Virginia Woolf, Savaş Görüntüleri ve Metinlerarasılık
Utku Ömeroğlu
Jameson elektronik görüntü ve yönlendirmelerle, çerçeveler ve renklerle
Televizyon görüntüsünün insan vücudunun becerisine çok az yer verdiğini fark
etmişti. Zaman televizyonda neredeyse yerinde durmuş, devamlılık duygumuz
uzatılmıştı, devamlılık ve değişim uzamsal sözlerle ima ediliyordu. Bu savaşta
kullanılan görüntü tekniklerinden biri bu görüntüler verilirken alttan devamlı
tekrarlanarak yazılar geçiyor ve okuma yazma bilmeseniz bile aynı cümlenin
tekrarını hissedebiliyorsunuz.. Tuşlara dokunuş ya da 'basış' görmenin bir
uzantısı olabilirmiş gibi bazı kanallarda görüntünün altında durmakta olan bir
okla Lev Manovich'in tezini doğrulayan dokunmayı görmenin uzantısı kılan bir
hava yaratılıyordu. Televizyonu zaplamamızdan hemen öncede aynı ok beliriyor ve
'zaplanıyor, zapladın, zaplıyacaksın' ve bizim hareketimiz savaşın hareket
imajına bitiştiriliyor gibiydi....
Woolf, yaşayıp, üretip 1941'de savaşın ve insanlığın haline dayanamayarak
intihar ederken sanırım tüm bunları önceden görmüştü... 1926 tarihli Sinema
isimli yazısında Woolf sinemanın diğer sanatlar gibi çıplak doğmadığını, tam
anlamıyla giysili doğduğunu, iki çubuk kullanarak dilini oluşturmaya çalışamadan
ve tek nota bilmeden müziğe ve diğer sanatlara çekiç vuruyor olduğunu
söylüyordu... Woolf, sinemanın sahip olduğu imkanları görüyor, bundan heyecan
duyuyor, fakat o zaman bile bu imkanların nasıl kullanıldığına ve
kullanılacağına şüpheyle bakıyordu... "Göz beyne diyor ki 'Anlamadığım bir
şeyler dönüyor. Sana ihtiyacım var.' Birlikte Krala bakıyorlar, yata, ata
bakıyorlar ve beyin görüyor ki, gerçek hayatın bir fotoğrafında hiç de
bulunmayan bir özellikle karşı karşıyalar. Bunlar daha güzeller -bir fotoğrafa
güzel dediğimiz anlamda- ama bunlara daha gerçek mi diyeceğiz (kelime hazinemiz
sefilce yetersiz burada) yoksa günlük hayatta fark ettiğimizden farklı bir
gerçeklikle mi gerçek?" (Woolf,1926)
Süzme sanat savaş görüntüleri... Gözün yardıma ihtiyacı var diyordu yazısında,
Woolf... Peki, savaş ve savaşa dair yaşantıları hijyenikleştirilmiş gözlerle,
hijyenik görüntülere bakarak mı algılayacağız?
Tolstoy'un Anna Karanina'sı filme alındıktan sonra filmi seyretmiş olan Woolf,
şöyle diyordu Sinema isimli yazısında:
"Göz dedi ki: 'İşte Anna Karenina' Kara kadifeler içindeki, boynunda inci
gerdanlık, o gururlu kadın geçiyor önümüzden. Ama beyin diyor ki: 'Bu ne kadar
Kraliçe Victoria'ysa ancak o kadar Anna Karenina.' Çünkü beyin zihninin içinden
Anna Karenina'nın kim olduğunu tamamen biliyor zaten -büyüleyiciliğini,
tutkusunu, hayal kırıklığını. Sinema ise bütün gücünü onun dişlerini, incilerini
ve kadife elbisesini göstermeye veriyor. Sonra 'Anna Vronsky'ye aşık oluyor'
-yani siyah kadife elbiseli bayan üniformalı centilmenin kucağına düşüyor, pek
iyi donatılmış bir kütüphanenin önündeki divanda nemli nemli, kendilerini
birbirlerine tümüyle teslim etmiş, sonsuz abartılarla öpüşüyorlar, ki o anda bir
bahçıvan tesadüfen çimleri biçmektedir. Böylece dünyanın en ünlü romanlarının
içine yuvarlanıveriyoruz, içinde dolaşıp duruyoruz. Böylece okuma yazması henüz
olmayan bir okul çocuğunun acemi yazısıyla yazılmışlar gibi onları heceleyip
duruyoruz. Bir öpüşme aşktır. Kırılan bir fincan kıskançlıktır. Dişleri gösteren
bir gülümseme mutluluktur. Ölüm ise bir cenaze arabasıdır. Bunların hiçbirinin
Tolstoy'un yazdığı romanla en küçük bir alâkası yoktur ve sinemanın yalnızca
kendi araçlarıyla baş başa bırakıldığında neler yapabileceğini ancak birtakım
tesadüfi sahnelerdeki görüntüleri -mesela çimleri biçen bahçıvanı- tahminen
kitapla bağlantıya sokmaya çabaladığımızda görebiliyoruz." (Woolf,1926)
Sanatlar birbirleriyle etkileşirler, evet, metinlerarası yaşantılanırlar da
evet, evet ama teknolojik aygıtların hareketiyle, imleriyle mekanlararası
yaşantımıza uzatılan süzülmüş sanat olarak mı?
Belirli aralıklarla görüntülerin üzerinde beliren 'canlı görüntü' yazısıyla
dürtülüyorduk Nicole Kidman, Virginia Woolf'un Hollywoodyen görüntüsünü
canlandırarak ossskar alırken (ki zaman zaman savaş görüntüleri kesiliyor, Oscar
ve savaş ilişkisini seyretmeye çağrılıyorduk), aynı sıralarda kimi kanallarda
görüntülerin altında aynı ok -yani Internet'te istediğiniz sayfaya, mekana ya da
meseleye atlayın imi- hazır bekliyordu.
Ve, savaşı Oscar ödül töreniyle birleştiren, savaşın oluyor oluşuyla kurmaca ve
kurmacanın kutlanışı arasında boşluk bırakmayan TV görüntüleri...
Sonrası ise gene Körfez Savaşı'nın görüntülerinden tanışık olduğumuz görüntüler
gibiydi.
Bilgisayardaki savaş oyunlarının nerdeyse aynısı gibi tasarımlanmış savaş
simülasyonları... Fakat bu sefer direkt ekrandan değil bir duvara yansıtılarak
perdeden açılıyordu görüntüler, yani, sinemayla televizyonu, bilgisayarı ve
edebiyatı montajlayıp bütünleştirerek!..
Savaşlar her zaman kamuoyuna sunulurken yeni çekim teknikleri, görüntüleme,
alıntılama yöntemleri denendiğini biliyoruz. II. Dünya Savaşı'nda bulunmuş çekim
biçimlerinde geçmişi görüntüleme, anılar ve tarih ve filmik geriye dönüşlerle
anlatım desteklenmişti. Görüntünün mantığı anılar ve tarih çarpıtıldığında
işlevseldi. Alain Resnais savaş sonrası sinema tarihinde ilk kez gerçekleşen bir
şeyi gerçekleştirmişti; "Hiroşima Sevgilim" filmiyle anları, tarihi ve sevgiyi
hafıza imajlarıyla sunmuştu... Virginia Woolf'la ilişkilendirilen "Saatler"
filmiyle Holywood ve Medya ise medyada başlayan savaşı, hareket, olay ve star
fetişine indirgeyerek, tarihe Woolf'un edebiyatına, feminizme ve Woolf'un savaş
karşıtlığına montajlamaya çalıştı...
Canlı yayın estetiği ya da Woolf'a yüz montajlamaya çalışmak... Hoolywood
kurmacasıyla... Canlı yayın estetiği bu estetiği oluşturan ideolojik, felsefi,
etik?! varsayımları artık iyice birbiriyle bitiştirilen TV, bilgisayar, sinema,
tiyatro ve edebiyat vs. arasında düşünmek gerekiyor... Teknolojik ve algısal
bakış açısından televizyonun filmin erişemeyeceği bir canlı erişime sahip
olduğunu biliyoruz. Sinemada geleneksel bir film seyrederken oldukça tatmin
edilen harekete katılma ve/veya uzantısı olma duygusu, Internet'teki mekanda
sörf etme ve, veya atlama, zıplama pratiği ve TV'nin bu hareket pratiklerini
savaş görüntülerinde toplaması ve kendi hareketine eklemesi....
Virginia Woolf'un savaş, yazı, hayat ve diğer sanatlarla olan ilişkisi sadece
sunuluşu değil temaları açısından da bu filmden "Saatler"den çok farklıydı.
Savaşın radyoaktif kalıntısının zamansız doğası Woolf'un romanlarının ve
yazılarının en önemli temasıydı. Woolf'un, ilk eleştiri yazılarında
azımsanamayacak bir kısmı I. Dünya Savaşı'nın eleştirel analizlerinden
oluşuyordu ve bilinç akışı modeliyle kaleme almıştı. Sandra Henderson'a ve pek
çok edebiyat eleştirmenine göre, Woolf'un edebiyatta bilinç akışı modelini
geliştirmesi geleneksel politik ve tarihin, erkeklerin yazdığı tarihin zamansal
sınırlarını aşmak içindi. Virginia Woolf'un kendisi de bunu dile getirmişti.
Woolf'un politik yaklaşımı oldukça karmaşık ve bir o kadar da basitti. Three
Guineas (1938) adını verdiği ve savaş üstüne yazdığı kitapta Woolf, savaşın
cinsiyetçi yönlerini görüyor, gösteriyor ve patriarkiye karşı etrafında
birleşilen bir entelektüel oluşumdan bahsediyordu.
Bu entelektüel oluşum, feministler, sosyalistler, pasifistler, anti-faşistler,
sanatçılar ve o zamanın en çok şiddete maruz kalan grubu olan Yahudilerden
oluşacaktı. Bu kitapta Woolf'un en önemli tezi patriyarkal ailenin despotluğuyla
faşizmin zulmünün doğrudan bağlantısı olduğuydu. Ayrıca Woolf, kitapta Hitler ve
Mussolini'nin kadınlara yerleşik roller veren ve cinsiyetçi ayrımı arttıran
yaptırımlarına karşı çıkıyordu. Bu kitap, eşi de dahil olmak üzere Bloomsry'deki
tüm erkek ve hatta o zaman çok daha az sayıda olan kadın aydın tarafından da hoş
karşılanmadığı gibi Woolf, Himmler'in oluşturduğu kara listeye alındı.
Woolf, sadece edebiyatta değil sinema ve diğer sanatlarda da zamanın ve mekanın
evrenselleşerek totaliterleşmesini, kapitalizme ve patriyarkiye eklemlenerek
yaşantıların ve edebiyatın tektipleştirilmesine boyun eğmedi ve eğmiyor
yazılarıyla...
Virginia Woolf için "Savaş" önceden görülmüştü.....
'Ölüm o
düşmanımız ölüm.
Mızrağımı kaldırmış bir delikanlınınki gibi
Hindistan'da dörtnala at sürdüğünde Persival'inki gibi
Saçlarım uçuşarak havada
üzerine atımı sürdüğüm
Ölüm o
Mahmuzları batırıyorum atıma
Üzerine süreceğim kendimi
Yenik düşmeden
Boyun Eğmeden
Ah! ölüm..
Dalgalar kıyıda parçalandı...'
Yazıda Değinilen Kaynaklar:
Virginia Woolf (1931), Dalgalar, Çev: Oya Dalgıç, Ayrıntı ve İletişim Yayınları
Virginia Woolf (1926), The Cinema, Çev: Ulus Baker