Sinemamız Dünya Sinemasıyla Rekabet Edecek Duruma Geldi
Yücel Çakmaklı: 'Sinemamız Dünya Sinemasıyla Rekabet Edecek Duruma Geldi'
Genel olarak çekilen bütün Türk filmlerinin hem teknik estetik bakımdan hem de
yüksek gişe başarısı elde etmesi bakımından önemli bir durumdur. Yani Kurtlar
Vadisi büyük bütçeli bir filmken, mesela küçük bütçeli Babam ve Oğlum filmi de 4
milyona yakın gişe elde ettiği gibi her meslekten, meşrepten, yaştan insanın
zevkine hitap etmeyi başarabildi.
Yücel Bey, 10 yılı aşkın bir süreden beri film çekmiyorsunuz. Ancak bildiğim
kadarı ile bu süre içinde sinemayı takip etmekten bir an bile geri durmadınız.
Son dönem Türk sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2005-2006 Türk sinemasının yeniden filizlendiği bir dönem oldu. Bu sadece
Kurtlar Vadisi Irak filminin yaptığı gişe, teknik ve estetik başarısı ile
ölçülebilen bir durum değildir.
Genel olarak çekilen bütün Türk filmlerinin hem teknik estetik bakımdan hem de
yüksek gişe başarısı elde etmesi bakımından önemli bir durumdur. Yani Kurtlar
Vadisi büyük bütçeli bir filmken, mesela küçük bütçeli Babam ve Oğlum filmi de 4
milyona yakın gişe elde ettiği gibi her meslekten, meşrepten, yaştan insanın
zevkine hitap etmeyi başarabildi.
Bunun gibi vizyona çıkan bütün küçük bütçeli Türk filmleri, Amerikan
filmlerinden daha fazla hasılat yapmayı başardı. Üstelik teknik ve estetik
bakamdan pek çoğu yabancı filmlerden hiç de aşağı kalır yanı olmayan filmlerdi.
2005-2006 sezonu bu sebeple Türk sinemasının yeniden canlanışının yılı oldu. En
önemli özellik bence bu. Hele 2006 ocağından itibaren Amerikan şirketleri büyük
bütçeyle yapılmış Hollywood filmlerini, Türk filmlerinin karşısına çıkarmaya
cesaret edemedi. Vizyona çıkartamadılar. Bu fırtına geçsin, ondan sonra
gösteririz diye hesap yaptılar. Da Vinci Şifresi'ne kadar dört-beş ay iddiaları
filmleri gösterime sokamadılar.
Bu da gösteriyor ki, Türk seyircisinin kendi kültüründen çıkan ve kendini
anlatan Türk filmlerine özlemini ve sahip çıkma arzusunu taşıyor.
Seyirci ayrıca teknik ustalık, estetik duyarlılık ve işine önem vermek,
seyirciyi ciddiye almak gibi yeni nesil sinemacılarımızın çok önem verdiği
hususları da es geçmemiş tam tersine bunları görmüştür. Yeni sinemacıların
ciddiyetini, onların filmlerine giderek ödüllenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu
üyesisiniz. Bu dönem içinde yer alan başarılı filmlerden hangilerine destek
verdiniz?
Önce bu sezon başarılı olan filmlerin yapımcı, yönetmen ve oyuncularını gönülden
kutluyorum. Filmlerden bazılarına destek vermiştik: Bunlardan biri Cannes'de
FIPRESCI (The International Federation of Film Critics - Uluslararası Film
Eleştirmenleri Federasyonu) ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan'ın İklimler'iydi.
Önümüzdeki sezon gösterime girecek. Babam ve Oğlum'un senaryosu geldiğinde ona
da destek verdik...
Bir de yakın plan bakalım. Sinema tabiri ile zum (zoom) yapalım. Bir çok filmin
teknik ve estetik seviyesi çok yükseldi ama mesela bunların bazıları tarihimize
çok çarpık bakıyor. Bazıları insanımızı çok marjinal noktalardan
değerlendiriyor. Tarihî olmayanı tarih gibi gösterenler var. Milyonda bir
yaşanan dramı genel geçer bir sosyal vaka, toplumsal tek gerçekmiş gibi
abartarak anlatanlar da.. Ne dersiniz?
Şimdi tabiî farklı biçimlerde bakabilirsiniz. Siz de tasdik ettiniz ki, Türk
sinemasının teknik ve estetik standardı yükselmiştir. Bu standart yüksekliği hem
tarihî hem de aktüel konulu filmlerimize yansımıştır... Örnekleyecek olursak,
son dönem çekilen tarihî bir filmde, yönetmen söz konusu dönemi büyük bir
ustalıkla canlandırmış, büyük bir ustalık ve başarı göstermiş ama yönetmen
kendine göre bir yorumlamayla çekmiş bunu. Bazı kişilikleri farklı yorumlamış...
Ama seyircilerin büyük bir bölümü bu filmden de zevk aldı. Önemli olan filmlerin
teknik ve estetik yanları üstün olarak çekilmesidir. Yarın aynı dönemi bir başka
yönetmen bir başka açıdan anlatır. Ama yeter ki, bu anlatım sinema sanatının
gelişmesine ve standartlarına uygun olsun!
Şöyle düşünmeliyiz. Demek ki bu tür filmler artık bizde de yapılabiliyor. Demek
ki yönetmenlerimiz, oyuncularımız, teknik ekipler, platolar ve sinema için
gerekli olan her ne varsa işte onlar dünya çapına gelmiş. Ne güzel, ne iyi...
Hatta bunlara, dışarıdan özel efekt uzmanı getirtilmesini ve popüler bazı
yabancı oyuncuların transfer edilmesini de olumlu puanlar olarak ekleyebiliriz.
Zamanla bunlar kendi mecrasına oturacaktır...
2005-2006 yılı içinde izlediğiniz filmler içinde sizin başlattığınız Millî
Sinema anlayışına en yakın olan filmler hangileridir?
Son yıllarda yapılan filler içinde değerlendirirsek, Karpuz Kabuğundan Gemiler
Yapmak, özü ve biçimi itibariyle fevkalade başarılı, Türk sinemasına büyük bir
soluk katan, Anadolu'nun bağrından çıkmış bir sinemacının çok başarılı bir
eseriydi. Sonra Yavuz Turgul'un Gönül Yarası, Çağan Irmak'ın Babam ve Oğlum'u..
Bunlar Millî Sinema ürünü sayılabilir mi?
Tabiî sayılabilir. Millî Sinema bir ideolojik yaklaşım değildir ki! Özü şudur,
Millî Sinema'nın: Taklitçi olmasın, kendi kültürümüzden, kendi hayatımızdan
kaynaklansın... İşte bunlar son yıllarda yapılmaya başlandı. Sayı itibariyle az
ama içerik bakımından kendi değerlerine yaslanan taklitçilikten uzak filmler...
Bütünü itibariyle de Türk sinemasında böyle bir temayül var ve beni sevindiren
de bu...
Mesela Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim gibi bir ayağı kendi tarihi kültürel
değerlerine bir ayağı evrensel değerlere basan çok kıymetli genç sinemacılarımız
var.
Sizin yeni projeleriniz var mı?
Ben iki yıl müddetle Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu'nda görev yaptım.
Dolayısıyla bu dönemde aktif olarak sinema yapmam hem mümkün hem de doğru
olmazdı...
Bu arada bazı projeler geliştirdim. Bunların hangisi ile sinemaya döneceğim
bilemiyorum...
Projelerinizden bahseder misiniz?
2007 yılının UNESCO tarafından tüm dünyada Mevlâna yılı ilan edilmesi sebebiyle
hazırladığım projeler arasında, Sultan III. Selim, Şeyh Gaalip ve İsmail Dede
Efendi'nin ilişkilerini anlatan bir hikâye bulunuyor. Bu hem Mevlâna'nın
yüzyıllar sonrasında bile ne kadar etkili olduğunu göstermesi hem Türk
modernleşmesinin başlangıç dönemine rastlaması bakımından önemli. Şeyh Gaalip
Galata Mevlevîhânesi şeyhi. Sultan ise ona bağlı. Onunla istişare ediyor.
Yenileşme (tazelenme) arzusunun iyice arttığı dönemde hem tasavvuf, hem
edebiyat, hem yükselen Batı medeniyetini istişare ediyorlar... Biliyorsunuz
Sultan III. Selim aynı zamanda bir musikişinas....
Başka ne gibi projeler var Yücel Bey?
Yine bir tarihî film olarak Kurtuluş Savaşı sırasında geçen ve Denizli Müftüsü
Hulusi Efendi etrafında gelişen, dedemden dinlediğim bir öykü kurguluyorum.
Benim de memleketim olan Afyon ile Isparta'daki ilk Kuva-yı Millîye
birliklerinin kurulması.. Millî Mücadele çerçevesinde malzemeler topladım...
Üçüncü bir projem ise 2010 yılını hedefleyen bir projedir. İstanbul'un Avrupa
Kültür Başkenti olmasını göz önüne alarak, galası bu sırada yapılmak üzere
İstanbul'un Fethi'ni anlatan bir film yapmayı düşünüyorum.
Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi'ni anlatan bir tek film var, Sami
Ayanoğlu'nun yönettiği ve başrolünü oynadığı...
Senaryo ve teknik çalışmaları tamamlanır ve 2010'da tüm dünyada gösterime girer
diye tasavvur ediyorum.
Sizin filmlerinizde Millî kültür sadece dünyalık bir malzemeden ibaretmiş gibi
gösterilmiyor; T.S. Eliot-vari, bir gelenek içinden süzülüp gelen, dinle de
barışık (zaman zaman dinin ta kendisi) bir süreç olarak ortaya çıkıyor. Bunlar
arasında musiki de var. Bu ilginin sebebi ve kaynakları neler?
Klasik Türk musikisini çok severim. Aynı zamanda Afyon'daki Mevlevî dergahında
da bulundum. Dedem ve yakın akrabalarımın yanında, çocukluğum o çevrelerde
geçti. Bu sebeple kültürümüzün çok önemli bir bölümünü teşkil eden Millî
musikimizin sinemaya aktarılması gerektiğini hep düşündüm. Biliyorsunuz
yönettiğim Hacı Arif Bey, TRT televizyonunda yayınlandı. İkinci hedefim ise Dede
Efendi'yi yapmaktı. Onu da III. Selim ve Gaalip Dede projesi içinde
değerlendirmeye karara verdim.
Neden Sultan III. Selim, Gaalip Dede ve İsmail Dede dönemi?
Modernleşmenin başlangıcındaki Sultan olması, musikişinas olması, kültür ve
sanata büyük önem vermesi... Tam da Avrupa Birliği'ne giriş sürecinin en sancılı
bir evresinde modernleşme sancısının ilk başladığı çağı ele almak doğru bir
yaklaşım olmalı diye düşünüyorum.
Sultan III. Selim kültür ve sanata çok ehemmiyet veren bir şahsiyetti. Bugünkü
yöneticilerimizde olmayan bir büyük haslet bu.
Yok mu şimdikilerde?
Maalesef şimdikilerde bunun olmadığını gözledim. Kültür ve sanata ehemmiyet
vermedikleri için de böyle kritik bir dönemde çektiğimiz sancılar iki üç kat
artıyor... Ağır aksak yürüyor...
Peki farklı bir sual: Türk sineması plastik sanatlardan doğru faydalanabiliyor
mu?
Sinema yedinci sanattır. Kendinden önceki diğer tüm sanatlardan daima
faydalanır. Türk sineması da bu sanatlardan etkilenir. Başarılı örnekler de
vardır. Yeni dönem sinemamızda da bu tür bir temayül var...
Bizde batılı anlamda bir resim sanatı olmadığı için sinemamızın görsel bakımdan
zayıf kaldığını düşünüyorum. Bu yorumum sizce doğru mudur?
Atıf Yılmaz ustamızı rahmetle anmamı sebep oldunuz bunu söylemekle: O bizim
geleneksel sanatımız olan minyatürden faydalanmak için Ulusal Sinema anlayışı
içinde bazı uygulamalar yapmıştı. "Geleneksel görsel sanatlarımızdan öz ve biçim
olarak nasıl faydalanabiliriz?" şeklinde Atıf Bey'in araştırmaları olmuştu. Yine
bu çerçevede Metin Erksan olsun Halit Refiğ olsun bu tür ciddi yaklaşımların
sahibi yönetmenlerdir. Bende de var bu tür yaklaşımlar. Çünkü geleneksel
sanatlarımızla bağlarımızı kopartmamaya çalışıyoruz...
Kaynak
sinemasinemadir.com
Coşkun Çokyiğit, 24.12.2007