1990'lı yıllarda ise, bu kez sektörün talepleri yasal bir karşılık buldu, çünkü
sinemamız gerçekten can çekişiyordu. Günümüzde anlamlı bir ilerleme elde
edilmiştir; öyle ki Türkiye'de yerli sinema ile yabancı filmler (özellikle
Hollywood'unkiler) arasında gişe hâsılasında yerli filmler lehine dünyanın en
iyi oranlarına sahip ülkelerden biriyiz...
Türkiye'de seyirci rakamlarının dibe vurmasıyla Yeni Dünya Düzeninin ilan
edilmesi arasında bir koşutluk vardır. 1990 yılında Türkiye'de sinema tarihinin
en dip noktasındaydı, hem seyirci hem salon hem de yapılan film sayısı
bakımından böylesi bir gerilemenin belirleyici olduğu bir yılda Yeni Dünya
Düzeni ilan ediliyordu. Sonraki yıllarda yavaş yavaş sinemamız şekillendi,
sektör birçok bakımdan büyüdü, ardından 1994 sonrasından itibaren uluslar arası
saygınlığı arttı ve özellikle batılı dünyada Türkiye Sineması hakkında geniş bir
literatür oluşmaya başladı. Bu açıdan yaklaşıldığında ülkemizde Yeni Türk
Sinemasının nasıl şekilleneceği ve nasıl destekleneceği gibi bir konu özgün ve
önemli hale geldi. Özgün, çünkü tarihinde böylesine bir çıkış döneminin benzeri
yok, önemli çünkü bu kültürel-estetik yükselişin halen gelişme sürecinde
olduğunu düşünebiliyoruz, bu anlamda gelişmesine yardımcı olmak gerekir.
Sinema tarihimize bakıldığında her zaman sanat sineması ile ticari sinema
arasında bir ayrım vardır, örneğin geçmişte bir yönetmenler vardı, bir de piyasa
yönetmenleri. Bir ustalar vardı, bir de eli çabuk-ucuzcu iş çıkaran insanlar.
Ancak bugün ilk kez sinemamızda bir çok isim birden uluslar arası planda
gösterim olanakları kazanıyor, uluslar arası festivallerden ödüller alıyor,
filmlerin seyirci hâsılasında yurtdışı (özellikle de batılı ülkelerde) önem
kazanıyor. Bütün bunları birleştirdiğimizde ulusal sinemanın desteklenmesi
sürecinde ilk kez temel birkaç soruyla karşı karşıya kalıyoruz;
1. Ulusal sinema denince ticari sinemanın mı desteklenmesi gerekiyor yoksa sanat
sinemasının mı?
2. Bir ülkede genelde sinema denince o ülkenin en çok iş yapan filmleri mi
temsiliyet hakkına sahiptir yoksa o ülkenin insanlarının duygu-düşünce-maddi
yaşam koşullarını daha doğru-derin-gerçekçi şekilde anlatan filmler mi?
3. Kültür ve Maliye Bakanlıkları denilince, gerçekten gişe hâsılası üzerinde mi
durur yoksa bu bakanlıklar gerçekten o ülkenin temsiliyetine daha yararlı olan
filmlere değer aktarmak durumunda mıdırlar?
Elbette bu tip sorular ve bunlara verilen yanıtlar çok önemlidir, çünkü bunlara
verilen yanıtlar o ülkenin genel kültür politikalarının şekillenmesine neden
olur. Buradan yola çıkarak Yeşilçam Sineması'ndan yola çıkarak bir tarihi tespit
yapmak yararlı olabilir;
İkinci Dünya Savaşından sonra Hollywood hariç bütün dünyada ulusal sinemaların
korunması önemli bir sorun haline gelmişti. Başta batılı ülkeler olmak üzere
dünya genelinde ulusal sinemaları korumak için çeşitli önlemler alınmış ve
belirli tipte destekler yasalarla düzenlenmişti. Bu anlamda Yeşilçam'daki destek
taleplerine karşılık olarak belediyelerin aldıkları rüsum vergisinde yerli
filmler lehine bir indirim yapılmıştı. Yeşilçam'da hem sektör hem de sanat
yönetmenleri ortak bir talep olarak bütün bu süreçlerin yasallaşmasını ve
sektörün desteklenmesini yaklaşık 50 yıl sürekli talep ettiler. Yerli filmlerden
alınan vergide yapılan indirim sektörün büyümesine gerçekten çok hızlı etki
etmişti. 1990'lı yıllarda ise, bu kez sektörün talepleri yasal bir karşılık
buldu, çünkü sinemamız gerçekten can çekişiyordu. Günümüzde anlamlı bir ilerleme
elde edilmiştir; öyle ki Türkiye'de yerli sinema ile yabancı filmler (özellikle
Hollywood'unkiler) arasında gişe hâsılasında yerli filmler lehine dünyanın en
iyi oranlarına sahip ülkelerden biriyiz.
Buna karşın çok önemli bir tartışma konusu sektöre yapılacak desteklerin kimlere
ve hangi tür filmlere yapılacağı konusunda çıkmaktadır. Başta Sinan Çetin olmak
üzere bir dizi ticari film yapan ya da yaptıran isimler, ticari başarılarından,
ödedikleri vergilerden, yarattıkları iş olanaklarından dem vurup "katma değeri
biz yaratıyoruz" ama "desteği onlar alıyorlar" diye bir söylem tutturmuş
durumdalar. Aslında 1994 sonrasında da sıklıkla tekrar edilen ve bir basın
taramasıyla çok açık bir şekilde görülebilecek olan "sanat
filmi-bunalım-toplumdan uzaklık-kişisel tatmin-halktan uzaklık…" gibi terimler
arasında bağ kuran yaklaşımın bu temsilcileri günümüzde çok daha baskın
durumdalar. Karşılarında ise sanat sinemasının kolektif bir tepki göstermemesi,
bu konuda gerçekten emek veren insanlarla uyumlu etkileşimin sağlanamaması
varolan dengeleri altüst edecek boyuta ulaşmış durumda.
Dünya geneli incelendiğinde yukarıdaki sorulara yalın bir karşılık bulunuyor;
"desteklenecek sektörün bileşenleri ve sanatçıların seçiminde temel soru şudur;
destek kamu yararına göre yapılır". Bu genel ilkeyi belirttikten sonra şunu
sorabiliriz, günümüz sinemasında hangi kurumlar ve sanatçıların eserleri kamu
yararınadır ve hangi eserler kamuyu, halkımızı ve ülkemizi temsil etme yetisine
sahiptirler?