Prof. Ünsal Oskay, geçen hafta kaybettiğimiz 'belgeselcilerin babası' Süha
Arın'ı ve belgeselcilikle popüler kültürün ilişkisini anlattı.
Ben olsam, Arın'ın Dünya Durdukça adlı filmini İstanbul'da eli kazma tutan kim
varsa, hepsine üçer defa izletirdim. İzleselerdi, Süleymaniye'nin çok yakınından
geçen bir metro tüneli açmaya kalkışmazlardı.
Yakın tarihimizin en iyi belgeselcilerinden Süha Arın'ı kaybettik. Beykent
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Ünsal Oskay'a göre, biz
toplum olarak Süha Arın'dan yeterince faydalanamadık. Çeşitli medya kuruluşları,
Arın'ın çalışmalarını yeterince yayınlamadı, sansüre tabi tuttu. Ünsal Hoca'ya
sorarsanız, bugün önümüze konanlar, esası, temeli kalmamış sahte bilinç
ürünleri. Bunun panzehiri ise, iyi edebiyat, iyi sinema ve kuşkusuz iyi
belgesel. İşte Arın'ın eserleri, başlıbaşına birer panzehir.
Bu zor dönemde, Süha Arın'ın çalışmalarından yeterince yararlanabildik mi?
Süha, toplumun değişimini, Türk insanının sorunlarını, yaşadığı çağı birlikte
düşünebilen ve estetik duyarlılığı çok yüksek bir insandı. Onun çalışmalarıyla
tanışmamız kültürümüze rafineleşme şansı tanıyabilirdi. Bu şansımızı
kullanamadık. Çalışmaları popülerleşmedi. Görülüp geçilecek şeyler değil,
üzerinde düşünülmesi gereken incelikleri olan çalışmalardı bunlar. Bazılarını
çeşitli kurumların sorumluları, aklın kolay kabul etmeyeceği gerekçelerle
yayınlamadı.
Süha Arın'dan çeşitli boykotlar yüzünden mi yararlanamadık?
Hayatımız boykotla geçiyor zaten. Yaşadığımız sorunları anlamamız için gereken
sanat ürünlerine karşı biz devamlı boykot, sansür halindeyiz. Bu sansür sadece,
sansür yapmakla görevlendirilmiş kurum ve kuruluşlar arcılığıyla olmuyor.
Hayatımızı yaşama biçimimiz ve hayatımızın üslubuyla zaten bu insanlara görev
bırakmayacak kadar kendi kendimize de sansür uyguluyoruz. İlgilendiğimiz alanlar
belli. O alanlardaki uzun süreli yatma kalkma sürecinden geçtikten sonra,
kafamız yararlı şeyleri merak da etmiyor. Önümüze zorla konsa da anlayamıyoruz.
Belgeselcilik, bir toplumun yaşadığı önemli olayları, o toplumdaki geniş
kitlelere anlatmak, tanıtmak amacının dışında, toplumun bir bellek edinmesini de
amaçlamıyor mu?
Olayları toplumun geniş kesimlerine, bir tarih bilinci içinde anlatmak gerek.
Bir sorunu belli bir tarihsel süreç içinde anlattığınızda, sorunu hem iyi
anlıyor, hem de sorunun çözümü için bir umut ışığı yakabiliyorsunuz. Süha'nın
çalışmalarında bu tarz iyimserlik (ama duygusallıktan gelen bir iyimserlik değil
bu) aşılayan bir boyut da var. Bugünün insanı, Süleymaniye Külliyesi'nin
altından geçen bir metro tüneli açıyormuş. Sarsıntıydı, şuydu, buydu, külliyeye
ne kadar zarar vereceğini kestiremiyorlar. Ben olsam, Arın'ın Dünya Durdukça
adlı filmini İstanbul Anakent Belediyesi, İstanbul babakent Belediyesi, eli
kazma tutan kim varsa, hepsine üçer defa izlettirirdim. İzleselerdi,
Süleymaniye'nin çok yakınından geçen bir metro tüneli açmaya kalkışmazlardı.
İnsanın hayatını anlamlandırmak için gereken belleğin oluşumu, hayatı hakkında
kendisine yararlı bir bilinç biçiminin oluşması, bugün neden geçmişe göre daha
zor?
Modern topluma geçiş, insanın yaşadığı olaylara, yaptığı işin yapılma sürecine
ve hayata bakışını temelden değiştirdi. Doğadan uzaklaştık, mekanik zamana
geçtik. Zihnimizin süreçlerinde parçalanma oldu. Mekândaki bütünlük kalmadı.
Bugünün insanı, dizilerde, haberlerde vs., yaşadığı hayatla fazla bağlantısı
olmayan, inşa edilmiş yapay bir senaryolar izliyor. Kendi hayatını düşünecekken,
bu kurmacalara yaslanıyor. Diyor ki "İstanbul'da şiddet çok arttı." Gerçi
İstanbul'da şiddet artıyor ama dizilere baktığınızda, ya o şiddeti olduğundan
fazla gösteren ya da o şiddetin arttığı ortamdan uzaklaşmış Şen Taksi, Bizim
Mahalle, Sizin Sokak gibi, esası kalmamış, bir şeylerin devam ediyor gibi
gösterilmesiyle oluşan sahte bilinç ürünleriyle karşılaşıyorsunuz. Bunun
panzehiri, bağırıp çağırmadan, şiddet kullanmadan yapılabilecek iyi edebiyat,
iyi sinema ve iyi belgesel. Süha bunları yaptı.
Günümüzün hayatını ve dünyayı medya aracılığıyla izleyip anlamaya çalışan
insanının popüler kültür ortamında, belgeselciliğin önemi daha da artmıyor mu?
Tabii. İyi belgeselci, sorunları sadece göstermeyi ya da duyurmayı değil, o
sorunların anlaşılmasını kolaylaştırmayı da düşünür. Süha'nın filmlerinde bunu
görebiliyoruz. Popüler kültür ortamında, bu filmlerin geniş kitlelere
ulaştırılmaması sadece sansürden, medyanın işleyiş biçiminden kaynaklanmıyor.
Sorunlarımızı rastlantısal şeylerle oluşan, gene rastlantısal faktörlerle
ortadan kaldırabileceğimiz sorunlar olarak görmek, sığlığımızdan geliyor.
Sorunların çözümlenmemesinde bugünkü medyanın etkisi nereye kadar?
Artık bu iş 'yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar'a döndü. Medyanın
bir işleyiş biçimi var. Medya bugün, dünyanın birçok yerinde kâr amaçlı
çalıştığı için çok sayıda müşteriye ulaşma kaygısı taşıyor. Pazarı genişletmek
zorunda. Çok sayıda insanı bu yöne çekmenin yoluysa, insanların zevkini ve
anlayış düzeyini esas almak, buna seslenmek. Bu insanlara erişince, onların
sistemin içinde oluşmuş hırslarını, yarışmacı anlayışlarını ve acımasızlığını
olumlayan bir içerikle çalışmak zorunda kalıyor. Hedef kitle bu.
Sistem, medyanın satışa yönelik kullanılmasını şart koşuyor. İnsan, sistemin
içinde, buna yatkın bir hale de geliyor zaten. Medya, müşteriyi kısmen hazır
buluyor; onu sistemin içine adamakıllı uyumlanacak bir tavra sokuyor. Ayıkla
princin taşını: medya mı kötü, toplum mu böyle, yumurta mı tavuktan, tavuk mu
yumurtadan çıkar? Bildiğim tek şey var, horozdan yumurta çıkmıyor. İşte Süha
Arın horozdu.
Popüler kültür belgeseli öldürüyor mu?
Öldürmüyor ama yaşatmıyor da.
Kimdir?
1942 doğumlu Arın, ilk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. 1965'te
ABD'ye giderek Sinema Televizyon Yapımcılığı ve Yönetmenliği eğitimi aldı. Kitle
Haberleşmesi-Hükümet ve Kamu Enformasyonu dalında yüksek lisans yaptı.
Çalışmaları çok sayıda ödüle değer bulundu. En önemli belgeselleri arasında,
Tahtacı Fatma, Kapalıçarşı'da 40 bin Adım, Cemal Reşit Rey, Kula'da Üç Gün,
Anadolu'da Konutun Öyküsü, Fırat Göl Olurken, Hattiler'den Hittiler'e, Affın
Ardından, Midas'ın Dünyası, Safranbolu'da Zaman, Urartu'nun İki Mevsimi,
İstanbul'un Çağırdığı Su, Yörük Elif, Eski Evler Eski Ustalar, Dünya
Durdukça...Mimar Sinan, Ayasofya yer alıyor.
Melis Çelebi
milliyet.com/2004/02/13/sanat/san11.html