Prof. Dr. Erol Mutlu
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı
Değerli konuklar, hepinizi saygı ile selamlarım. Biraz şahsi bir konudan
hareketle meseleye girmek istiyorum. Şu arada saatimi de buraya koyayım ki
süremi geçmeyeyim. Çünkü bizde bir profesyonel deformasyon var. Konuşmaya
başlayınca, susmasını pek bilemiyoruz. Şahsi problem derken, kastettiğim
aslında yine biraz teorik bir şeylerden hareketle söyleyeyim; iletişim,
biliyorsunuz artık bilim haline gelmeye başladı. Tabii bilim haline
geldiği zaman da bir çok yeni kavram ortaya çıktı demek oluyor bu.
İletişim ya da komünikasyon ansiyetisi diye bir kavram var, iletişim
biliminde. Yani iletişim endişesi adı verilen bir kavram bu. Bu kavram da
şunu ifade ediyor; önemli biriyle konuştuğunuz zaman, bu konuşmada, hele
ki bir talepte bulunuyorsanız, kendinizi o konuşma öncesinde nasıl
hazırlamalısınız, içine düştüğünüz endişeyi nasıl halletmelisiniz gibi
konularla uğraşıyor. Benim iletişim endişem var, hem de seyahat endişem
vardı. Dün gece otobüsle geldim buraya. Geldiğim gibi de buraya geldim.
Dolayısıyla 13 saatlik bir yoldan sonra buraya gelmiş oldum. Biraz kafamın
temiz olmadığını söylemek durumundayım. Aslında otobüse saat 7'de bindim.
Bindiğim anda söylediler bana yolun 13 saat sürdüğünü. Uçaktan korkuyorum
bir başka endişem de o, onu da hemen açıklayayım. Tabii Sayın Genel Müdür
"uçak parasını vermedik mi" demesin. Yani öyle bir şikayet için
söylemiyorum bunu. Otobüse bindikten sonra 13 saat dedi yanımda oturan
adam. Eyvah dedim şimdi ben acaba gitsem mi yoksa burada insem mi?
Tabii insanın karar vermesi çok zor oluyor. Düşündüm, benim konuşacağım
konu, yerel basın değil, yerel medyadan söz edeceğim çünkü. Basın deyince
tabii print medya yani gazeteler akla geliyor. Ben daha çok televizyon ve
radyo ile ilgiliyim. Yerel medya önemli mi? Dedim. Önemli, dedim. Peki
demokrasi? Acaba demokrasi değer mi gitmek için? Demokrasi üzerine
konuşmaya falan dedim. Bu 13 saat yol için dedim falan. İşte söz verdik
program hazırlandı falan filan. Neyse sonunda zaten yolun yarısına
gelmiştim kararı tam olarak verene kadar. Artık ondan sonra da buraya
gelmiş bulunuyorum.
Evet gerçekten benim konu özellikle Behçet beyin güzel konuşmasından
sonra, öğleden sonra ve aynı zamanda da gerçekten bu sıcakta yemekten
sonra kendisi hiç olmazsa size bir miktar hazmettirdi. Umuyorum çok güzel
konuşmasıyla böylelikle ben sizi daha dinler konumda bulduğumu düşünüyorum
ya da dinlemeye hazır konumda bulduğumu düşünüyorum sizleri.
Ben tabii işin gereği biraz kavramsal ve teorik konuşma durumundayım.
Nasıl kavramsal ve teorik konuşacağım? Burada hemen o hesabı yaparken,
buraya gelme hesabı yaparken, kafamda ölçtüğüm şeylerden biri de nasıl
olsa ben bir köşe yazarı değilim. Ünlü değilim, tanınmış değilim
dolayısıyla ben oraya gitmesem, orada bulunan değerli dostlar, bu adam
kimdi? Niye gelmedi? Diye üzülmez filan diye düşündüğümü söylemem gerekir.
Neyse ki yolun yarısına, gelmiştim hakikaten buraya gelme şansım oldu.
Çünkü ben yerel medyaya son derece önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tabii mesleğin içinden gelen, profesyonel olarak bu işi yapmış olan
değerli dostlarımızdan sonra konuşuyor olmam, benim için büyük bir
handikap. Neden handikap? Çünkü ben o değerli dostlarımızın değindiği çok
teknik meselelere değinebilme şansına sahip değilim, kendimi asla o konuda
yetkin hissetmiyorum. Gerçi 12 senelik bir TRT deneyimim var ama herhalde
onda da pek başarılı olamadığım için 12 Eylül'de atılmış bulunuyorum
ondan. Dolayısıyla pek medyanın profesyoneli sayılmam ve o zaman ne
yapacağız?
Üniversiteye bakıyorum, üniversite de şu 18 yıl içinde hiçbir işe yaramaz
hale getirildi, kolu kanadı kesildi, kırıldı. Toplumda zaten herkesin
söylediği şeyleri tekrar eder hale geldi. Ne araştırma yapılabiliyor, ne
bir şey yapılıyor. Sermayeye iyice eklenme çabası, sonunda gerçekten artık
böyle bir işlev kazanmaya başlandı üniversitelerde. Dolayısıyla benim
söyleyebileceğim olur diye düşündüm. Benim burada söyleyebileceğim, köşe
yazarlarımızın, köşem olmadığı için köşe yazarlarımızın yaptığı gibi
kanaatimi ifade edeceğim, demokrasi ve yerel medya konusunda.
Yerel medya benim için gerçekten çok önemli bir konu. Şahsi olarak benim
için önemli bir konu. Çünkü demokrasi önemli bir konu. Demokrasi, yani
halkın halk tarafından, kendisinin kendisi tarafından yönetimi. Halk adına
yönetim değil. Yani bizde yanlış anlaşıldığı biçimiyle halk adına yönetim
yapıp, meşruiyetini de halktan almış gibi göstermek değil. Peki biz bunu
ne yapacağız? Çünkü hep demokrasi dediğimiz zaman işin teknik kalitesi ön
plana çıkıyor. Oy kullanma, seçmen ne derse haklıdır ya da şudur, budur
falan diye. Yine benim mesleki deformasyondan kaynaklanan bir şey.
Kavramlar üzerinde durup, o kavramları kurcalamam gerekiyor. Bundan
kendimi alamayacağım maalesef. Eğer tahammülünüz varsa, kavramları burada
birlikte incelemeye devam edelim ama tahammülünüz yoksa, gerçekten
kavramlarla uğraşmak hoş bir şey değil. Çünkü yorucu olabilir, özellikle
bu sıcakta. Bunun üzerine duralım.
Şimdi kavramlar neden önemli? Çünkü bizim toplumda temel sorunlardan biri
olarak, konuşamamayı görüyorum. Yani biz birbirimizle konuşamayan bir
toplum haline geldik. Çok laf söylüyoruz eğer konuşmayı bu anlamda
alıyorsak. Ama iletişimcilerin tanımına göre konuşma, anlamaya yönelik bir
şeydir. Biz birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz, kendimizi anlatmaya
çalışıyoruz. Kendimizi anlatmaya çalışmanın ötesinde dayatmaya
çalışıyoruz. Değerlerimiz var, o değerlerinizi paylaşırsanız ne ala,
paylaşmazsanız yok benim size söyleyecek bir sözüm yok. Böyle bir hal
aldık.
Peki televizyonlara, radyolara baktığımız zaman konuşma yok mu? Çok bol
konuşma var. İşte nasılsın şekerim, iyi misin? Seni dün akşam da gördüm,
şeklinde talk şovlar var. Herkes konuşuyor yani. Tabii televizyonda
konuşma programı en ucuz program olduğu için bol miktarda da konuşma
oluyor. Konuşmanın yanı sıra başka neler var? İşte el peşrevleri var,
dokunmalar var, gülmeler, kahkahalar bol miktarda var, göbek atmalar var
ve böylelikle bu şekilde anlaşır bir toplum haline gelmiş bulunuyoruz. Eh
herkesin kendisini dayattığı bir toplum ve herkesin kendi taleplerini,
isteklerini, hedeflerini dayattığı toplumda nasıl bir durumda olur bunu
dayatan insanlar? Kendilerine en ufak bir laf söylenmesine tahammül
edemezler.
Şimdi ben burada tabii değerli konuşmacıları dinledikten sonra, özellikle
öğleden önce konuşan konuşmacılarımız, değerli basın mensubu
arkadaşlarımız gerçekten temel mesele olarak etik meselesini gündeme
getirdiler. Demek ki böyle bir meseleyi gündeme getirme gereğini duydular.
Peki etik bizim için niye bir problem olarak ortaya çıkıyor? Bunun çözümü
olarak da arkadaşlarımız bir anlamda eski, daha 1830'larda Amerika'da
popüler basının, tabii Batı da diyeceğiz, o zaman Batı'da popüler basının
ortaya çıkmasıyla birlikte, yani gazetelerin siyasi partizan varakalar ya
da kağıtlar olmaktan çıkıp, bütün geniş halk kitlelerinin okuduğu kağıtlar
haline gelmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkan iki tane temel kavram
var. Bütün ondan sonra gelişenlerde işte bu 5-N 1-K kuralları filan da
buna bağlı olarak gelişiyor. O da nesnellik ve tarafsızlık konusu.
Şimdi Türkiye'de bunca yıllık deneyimden sonra yeniden onun, bu
kavramların araştırılır olmasının altında bir neden olması lazım. Bunu
tabii ben iletişimci olduğum için konuşma problemi olduğumuza bağlıyorum.
Çünkü konuşursak, birbirimizi anlamaya çalışırsak, konuşursak o zaman bu
işin bir sorun olmaktan çıkacağını ben kendi uğraştığım alan itibariyle
düşünmek zorundayım. Siyaset bilimciye sorarsanız, o başka bir şey
söyleyecektir. Başka bir problemin, başka bir boyutuna el atacaktır.
Hukukçuya sorarsanız, o başka boyutuna el atacaktır.
Ben konuşmayı öneriyorum. Tabii medya da bu anlamda önemli. Çünkü medya,
toplumun kendisiyle de konuştuğu bir yer. Ama eğer şunu da söyleyeyim ve
ben o tür konuşmalarda bulunamadım ama dünkü toplantıda ulusal medya ya da
ulusal basın, yerel basın yerine başka kavramlar önerilmiş. Ben o
kavramların önerilmesinden asla yana değilim. Behçet Beyin konuşmasında,
mesela yaptığı konuşma, doğrudan doğruya yerel medya ile ilgili değil. Ama
ulusal medyanın yerel mekanlarında çalışan muhabirleri ve elemanlarıyla
ilgili bir konuşmaydı. Yerel medya bu anlamda pek kronotize edilmedi,
somutsallaştırılmadı, benim burada dinleyebildiğim konuşmalarda.
Aslında yerel medya bu anlamda çok önemli. Çünkü yerel medya ulusal medya
dediğimiz medyanın ki, ben onlara merkez medyası demeyi tercih ediyorum,
eski emperyalizm teorilerinden hareketle, merkez ve periferik ülkeler
vardır biliyorsunuz o teorilerde. Ben yerel medyayı periferik medya olarak
görüyorum. Ulusal medyayı da merkez medyası olarak görüyorum. Bildiğiniz
gibi merkezin sürekli olarak periferi üzerine bir baskısı vardır. Bu
baskıyı zaman zaman eski sömürge dönemlerinde yerel Valiler aracılığıyla
yapmıştır. İşte orada çalıştırdığı insan aracılığıyla yapmıştır. Oradan
insanları kendisine dahil ederek, yapmıştır. Ben böyle bir çelişki
olduğunu düşünüyorum ve merkezin ya da ulusal medyanın bu kadar
güçlenmesinin yerel medyanın aleyhine olduğunu da düşünüyorum.
Ama şöyle de bir gelişme olabilir ki bunun da böyle olması gerekiyor. O
gazetelerin kendi isimleriyle yerel sayfalar yaparak yayınlanması değil
ama belki merkezdeki sermayenin, o gazete sahiplerinin her yörede o
yörenin adıyla bir gazete çıkarması şeklinde bir düzenlemeye geçiş olarak
ümit ediyorum en azından böyle bir şey önemli. Neden önemli? Şimdi eğer
diyelim ki Behçet bey benden önce konuştuğu için, Türkiye gazetesini
aldınız, bunun bir de ayrıca zannediyorum ki yerel haberleri içeren bir
bölümü var ama gazeteyi aldığınız zaman hemen karşınızda Ankara'da şu
oldu! Mesut Yılmaz bunu yaptı! şu şöyle etti, bu böyle etti şeklinde bir
başlıkla karşılaşıyorsunuz.
Şimdi gazetelerin önemli özelliklerinden birini hepimiz biliyoruz,
medyanın gündem koyması diye bir kavram var bu kuramsallaştırılmış da bir
kavram. Gündem belirleme ve koyma kavramı. Aslında hep kendi içinde
konuştuğumuz şeyler. Yani bizim dilimizde, gündelik dilimizde de yerleşmiş
şeylerdir. Daha anlaşarak konuşmak için böyle temizlikler yapmamız gerekir
diyorum. Şimdi burada yaşayan, yani Trabzon'da adını bilmediğim bir
mahalle, tabii burayı bilmediğim için ben merkezde yaşıyorum. Adını
bilmediğim bir mahalledeki diyelim ki bir kanalizasyon borusunun patlaması
ve o kanalizasyon borusu patladığı için orada yaşayan beş tane çocuğun
hastalanması, böyle bir tehlikenin yaygınlaşmaya başlama ihtimalinin
olması ve bu konuda belediyenin uyarılması, insanların harekete geçmesi, o
semtte yaşayan adamın hayatının birinci gündemi olması gerekiyor. Yani
Mesut Yılmaz'ın şu kararından, ya da Tansu Çiller'in yaptığı şu işten daha
önemli olması gerekiyor.
Oysa Türkiye'ye bakıyoruz, ne yapıyoruz? Türkiye'deki, merkezdeki siyaset
bizim gündelik hayatımızın da gündemini oluşturuyor. Yani insanlar
birbiriyle konuşurken, "ya bizim mahallede elektrikler her akşam
kesiliyor" diye konuşmuyorlar, başka? Birlikte yaşadığı yere "ya duydun mu
Mesut Yılmaz'da şunu şöyle demiş, işte eyvah ihtilal mi geliyor? Şu mu
oldu? Bu mu oldu?" Şeklinde konuşuyoruz.
Merkezin müdahalesi dediğim zaman kastım buydu. Yani merkez bizim gündelik
hayatımıza bile bu anlamda müdahale ediyor ve bu bize neyi getiriyor? Biz
merkeze müdahale etmekte zorlanıyoruz. Yani bizim vatandaş olarak,
vatandaş olabilme hakkına kavuşmuş muyuz, değil miyiz? Onu bilemiyorum.
Yani olmak şuuruna ne kadar sahip olduğumuzu.
Toplum olarak yine konuşuyoruz tabii kendimi de dahil ederek. Buna sahip
olsak dahi biz merkeze ne yapabiliriz? Faks mı çekeceğiz, hiç etkili
olmadığını biliyoruz. Ya da telefon mu edeceğiz, adreslerini alıp bizimle
ilgili iyi hoş şeyler çıkarmayan komisyon üyelerine. Bunun da pek fazla
etkili olmadığını biliyorum ama neyi etkileyebiliriz biz? Biz içinde
yaşadığımız mekanı, bu mekandaki ilişkileri, yakın çevremizi
etkileyebiliriz ve siyasete de buradan müdahale edebiliriz.
Demokrasi dediğimiz zaman, teknikaliteden söz edildiğini söylemiştim.
Demokrasi aslında teknikalitenin üzerinde önem taşıyan bir kavram.
Demokrasi bir kültür meselesi. Yerel dediğimiz zaman da zaten bir kültürü
kastediyorum yani Trabzon Ankara'ya göre, Ankara gazetelerine göre Trabzon
gazeteleri yereldir. Ankara gazeteleri, İstanbul gazeteleri Londra
gazetelerine göre yereldir. Ne bileyim New York Times'a göre Londra
gazeteleri yereldir gibi bir şeyi tarif ederken, bir başka kavramı tarif
etmek zorundayız. Temel sorunlarımızdan biri de o ve o ölçütlerimizi biraz
zor buluyoruz.
Dolayısıyla yereli de tarif ederken, neyi kastettiğimizi belirterek tarif
etmemiz lazım. Şu aklıma geliyor, sadece bu mekanda ya da diyelim ki
Trabzon'un bilmem ne mahallesinde ya da Trabzon'un kendisinde ya da
Samsun'da, o Samsun da sınırları çizilmiş bir sey değil, bu aynı zamanda
yerel dediğimiz şey kültürle de ilgili. Sadece coğrafi bir sınırı ifade
etmiyor bu kavram. Dolayısıyla eğer böyle bir kültürellik söz konusu ise o
zaman merkezle olan münasebet daha da önem kazanıyor. Çünkü, merkez size,
merkezi kültürü sürekli dayatmaya devam ediyor. O zaman yerel kültürü
nasıl geliştireceksiniz? Yerel kültürü nasıl ayıklayacaksınız?
Demek ki etik bir problem var. Bu etik problem, yerel medyada yaşanan bir
problem mi bunu pek bilemiyorum. Yerel medya ile ilgili olan
arkadaşlarımız daha önceki toplantılarda bir araya geldiğimiz de sorunların
genellikle ekonomik olduğunu söylediler . Yani işte para alamıyoruz, kredi
alamıyoruz diye ifade ettiler. Onların bunu söylemesi, benim için tüyler
ürpertici. Belki onlar haklı olabilirler, tabii başka yolu yok diye. Bir
de bir noktaya değindiler, o da ne, devletten yardım bekliyorlar.
Devletten yardım beklenmesi kadar tehlikeli bir şey olamaz. Bu insanın
kendi ipini kendisinin çekmesine benzeyen bir şeydir.
Türkiye'de yerel medya, cumhuriyet döneminde, en azından kültürel olarak
önemli işler yaptı. Yani Kurtuluş Savaşı sırasında katkıları elbette ki
unutulmaz. En azından sembolik olarak çok önem taşıyan şeylerdi. Yaygınlık
açısından değil ama bir milletin oluşturulmasında, gerçek anlamda bir
milli şuurun oluşturulmasında tabii ki ulusal medyanın da yerel medyanın
da çok önemli rolü var. Ama artık Türkiye'de bunun bitmiş olması
gerekiyor. Yani artık madem ki sermaye ilişkileri ile bu iş belirlenmeye
başladı. Madem ki belli bir sermaye birikimi oldu, artık insanlar para
kazanmak için kendi bulundukları mahallerinde, bu işe yatırım yapsınlar.
Borçlansın da şöyle yapsınlar, böyle yapsınlar. Bu gerçekten problemli bir
şey. Yerel medya demek ki, hem merkez medya tarafından tehdit altında hem
de kendisi zaten devlet aracılığı ile bağımlılık altına girme eğilimi
gösteriyor.
Demokrasinin kültür meselesi olduğunu söylemiştik. Eğer demokrasi kültür
meselesi ise, o zaman demokrasi kültürü, merkezdeki teknikalitelerle
edinebilir bir şey değildir. Biz demokrasiyi, içinde bulunduğumuz
mekandaki ilişkilerle öğrenebiliriz. Biz demokrasiyi, içinde bulunduğumuz
mekanda kamusal olanaklarla tanışarak ve o alan da tartışarak, görüşlerini
paylaşmadığımız insanların görüşlerini dinlemeye alışarak ve onları
anlamaya çalışarak ve bizim görüşümüzü paylaşmayan insanlara da, ister
dövsünler ister sövsünler, ki kendimizi anlatmaya yani onları da terbiye
etmeye çalışarak, demokrasi kültürünü içselleştirebiliriz. Ancak ondan
sonra bir demokratik teknikaliteden söz edebiliriz. Aksi takdirde
seçkinler, bazı siyasi egemenler diye, ama seçkinler lafı daha doğru,
burada seçkinler kendi aralarındaki iktidar mücadelesini ve halk adına
yani demokrasi şeklindeki kavramı, halk adına yönetim diye çevirecek
olursak, halk adına yönetimi işte benim şu kadar sayıda desteğim var
şeklinde meşruiyet oluşturmaktan öteye gidemeyiz. İşte onun için buraya
gelip kanaatimi ifade etmeyi istedim. Çünkü yerel medya çok önemli. Yerel
medya Türkiye'de demokrasi açısında çok önemli. Demokrasi, demokrasi
diyoruz, Ankara'daki devlerin oyunu ya da bazılarına göre cücelerin
oyununu, bazılarına göre beylerin oyununu, nasıl tarif ederseniz edin
demokrasi olarak nitelendiriyoruz.
Yerel medya, bulunduğu yörede okurunun, dinleyicisinin o toplum
sorunlarına katılmasını kolaylaştırabilecek mekanizmaları geliştirebilir.
Geliştirmeyi bırakın ciddi bir yerel medyadan söz ediyorsak zaten bunu
sağlar. O bulunduğu mekanda farklı görüşlerin birbirini anlaması ve
birbirini eleştirmesi için gereken forumu, mekanı sağlar. Peki şimdi temel
soruna geliyoruz, Türkiye hakikaten, yine benim açımdan söyleyeceğim,
konuşulmadığı, konuşanların birbirini anlamadığı daha doğrusu anlamak
istemediği, kavramlar üzerinde bir türlü anlaşmadığımız, kutsal
kavramlarımıza dokundukları zaman tüylerimizin diken diken olduğu bir
toplumda yerel medya, acaba bu hayati ruhiyemizi, bu eğilimimizi ortadan
kaldırabilir mi? Ya da böyle bir işlev görebilir mi?
Ben böyle bir işlev görebileceğini düşünüyorum. Çünkü orada insanlar kendi
seslerini bulacaklar. İnsanlar orada kendi görüntülerini görecekler. Belki
o sizin söylediğiniz gibi çok parlak bir resim olmayacak ama çarpık falan
da olsa kötü basılmış da olsa adam kendi resmini görecek orada ve bir şey
söylerkenki resmini görecek. Yani "ben bir insanmışım" diyecek, "ben bir
adammışım" diyecek, hoş bir şey bu. Bu katılımı da özendiren bir şey. "Ben
bu toplumun içinde varım, ben bu toplumun bir parçasıyım, yurttaşıyım"
düşüncesini de geliştiren bir şey. Yani önce mahalli mekanlarda yurttaşlık
ve katılım, ondan sonra merkezde yurttaşlık ve katılım diyorum.
Aslında bu şeyle ilgili çok da ilginç, etikle ilgili ya da nesnellik ya da
tarafsızlıkla ilgili, konu hakikaten Türkiye'de basın yerine medya
kavramının konuşulmaya başlaması ile ortaya çıktı. Medya, basından farklı
bir şey demek ki. Kavram olarak farklı aslında. Çok paradoksal durumlar
var. Şimdi medya demek, biliyorsunuz medyumdan geliyor. Medyum, araç
demek. Yani hani bu medyunlar vardır ya gidersiniz başvurursunuz,
gelecekteki halim nedir? dersiniz. O gelecekteki düşlerle ilişkiye girip,
onlarla size aracılık yapar. Onların dediklerini size aktarır, işte böyle
sallanır sallanır kendisi konuşmaz. Medyum öyle bir şey. Tam medya demeye
başladığımızda, medya tam da bizim hayatımızı kuran bir şey haline gelmeye
başladı. Yani medya aracı olmayı bir yana bırakın, medyanın kendisi bir
etken bir belirleyici haline gelmeye başladı, bu kavramı kullanmaya
başladığımız anda.
Peki yeniden bu medyayı, bizim bildiğimiz basın haline, yani nesnel,
objektif, bir yerde gördüğünü diğer tarafa, tekniğine uygun olarak 5 N, 1
K gibi kurullara uygun olarak acaba nasıl aktarabiliriz diye düşünecek
yerde, tersine düşünmeye başladık. Böyle paradokslar yaşıyoruz. Medya,
medya diye konuşuyoruz ama medyanın ne anlama geldiğini, kavram olarak ne
anlama geldiğini pek çoğumuz bilmiyoruz yani. Araçlar anlamına geliyor.
Aracın bu kadar önemli olduğunu düşünebilir miyiz? Hayır araç bu kadar
önemli olamaz ama araç önemli hale geldi. Araç başta da önemli idi işte
basın beşinci dördüncü kuvvet derken de önemli idi. Basının dördüncü
kuvvet olduğu idiolojisi de farklı bir idioloji ama sonuç olarak artık
basın dördüncü kuvvet olmaktan çıktı.
Bir yerde medyaklasi diye bir kavram kullandım. Ben onu hala da kullanmaya
devam ediyorum ama medyaklasi, bir kavramın medyatik bir kavram haline
gelmesi medya tarafından kullanılması ile mümkün olacak ve ben medyaklasi
dediğim zaman o medyaya dokunduğu için medya onu kullanmıyor. Kullanmadığı
için de mesela teledemokrasiyi falan tercih ediyorlar onlar. Teledemokrasi
ama medyaklasi dediğimiz şeyle aynı değil. Medyaklasi, aynı demokrasi gibi
bu sefer medyanın iktidarından, iktidarını dile getiren bir kavram. Tabii
bu biraz fantazi bir kavram. Yani hiçbir zaman teledemokrasi ne kadar
fantazi bir kavram ise yani demokrasi televizyonda olabilir mi? Biz evde
oturacağız, düğmeye basacağız, cumhurbaşkanı seçeceğiz böyle birşey olmaz.
O nedenle tartışılması gerektiği an medya kavramının böyle gündeme geldiği
bir dönem. Medya kavramının gündeme geldiği dönemde, etik problemlerin
yaşanması, burada benim hoşuma giden çok hoş bir şey oldu, gerçekten
burada konuşan profesyonel dostlarımız kendilerini, içinde yaşadıkları
kurumu eleştirdiler. Bu hoş bir şey, demek ki konuşmaya başlamışız artık,
konuşuyoruz artık. Umuyorum burada konuşan dostlarımızın kişiliklerinden
kaynaklanan bir şey değildir bu. Genel olarak herkesin de katıldığı bir
şeydir. Biraz kendimizi eleştirmemiz gerekiyor.
İşte yerel medya bizi daha yakın olduğu için tabii bu merkez medyanın
etkisi sadece böyle de kalmıyor. Radyolara bakıyoruz, yerel televizyonlara
bakıyoruz merkezde neler yapılıyorsa burada da aynı şeyler yapılıyor.
Benim yerel medyaya güvenim sonsuz, özellikle demokrasi açısından sonsuz.
Merkezle uğraşa uğraşa merkezi hem daha fazla yozlaştırırız, zaten oraya
fazla müdahale edemeyiz, müdahale ettiğimizi de zannederiz, demokrasi
oyununa kedimizi iyice kaptırmış oluruz.
Dolayısıyla biz şu yerel medyada çalışan arkadaşlarımız, ulusal medya için
burada çalışan arkadaşlarımız değil doğrudan doğruya yerel medya için
çalışan arkadaşlarımız bu işi gerçekten ciddiye alsınlar. Yaptıkları iş
önemli. İzlenmeye, okunmaya, dinlenmeye özen göstersinler ve kendilerini o
yönde yetiştirsinler. Bu anlamda merkez medyanın bize öğretmiş olduğu
formatların dışında, vatandaşa, kendi karşı karşıya olduğu vatandaşa cazip
gelebilecek makenizmaları, formatları bulup geliştirsinler. Onların bu
şansı var çünkü. Onlar aynı zamanda aktör olarak ya da medya kişisi olarak
hitap ettikleri insanları kullanabilirler, o şansları var. En azından bu
yönü ile seyircilerini, dinleyicilerini yakalayabilme şansları var.
Dolayısıyla farklı formatları gerçekleştirebilme imkanları onların
şansları. merkez medyaya göre daha fazla. Çünkü bildiğiniz gibi merkez
medya, bütün Türkiye'deki her sınıftan, her kültürden, her cinsten insana
hitap etmek durumunda. Bu da asgari müştereki bulmayı getiriyor, asgari
müşterek de bildiğiniz gibi müştereklerin en kötüsüdür. Teşekkür ederim.