Uzay gemisi, ejderha ya da cin görmek artık Türk sinemasında da mümkün.
Animasyon ve dijital efektler nihayet sinemamıza uğradı. Sanal figüranlar daha
da artacak.
Senelerdir ‘ha canlandı ha canlanacak’ denilen Türk sineması nihayet
hareketlendi. Artık hemen her hafta bir film vizyona giriyor. Üstelik önemli bir
kısmı görsel efektlerle süslenmiş durumda. Beyazperdeye oyuncuların yanı sıra
farklı yaratıklar da yansıyor son zamanlarda. Kimi zaman bir ejderha, bazen bir
örümcek ya da cin; hatta uzay gemisi... Minyatürdeki atlılar birden hareket
ediyor mesela… Ya da Ayşen Gruda hararetle konuşuyor karşısındaki bir cin ile…
Film ilerlerken bir ejderha arz-ı endam ediyor perdenin ortasında, Keloğlan
rolündeki Mehmet Ali Erbil ile kıyasıya bir boğuşma sahnesi… Sadece yönetmenler
için değil yerli oyuncu ve animatörler için de yeni bir tecrübe animasyon. Peki,
sinemacılar için yeni bir deneyim olan animasyonun ne gibi sorunları var?
Animatörlerlerle yönetmen ve set ekibi cephesinin dertleri ayrı perdeden. Buna
rağmen görüştüğümüz herkes çözüm noktasında hemfikir: ‘Sinemanın endüstrileşmeye
ihtiyacı var.’
Geçtiğimiz yıllarda ara sıra örneklerini gördüğümüz görsel efektler ve
animasyonlar bu yıl izleyeceğimiz filmlerde daha sık karşımıza çıkacak. Hâlen
vizyonda olan ‘Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu’ şimdiye kadar en çok efekt ve
animasyon kullanılan filmlerden biri. Öncesindeki G.O.R.A. örneğini de
hatırlarsak, sinemamızın animasyonla izdivaç süreci biraz sancılı geçecek.
Türkiye için ertelenmiş bir tecrübe aslında sinemada animasyon uygulaması. Bu
ihmalin ardında, sektörün genel sorunları yatıyor. Sinemamızın 80’li yıllarda
düşüşe geçtiği; doksanlarda da durma noktasına geldiği unutulmamalı. Bu açıdan
bakıldığında, ciddi masraf ve ekipman gerektiren animasyonun yetersiz oluşu
yadırganmamalı. Yüksek bütçeli projeler hayata geçiyor şimdilerde. Sektör
canlandı. İzleyici yeni filmlere rağbet ediyor. Bin dolarlar yerine milyon dolar
bütçeli filmler çekiliyor; bu da animasyon talebine ortam hazırlıyor. Muhakkak
son dönemdeki rağbet dünya sinemasından da bağımsız değil. Birçok ülkede
animasyon, bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle ivme kazandı. Bilgisayar
animasyon tekniğiyle filmlerin yapım süreci kısaldı; ilgiyi artıran önemli
sebeplerden biri bu. Diğeri ise Toy Story, Shrek, Final Fantasy, Buz Devri gibi
animasyon sineması örneklerinin, çocuklar kadar yetişkinler tarafından da
ilgiyle izlenmesi. Bol animasyonlu bu filmlerin dışında, artık Hollywood
örneklerinde efektsiz film neredeyse yok gibi. Anima’nın kurucusu Mehmet
Kurtuluş’a göre Türk sinemasının gideceği mecburi istikamet de bu: “Yakın
gelecekte Türkiye’de de dijital efektsiz film üretilmeyecek.” 2006 filmleri
bunun kanıtı.
YATIRIM, İHTİYACIN ÜZERİNDE
Türk sineması için yeni ama reklâm sektörü uzun yıllardır animasyon ve görsel
efektleri başarıyla kullanıyor. 70’li yıllarda animasyon, reklâm filmlerinde
altın bir çağ yaşamış. 80’li ve 90’lı yıllarda ise duraklama dönemine girilmiş.
2000’lerde yeniden reklâm filmleri sayesinde şaha kalkan animasyon ve görsel
efektler, bu dönemde sinemada da denenmiş az da olsa. 2001 yılında vizyona giren
‘Deli Yürek: Bumerang Cehennemi’ sinemada bu birikimin ilk uygulandığı örnek.
Yoğurt Teknolojileri’nden yapımcı Cemil Türün, reklâm sektörünün animasyon ve
dijital efektler alanında pek çok ülkeye nazaran ileri olduğunu düşünüyor.
G.O.R.A filminde görsel efektler için çalışan Merih Öztaylan da aynı kanaatte.
İki yıllık Almanya tecrübesi olan Öztaylan’a göre Türkiye’deki yatırım,
ihtiyacın üstünde. Hollywood uygulamalarının hepsi reklâm sektörümüzde kaim; ama
sinemada durum biraz farklı. Kullanılan malzeme iki alanda aynı; fakat uzun
metrajlı film için tekniğin de mantığın da farklı işlemesi gerekiyor.
12 yıldır sektörde çalışan görsel efekt sanatçısı Merih Öztaylan şu sıralar
Makine Prodüksiyon’da işlerini sürdürüyor. Çok sayıda reklam filmi ve jenerik
çalışmaları var; ama ilk sinema deneyimi G.O.R.A. Bunun sinemamız için abartılı
bir başlangıç olduğu kanaatinde Öztaylan: “2000-2500 katlı bir filmin 900 katına
efekt kullandık ki bu Hollywood standartlarının dahi üstünde.” Sürpriz
taleplerin işin kalitesini etkilediğini düşünüyor. Animasyon kullanılacak
yapımlarda özel efekt yönetmeninin de bulunması gerekiyor. Çalışılacak zaman
önceden belirleniyor ve tamamen planlar dâhilinde hareket ediliyor. Animatörün
filmin tamamı hakkında bilgilendirilmesi de önemli. Özellikle içinde görsel
efekt varsa, tasarlanmadan ve hele de storyboard’ı (çekim planlarının çizimi)
hazırlanmadan Hollywood’da film çekilmiyor. Çünkü çok ince hesaplamalar
gerektiren bu planlar on binlerce dolara mal olabiliyor. Ciddi masraflara ve en
küçük hatalara karşı uzmanlarla çalışılıyor. “Uzmandan destek alacak yönetmenlik
anlayışı henüz Türk sinemasında gelişmedi.” diyor Cemil Türün. Reklâm
sektöründeyse durum farklı, yıllardır işin ehillerinden yardım alınıyor.
SİZDE HANGİ EFEKTLER VAR?
G.O.R.A.nın girizgâhında boy gösteren uzay gemisi de plansızlıktan nasibini
almış. Filme başlamadan önce böyle bir fikir olmadığı halde 3D modelcisi
tarafından tasarlanmış. “Bize tam manasıyla veri geldiği söylenemez. Filmi çekip
şuradan gemi geçsin, ışınlansın gibi taleplerde bulunuyorlar; ama bunların nasıl
olacağı bizim yaratıcılığımıza kalıyor.” diyen Öztaylan, bazen adeta raftan alıp
sunacaklarmış gibi ‘sizde neler var?’ türünden sorulara maruz kaldıklarını
anlatıyor. Bütün talepler post prodüksiyona (çekim sonrası yapım aşaması)
bırakılınca işi kurtarma derdine düştüklerini anlatıyor Öztaylan. G.O.R.A.da
altı kişi çalışmış; fakat böyle bir projede dünya standartlarında 300-500
elemana ihtiyaç duyuluyor: “Bir efekt sanatçısına iki plan verilir ve çalışır
birkaç ay. Bizde bu kadar süremiz var, şunlar yapılacak hadi deniliyor.” Bu
durum yönetmenin kafasında tasarlaması gereken birçok şeyin animatöre
bırakılması manasına da geliyor. Öztaylan, “Onlar adına biz cümle kuruyoruz, bu
filmlere zarar veriyor.” diyor. Ona göre yönetmen talepte bulunacaksa, görsel
efekt ya da animasyonu bilmeli.
Halen vizyondaki ‘Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu’ filminde de benzer sıkıntılar
yaşanmış. Filmin görsel efektlerini RedSofa adındaki bir şirket yapmış. Ekipte
bulunan Volkan Öztürk, başlangıçta iki yüz planlanan animasyon sayısının 1350’ye
çıktığını anlatıyor. Bu problemin başlıca sebebi işin tam olarak tanımlanmaması.
Öztürk, “Sizin animasyon dediğinizle film sektörünün anladığı aynı değil.”
diyor. Mesela film çekilirken kılıçlı bir kavga sahnesi beğenildiği için, bir
dakikayken yedi dakikaya çıkarılsın deniyor. Hâlbuki altı dakikalık zaman dilimi
için birkaç aylık çalışma süresi gerekiyor. ‘Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu’ filmi
için 22 kişilik animasyon ekibi, altı ay boyunca çalışmış. Ana ekip Türk; ama
sinema animasyonundaki tecrübe eksikliği sebebiyle iki Fransız’dan da destek
alınmış. “Projeyi yaparken kendi yeteneğimizi de gördük aslında, enerjimizin
gereğinden fazla olduğunu fark ettik.” diyor Öztürk. Filmde üç uzay gemisi, bir
uzay taksisi olmak üzere dört hava taşıtı tasarlanmış. Filmin başından itibaren
animasyon ekibi sürece dâhil edilmiş. İyi kalitede animasyon çıkarmak için
senaryoya bazı müdahaleler yapan ekipten iki supervisor çekimler süresinde
yönetmen ve görsel yönetmenin yanında bulunmuş. Başlangıçta animasyon ekibi ile
film ekibi birbirini anlamakta sıkıntı yaşasa da, sorun kısa sürede çözülmüş.
TÜRK SİNEMASI ANİMASYONA NE KADAR HAZIR?
Yoğurt Teknolojileri’nde çalışan animatör Başar Moluk ve yapımcı Cemil Türün
yıllardır sektörün içinde. Onlara göre Türk sineması henüz animasyona hazır
değil. “Endüstriyel bir iş olan görsel efektler için onlarca kişi aylarca
çalışmak mecburiyetinde. Fakat bizim yönetmenlerimiz ve sinema kadrolarımız
bunun için yetersiz. Sinema sektöründe bunun uygulanabilmesi için profesyonel
bir yaklaşım gerekiyor; finansman ve işleyiş açısından.” Türk sinemasının henüz
endüstrileşmemesi, yönetmen ve yapımcıların diğer kadrolarla irtibatsızlığına da
sebep oluyor. Herkes diğerinden bihaber çalışmalarını sürdürüyor. Sıkıntıların
giderilmesi için ortak bir paylaşım mecrası; özetle herkesin aynı yerden çay
içmesi şart.
Ezel Akay da, Türkiye’de 1980’lerden bu yana örgütlülüğün zihniyet ve mekanizma
açısından büyük darbe aldığına işaret ediyor: “Endüstrinin temellerinin atılması
beraberinde örgütlülük ve bilgi transferini gerekli kılacak.” Animasyon
zaviyesinden bakarsak animatörlerin ve yönetmenlerin böylece birbirlerine bilgi
aktarılması ve problemlerin üstesinden gelmeleri mümkün kılınacak.
“Birçok yönetmenin bizlerden haberi yok.” diyen Moluk ve Türün’ün yönetmenlere
bir de mesajı var: “Biz burada teknoloji üretiyoruz. Yönetmenlerin kesinlikle
bizlere ihtiyacı var. Bu işlerin kamerası program yazmak. Filmlerinize özgün
görsel, özel efekt, animasyon yapmak istiyorsanız bunun araç gerecini de
tanımlamanız, yazdırmanız ve ürettirmeniz lazım. Ülkemizde bunu yapabilecek
kapasite de imkânlar da var. Bu potansiyelden hepimizin istifade etmesi şart.
Yönetmenlerin, ‘Filmimde sanal karakterler kullanacağım, nasıl yapabiliriz?’
gibi sorularla bize gelmelerini bekliyoruz. ‘Hiç olmayan mekânlarda film
çekeceğiz.’ diyebilirler mesela…”
TELEVİZYONDA BAŞARI, BEYAZPERDEDE HÜSRAN
Animatörler cephesinde en temel sorun yönetmenlerin teknolojilerinden bihaber
olması. Benzer sıkıntılar yönetmenler yakasında da mevcut. Onlar da sinema
alanına dijital efekt ve animasyonların yeni uygulanmasından dolayı
animatörlerden her zaman tam verim alamıyor. Ezel Akay’a göreyse sinemacılardan
ziyade animatörler henüz beyazperdeye hazır değil: “Yeterli deneyimleri yok ve
yaptıkları işi sinemaya adapte etmekte zorluk çekiyorlar, tekniği yeterince
bilmiyorlar.” Animatörler bir yerde efektlerini hazırlıyor, yönetmenler
laboratuarda filmlerini. Sonuçta çalışmalar birbirine adapte edilirken uyum
sorunu yaşanıyor. Hem laboratuarlar alışık değil bu çalışma şekline hem de
animatörler film baskı teknolojisine yabancı. Şimdilik çalışmalar deneye-yanıla
ilerliyor. Önceden deneyim sahibi olanlar var muhakkak; lakin yeterli sayıda
değil. Animatörlerin daha çok televizyon çözünürlüğüne uygun formatta çalışma
alışkanlığı sorun Akay’a göre; hâlbuki yaptıklarının sinema ekranında nasıl
görüneceğini de hesaba katmalılar. “Genelde, yaptıkları işleri perdede görmek
soğuk duş etkisi yapıyor animatörler üzerinde.” diyor. Buna rağmen çok sayıda
girişimcinin ve teknik altyapının varlığı umut vaat edici.
Bu dönemde içinde bol miktarda özel efekt barındıran filmlerden biri de Derviş
Zaim’in yönetmenliğini yaptığı ‘Cenneti Beklerken’ idi. Sinefekt’in yöneticisi
Kerem Kurdoğlu, filmin görsel efektlerini yapanlardan. ‘Cenneti Beklerken’ filmi
35 mm sinema perdesine aktarıldıktan sonra, önce Sinefekt’te, ardından başka bir
sinema salonunda izlenmiş. Böylece hatalar asgariye düşürülmüş. Derviş Zaim,
filmlerde yaşanan sorunların çalışma disiplininin yanı sıra finansal ve zamansal
imkânlardan bağımsız düşünülmemesi gerektiğini hatırlatıyor.
Kerem Kurdoğlu ise her animatörün yönetmenle farklı bir ilişki geliştirdiğini ve
kiminin animatöre daha çok inisiyatif bıraktığı halde bazılarının tamamen kendi
kararlarını uygulamayı talep ettiğini anlatıyor. Dünyada büyük bütçelerle ve
uzun sürelerde yapılıyor animasyon ve dijital efekt içerikli filmler. Fakat bu
şartlar henüz Türkiye’de yok. Kurdoğlu, “Mecburen Türk usulü geliştirmek
zorundayız. Kendi şartlarımıza göre hareket etmemiz zaruri.” diyor. Bunlar da
beraberinde güçlükleri getiriyor. Peki, bu duruma olumlu tarafından bakmak da
mümkün mü? En nihayetinde Batı’dan ülkemize intikal eden bir sanat sinema;
animasyon teknikleri için de aynı durum söz konusu. Ülkenin içinde bulunduğu
şartlar doğrudan taklidi mümkün kılmadığı için yeni bir üslubun gelişmesine
vesile olabilir mi?
ZAİM, DİJİTAL VE MİNYATÜR...
“Biz yurtdışındaki yordamları ister istemez alacağız; ama farklı girişimlerde de
bulunmamız gerekiyor.” diyor Derviş Zaim. Onun özellikle son filmini çekerken
zihnindeki soru şu: “Bu ülkenin tarihinden, geçmişinden kaynaklanan birikimler
var. Bunlar sinema sanatına aktığında şahsiyetli çalışmalara vesile olabilir
mi?” ‘Cenneti Beklerken’, bu sorulara aranan bir cevap niteliğinde. Filmde
dijital efektlerle minyatür sanatının sentezi farklı bir türü çıkarıyor ortaya.
Çalışmalar da iki düzlemde ilerlemiş: Minyatürler canlandırılırken özellikle
sanatın özü, anlatım özellikleri irdelenmiş. Zamana ve mekâna dair minyatür
sanatının tavrını tayin etmeye çalışan ekip, minyatür sanatının sinemasal
karşılığını bulmaya çalışmış. Minyatürler hareket ettirilirken, uygun
düşmeyeceği endişesiyle, Amerikan üslubundan kaçınılmış. Zaim’e göre film bu
yönüyle bir ‘araştırma-geliştirme’ projesi niteliğinde. Zaim’in çabası özellikle
animasyonun sinemamıza uyumu sürecinde anlamlı görünüyor. Kopyala yapıştır usulü
kötü taklitler yerine, mesajların kültürel hafızamızda yoğrularak ürüne
dönüştürülmesi Türk sinemasının geleceği açısından da heyecan verici. Animasyon
ve dijital efektlerin karşımıza daha çok çıkacağı aşikâr. Sinema üslubunda da
etkili olacak bu tercih dileriz ki kültürümüzden de beslenerek kendine yeni ve
özgün bir üslup mecrası bulur.
GELECEĞİN ANİMATÖRLERİ
Türkiye'de animasyon eğitimi ciddi anlamda 1990 yılında Anadolu Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Çizgi Film (Animasyon) Bölümü’nün kurulmasıyla başlar.
Bugün İstanbul Maltepe Üniversitesi ve Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi'nde animasyon bölümünde eğitim veriliyor. Fakülte ve atölye
dışında animasyon için internetten online eğitim veren okullar da var. Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Fethi Kaba, özellikle
gençlerin bilgisayar animasyona ilgili olduklarını söylüyor. Ona göre gelişim
çağlarında teknolojiye yakınlıkları, bu alana ilgi duymalarını da sağlıyor.
Mehmet Kurtuluş, Anima gibi diğer ajansların da aynı zamanda bir eğitim kurumu
gibi çalıştıklarını anlatıyor. Fakat temel sorun teknikten öte sanat eğitimi,
bunun için okul da şart değil. "Bilgisayara yatkın, istekli bir genci bir senede
teknikle donatabiliriz; fakat temel sanat eğitimi çok önemli. Renk, ışık,
kamera, estetik dili hakkında fikir sahibi olmak şart." Kurtuluş'a göre
Türkiye'deki görsel efekt sanatçılarının temel sorunu da bu.
ANİMASYON, GÖRSEL VE ÖZEL EFEKT NEDİR?
Görsel efekt, hareketli resimleri üst üste koyarak tek resim oluşturma
çalışmasına deniliyor. Patlamalar, fonda gemi geçirmek, bir mekânı oluşturmak bu
gruba dâhil. Animasyonda çeşitli türler var. Efekt animasyonuna, ateş görüntüsü
yapılması örnek verilebilir. Karakter animasyonunda ise cin, canavar gibi
yaratıklar perdeye yansıyor. Özel efekt ise gerçek hayatta mümkün olmayan
durumların film setinde kontrollü olarak sağlanmasında kullanılıyor. Yağmur,
rüzgar, patlama, araba çarpışması, kurşun deliği, kurşun kıvılcımı gibi.
UZUN METRAJ ANİMASYON FİLMLER YOLDA
Her ne kadar filmlere azar azar serpiştirilse de henüz uzun metraj bir animasyon
filmi Türk sinemasında çekilmedi. Animasyon üzerine görüştüğümüz neredeyse bütün
ajansların üzerinde çalıştıkları projeleri var. Fakat sektörün yeterince
olgunlaşmaması, projelerine nokta koymalarına mâni. Animatör Mehmet Kurtuluş'a
göre animatörlerin temel problemi; bu tarz çalışmaları kaldıracak bir
tüketicinin yokluğu. Film üretildiği takdirde tekrar tekrar seyredilmesi ve
dünyada satılması şart. Avrupa'da minimum 20 milyon dolar, Amerika'da 100-150
milyon dolarlık bütçelere sahip bu filmler, masrafları sebebiyle nispeten az
üretiliyor. Başar Moluk, finansman ve girişimcilik sorununa da dem vuruyor:
"Teknik açıdan iyi bir seviyedeyiz fakat finansmanda durum aynı değil. Türkiye
standartlarında yapılacak bir animasyon filmin para kazanma ihtimali düşük.
Bunun için en az elli kişiyle iki yıl kapanıp çalışmanız gerekiyor. Mevcut
sermaye yapısında bu mümkün değil. Sinemada 2-2.5 milyon dolar harcanabiliyorsa
sebebi 3-4 ay içinde çekilip, en fazla beş ay sonra satılabileceği içindir.
Halbuki animasyon sineması için en az iki yıl çalışmak gerekiyor, bu da bireysel
yatırımcılara cazip gelmiyor. Çözüm için sermaye, alıcı kitle ve zaman üçlüsünün
bir araya gelmesi gerekiyor. Bu tekâsüfün gecikmesi animatörleri durduran
sıkıntıların başında geliyor.”