan
başarabilir ancak. Gerçekten de bu festivalin şu anda ne halde olduğunu tam
olarak bilmiyorum ancak başvuru formunda kısa filmin tanımını "ticari şansı
olamayan..." diye tanımlayan bir festivalin kısa filmi ve kısa film yönetmenini
özne olarak görmesi maddenin tabiatına aykırıdır. Altın portakal gibi çok uzun
yıllardır önemli bir film festivali gerçekleştiren kurumun web sayfası eğer
bizim okulda bir öğrenci tarafından yapılsaydı sınıfta kalırdı. Bu konular
günümüzde çok önemli.
Festivali düzenleyenler nelerin yanlış gittiğini kendileri bulmak zorundadır ve
bunu yapmak için de benim yazmamı beklemek gibi bir davranış içinde olmamaları
gerekir. Bugün ulusal kısa film festivallerinin büyük çoğunluğu için geçerlidir
bu söylediklerim.
Ben bu yazıda yıllardır bir yönetmen, eğitici, öğrenci olarak takip ettiğim
ulusal kısa film ve video ortamındaki genel ve önemli eksiklikleri
değişeceğinden umudumu tamamen yitirmiş olarak yazacağım. Bugün bu ülkede kısa
film yapanların büyük çoğunluğu eserlerine daha fazla değer vermek, onları daha
yetkin üretmek ve festivallerde nesne konumlarına itiraz etmek durumundadırlar.
Genel olarak ülkedeki kısa film festivallerinin önemli sorunları çok bellidir.
"sanatsal aktivite (festival vs) neden yapılıyor"
Cevap bir: fonları kullanmak için, para kazanmak için
Türkiye'de bir gurup insanı bugün Datça'da ertesi gün Diyarbakır'da (bir kaç
yıldır Diyarbakır son derece önemli oldu. İnsan bu ilgiyi görünce acaba burası
bizim bildiğimiz yüzlerce yıllık Diyarbakır şehri mi yoksa başka bir kent mi
yapıldı diye düşünüyor. Çünkü bu kent çok zengin tarihinin en ihtişamlı
dönemlerinde bile hiç bir döneminde son beş yılda stk'lar ve festival yapıcılar,
kuratörlerden gördüğü ilgiyi görmedi.) bazı kuratörler kent kent, bölge bölge,
konsept konsept dolaşmakta. onların festival yapma nedenlerinin sanatsal kaygı,
talep ve üretim ilişkilerinin mantık çerçevesinde kesişmesi, sanatçının ve
üretiminin övülmesi ve sunumu gibi kriterlerden çok bir yerlerde bir fon ya da
finansın ortaya çıkması olduğu söylenebilir.
Gerçekten de bugün çok sayıda sanatçı ve kuratörün önemli bir kısmı pek de
evrensel anlamda bir karşılığı olmayan eserlerini büyük bir gayretle ve tekrar
tekrar Diyarbakırlıların üzerine (tabir caizse) boca etmek gayretiyle yanıp
tutuşmalarının en önde gelen sebebi fonlar gibi görünüyor. Çünkü bu Diyarbakır
bizim bildiğimiz Diyarbakır ise son beş yılda değişen bu büyük göçü gerektirecek
bir şey olmaması gerekir.
Bu Diyarbakır çılgınlığının benzer bir kaç yıl önce Mardin için geçerliydi.
Durup dururken insanlar aniden Mardin ile ilgili kitaplar yazmaya, tasarımlar
oluşturmaya ve belgeseller çekmeye başladılar. O rüzgarın altından UNESCO'nun
Mardin'i dünya kenti seçmesi ve bol sıfırlı milyon dolarlık bir fonu da bu bir
yıl için bu kentle ilgili sanatsal eserlere ayırması çıktı. O rüzgar çabuk dindi
fonlar yalnızca bir yıllık olduğu için
Bu Mardin ve Diyarbakır yolculukları doğuya yapılan her gezi gibi batılının
gözünde egzotik bir anlam taşımaktadır. Yıllarca önce batıya (Almanya) köylerden
ve hapishanelerden toplayarak gönderdiğimiz işçiler bir Türk kentini (Ankara,
İzmir gibi) bile görmeden Köln'e Berlin'e inmişlerdi. Bizim doğuya giden
aydınlarımızın hatırı sayılır bir kısmının İstanbul ile Mardin arasındaki
coğrafyayı ne kadar tanıdıklarını da merak ediyorum. Bir kuratör için amacın
nitelikli sanat eserlerini kitlelere uygun gösterim olanakları içinde
ulaştırmanın ilk hedef olması gerekir.bugün kuratörlerin Diyarbakır'ı neden
Müslümanlar için Kabe neyse o hale getirdiklerini anlamanıza yukarıdaki cümle
yetmemektedir. Parayı bu kadar özne yaparsanız o cümlenin içinden sanat kaçar.
Çünkü sanat hep öznedir; nesne olamaz. Siz özneyi başka bir kavrama verirseniz
sanat orada var olamaz.
sanatsal bir aktivite (festival vs) neden yapılıyor
cevap iki: stk adı altında bir iktidar elde etmek için, var olmak için; aslında
kendini var etmek ve sürdürmek için
Bir diğer önemli sebep de bir vesile, bir sebep bir durum yaratarak, başkalarına
ve alana destek oluyormuş gibi görünerek kendi eserlerinin sunumu. Bu
festivallerde en önemli yeri organizasyonun merkezi diyebileceğimiz yapı
içerisindeki merkezdeki çok küçük bir gurup almaktadır. iktidarı elde tutan ve
asla bırakacakmış gibi görünmeyen bu merkez her yaptıkları etkinlikte,
uluslararası davetlerde mutlaka kendi eserlerini gösterime sokuyorlar ve bu yurt
dışı davetlere genç öğrenci ya da belgeselcileri değil ama sıklıkla kendilerini
uygun görüyorlar. Belki de Türkiye'yi gençlerden daha iyi temsil etmek için. Bu
tür davetlerde katılacak filmler için bir ön eleme olmaması da katılımcılar
açısından diğer bir mutluluk verecek husus olsa gerek. halbuki önemli olan
gençlerin eserlerini sunmak ve stk'larda başkanlık işini Süleyman Demirle gibi
inanılmaz bir sürece yaymamak ve tekele dönüştürmemektir.
sanatsal bir aktivite (festival vs) neden yapılıyor
cevap üç: "sanat ortamını denetlemek ve kontrol altına almak için"
Bugün gittikçe artan bir şekilde firmalar kısa film ve benzeri sanat
alanlarındaki faaliyetleri sahiplenmektedirler. İşte gömlek firmalarının,
bankaların ve bilgisayar firmalarının festivalleri. bu sahiplenişte birinci amaç
bir PR faaliyetidir ve ucuz olması nedeniyle anlamlıdır. İkincisi muhalif
seslerin şimdiden gençken (ağaç yaşken eğilir) ehlileştirme çabası olabilir.
Üçüncüsü de çok bağımsız bir söylemle ortaya çıkıyormuş gibi yaparak bir ülke
sinemasının main stream'in hemen arkasından gelen eserlerinin tanıtım ve
dağıtımında yeni olanaklar açmak olabilir.
Bu arada çok düzeyli bir etkinliği yıllardır tek başına, sessizce ve kaliteden
hiç bir şey düşürmeden yapan Hilmi Etikan gibi insanlar gittikçe daha zor
şartlarda bu çabalarını sürdürüyorlar. Rock festivalini çokuluslu içecek
firmaları yapacak, film festivalini bankalar yapacak peki sanat nerede kalacak,
söyleyeceklerimiz ve karşı çıkışımız nerede kalacak. Bütün bunlar da ciddi
olarak düşünülmelidir.
Bugün sanatçı bu ülkede en kalitesiz ve en kolay satın alınabilir konumdaysa
bunun sebeplerini yumuşak ve kemiksiz duruşunda aramalıdır. Kuratörlerin ve
sponsorların ellerinde çomaklarla oraya buraya sürükledikleri bir sürü olmak
durumundan çıkmalıdır sanatçı.
Bugün festivallerin organize ve ortaya çıkış şeklinde ülkemizde kuratör-sponsor-sanatçı
üçlüsünün tüm iletişimi ve ilişkileri çok ciddi ve önemli bir tartışmayı
gerektirecek kadar karanlık ve umutsuz durmaktadır. Kuratör sponsoru da arkasına
alarak sanatçının çok sorunlu yaşam alanını kontrol altına almaya ve bir
hiyerarşi yaratmaya çalışmaktadır.
Sanatsal bir aktivite (festival vs) neden yapılıyor.
Cevap dört dostlar alışverişte görsün diye yapılır.
Bugün küçük ilçelerde bazıları bir bazıları bir kaç yıl süren festivaller oluyor
ve sönüyor. Burada genel olarak bir torba ya da çantaya doldurulmuş vhs
kasetlerle filmler gösteriliyor. Bu festivallerin kuratörlerinin konseptleri
belediyenin tesislerinde denize bakan odada bir kaç gün kalmaktan, bir otelin
havuzunu bedava kullanmaya kadar uzanan bir çizgide değişiyor. Bu festivallerin
yapıldığı ve sona erdiği yerlerde genellikle kısa film sözünü ağzınıza
aldığınızda bile bir öfke görüyorsunuz. Göçebe bir ulus olmanın verdiği
psikolojik sorunlarla olsa gerek bu tür etkinliklerde üçüncü yıl başarılıyorsa;
yollara asılan afişler geleneksel...diye başlıyor ama ne yazık ki bu geleneksel
kasaba festivali denemelerinin hiç biri çift haneli rakamlara ulaşamıyor.
Aslolan kalıcı ve sürekliliği olan bir ortam sağlamak sanatı destekleyecektir.
Günü kurtarmaya yönelik anlayışlarla ancak günü kurtarmaya yönelik faaliyetler
yapılabilir.
Yazımı bitirirken şunu da çok özür dileyerek vurgulamak isterim. Bugün toplu
gösteriler dışında (hemen tümünden ödül aldığım) ulusal festivallerin ve sanat
ortamının tamamen dışında kalmam çok da iftihar ederek yaptığım bir şey değil.
Son bir kaç yılda filmlerim %90 oranında yabancı ülkelerde gösteriliyor. Bundan
ciddi bir acı duyduğumu itiraf etmeliyim. Ancak sanat eserini ve sanatçıyı özne
kabul etmeyen hiç bir ortamda bulunmamayı sürdürmek zorundayım. Bütün bunları
bir kereye mahsus kağıda dökmek ve paylaşmak önemliydi. Umarım yapıcı olur.