Türkkan GÜLYURDU
Talim ve Terbiye kurulu Başkanlığı Öğretmeni
Bir eğitimci, öğretmenin okuldaki işlevini, ana kuşun işlevine
benzetmektedir. Nasıl ki ana kuş doğadan bulduğu yiyeceği önce ağzında
mama hâline getirip sonra yavrularının ağzına koyuyorsa, öğretmen de
bilgiyi olduğu gibi değil, kendi sanatsal ve pedagojik becerileriyle
öğråncinin hazmedebileceği hâle getirip öğrencilerine sunar. Öğretmenin
işi ana kuş kadar kolay değildir. Burada zorluk; her öğrencinin
alabileceği bilginin standart olmadığı, alınan bilginin ne kadar yararlı
ve gerekli olduğu, ayrıca alınan bilginin değişikliğe uğratılırken özünün
zarar görmemesidir. Üstelik geçmişte ezberci eğitim sistemiyle yetişmiş
öğretmenlerden, hızla değişen dünyanın yeniliklerine uygun bir şekilde
ezbersiz eğitim vermeleri beklenmektedir.
Öğretim programlarımız ve okullarda öğretilen bilgiler, ağırlıklı olarak
üç boyutlu (uzaysal) dünyaya yönelik olmayıp, tek boyutlu (doğrusal) ve
iki boyutlu (düzlemsel) sistemlere dayalıdır. Tahtada, defterde,
kitaplarda, televizyon, video ve bilgisayar ekranlarında kavratılan
bilgiler öğrencileri iki boyutlu bir dünyada düşünmeye, hayal kurmaya ve
yaşamaya zorlamakta, bu zorlamalar zamanla koşullanmalara yol açmakta,
koşullanmalar da üç boyutta gerçekleşen yaşamsal olayları ve nesneleri
kavrama konusunda bir engel oluşturmaktadır. “Düzleme koşullanma” sorunu
olarak adlandırılan bu sorun; doğaya açılamayan, laboratuarlarda
işlenmeyen, proje nedir bilmeyen eğitim sisteminin kaçınılmaz bir
sonucudur. Buna çok sayıda örnek verilebilir. Öğrencilere, “6 kibrit çöpü
ile 4 eşkenar üçgen oluşturabilir misiniz?” diye sorulduğunda tamamına
yakını oluşturulamayacağını birkaç deneme sonrası söyleyebilmektedir. Oysa
bu sorunun cevabı gayet basit olup üç boyutta düşünülüp piramit çatısı
oluşturulduğunda kolayca cevaplamak mümkündür. Ama öğrenciler düzleme
koşullandıkları için, masa ya da sıra üzeri gibi yüzeylerde çözüm
denemesine girişirler ve başarısız olurlar.
Bir başka örnek olarak, daha ileri sınıflardaki öğrencilere sorulmuş ve
başarı elde edilememiş şu soru da ilginçtir: “Silindir biçimli bir
bardağın yüksekliği 20 cm, çevresi 30 cm dir. Bardağın iç yüzünde tepeden
5 cm aşağıda bir damla bal vardır. Dış yüzünde tabandan 5 cm yukarda ve
tam karşısında bir sinek vardır. Sineğin yürüyerek bala ulaşmasını
sağlayacak en kısa yol kaç santimetredir ?”. Bu örnekte de, “düzleme koşullanma”
alışkanlığı nedeniyle üç boyutlu düşünme becerisi gelişmemiş öğrenciler,
çözümde zorlanmakta ve başarısız olmaktadırlar. Oysa üç boyutlu nesne
(fiekil-1) açılarak iki boyutlu (düzlem) hâline getirildiğinde (fiekil-2),
Pisagor Teoremi ile hemen yanıtın 25 cm olacağı bulunacaktır.
İki vektörel değerin vektörel çarpımıyla bulunan elektromanyetik kuvvet,
moment, manyetik alan şiddeti gibi fiziksel niceliklerin doğrultu ve
yönlerini buldurmada fizik öğretmenlerinin, uzay geometriyi öğretirken
matematik öğretmenlerinin ne sıkıntılar çektiklerini sormaya, bilmem,
gerek var mıdır?
Gerçek hayattaki nesneleri ve olayları çocuklara kavratmanın oldukça zor
olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle gerçek hayattaki üç boyutlu nesnelerin
ve olayların düzlemdeki izdüşümleri öğretilmeye çalışılır. Üç boyutlu
matematiksel bilgiler böylece iki boyutlu duruma indirgenerek
kolaylaştırılmış yani çocukların kolayca kavrayabileceği hâle getirilmiş
olur. Her gün karşısına geçip saçımızı taradığımız aynalar, anılarımızı
ölümsüzleştirmek istediğimiz fotoğraflar, akşamları en büyük vakit geçirme
aracı olan televizyon ekranı, günlük yaşantımızın vazgeçilmezlerinden
bilgisayar monitörü de iki boyutlu değil midir? Bu kolaycılığın yaratacağı
sorunlara karşı ise yeterince önlem alınmamıştır.
Önemli bir başka sorunumuz da öğrencilere mantıklı düşünme ve eleştirel
bakış açısı kazandıramamaktır. Bu sorun da eğitim sistemimizin en alt
basamağından en üst basamağına dek kanayan bir yaradır. Birinci kademedeki
küçük öğrencilere; “Bir ağaçta on tane kuş var, bir avcı ateş etmiş üçünü
öldürmüş, geriye ağaçta kaç kuş kalmıştır?” şeklinde sorduğumuzda, hemen
hemen tamamı on sayısından üçü çıkarıp, yedi diye yanıtlamaktadır. Oysa
ateş sesi ile ağaçta hiç kuşun kalmayacağını yani yanıtın sıfır olacağını
öğrencinin bilmesi için günlük hayatla uyumlu, mantıksal düşünmeyi içeren
bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. “İki işçinin beş günde yaptığı bir
işi, dört işçi kaç günde yapar?” sorusuna da pek çok öğrenci on gün
yanıtını vermektedir. Bir insanın boyunun sorulduğu optik problemlerinde,
insan boyunu 3 cm, 50 m ve pek çok anormal değerler olarak bulan
öğrenciler maalesef çoğunluktadır.
Bir gün ellerinde bir makara sistemi sorusu ile bir grup öğrenci kantinde
yanıma geldiler. Soru kökünün hatalı olduğunu söylediğimde, soruyu test
kitabından olduğu gibi yazıp getirdiklerini söylediler. Soruda kütleleri
100 kg olan makaralar ile 100 g lık cisim kaldırılıyordu. Yani bir tır ile
sandalye taşınması gibi... Belli ki soruyu kitaptan yazarken hata
yapmışlar ama mantık süzgecinden bilgileri geçirme ve eleştirel okuma
yetisi kazanamadıkları için soru kökündeki çelişkiyi fark edememişlerdi.
Öğrencilere fizik öğretilmeye çalışılırken, boyut analizi konusu
kavratılmadığı için, pek çok öğrenci matematik ve fizik formüllerinde
hatalara düşmektedir. Yine öğrencilere fizik öğretilmeye çalışılırken,
“ölçme, hata, doğruluk, güvenilirlik, duyarlılık” gibi kavramlar yeterince
verilmediği için, fiziksel niceliklerin sınırları bilinmemekte ve çok
anormal değerler bulunabilmektedir. Örneğin, bir açının sinüs değeri ile
ilgili sorularda bir sayısından büyük yanıtlar bulunmaktadır.
Bu iki soruna karşı çözüm önerileri olacak projeler için yarışmalar,
bilimsel araştırmalar yapılmalı ve öğretim programları içinde “Ölçme
Bilgisi”, “Mantık”, “Teknik Resim”, “Uzay Geometri” dersleri sadece ileri
sınıflar için değil alt sınıflardan itibaren zorunlu ders olarak yer
almalıdır. Ayrıca öğretmenler ders esnasında olabildiğince üç boyutlu
görsel materyal kullanmaya özen göstermelidirler.
Türkkan GÜLYURDU
Talim ve Terbiye kurulu Başkanlığı Öğretmeni