Fansız sineması deyince akla hemen Louis ve Auguste Lumière kardeşler
gelmelidir. Bu kardeşler, kimsenin yadsıyamayacağı gibi sinemayı sinema yapan
öncülerdendirler. Bu sanatın yayılmasında önemli rol oynamışlardır.
Şöyle biraz daha gerilere gitmek gerekirse, Lumière kardeşlerden daha önce bazı
çalışmaların olduğunu görebiliriz. Çok sayıda bilim adamı ve araştırmacı
hareketin görüntülenmesi ya da hareketli görüntü yaratma konusu üzerinde duruyor
ve çeşitli icatlar yapıyorlardı. Tüm araştırmacıların temel aldıkları üç unsur
vardı:
Bu üç sorun çözüme kavuştu. Bugünkü film çekim ve gösterim cihazlarının doğup
gelişmesinde katkısı bulunan ve Lantèrne Magique[1] (Büyülü Fener) adı verilen
cihazın kökenleri Firavunlar döneminin Mısır'ına kadar dayanmaktaydı. Hatta
Vezüv yanardağının külleri altında kalan Pompei ve Herculanum'da bu cihazın
kalıntıları bulunmuştur. Mısırlılaran günümüze kadar sürüp giden bu uğraşın bir
başka aşaması, Jean-Baptiste della Porta arafından icat edilmiş Camera Obscura
(Karanlık Oda) tekniğine dayanan, modern anlamda ilk gerçek Büyülü Kutu'yu bir
Alman olan Altanase Kircher'in[2] icadıyla tamamlandı. Richelet, 1790'da, bu
aletin tanımını sözlüğünde şöyle yapıyordu[3]: "Bu, bu işin nasıl yapıldığını
bilmeyen bir kimsenin, bunun bir büyü sanatı tarafından yapıldığına ikna edecek
bir biçimde, karanlıkta, beyaz bir duvarda gösterimi yapılan küçük, optik bir
makinadır."
1800'lerde, Belçikalı fizikçi Robertson[4] Büyülü Fener'i bazı ekleelerle aha da
mükemmelleştirdi. Fakat bu alet, ne kadar ilginç özelliklere sahip olsa da,
hareketin yansıtılması için Niepce ve Daguerre'in fotografiyi keşfetmesini
beklememiz gerekiyordu.
18. yüzyılda Çin'den Almanya'ya, 1772'de de Séraphin tarafından Fransa'ya getirilen
Çin Gölge Oyunu da fotografinin gelişmesine katkıda bulundu. Fakat sabit
görüntüler hâlâ canlı görüntüleren daha ağır basıyordu. Hareketli görüntü
kaydına henüz bir çözüm bulunamamıştı.
Hareketin incelenmesi ve sonra da kaydedilmesi aslında gözün yaptığı bir işten,
görüntünün ağ tabakada (retinada) kaybolmadan kısa bir süre kalmasından
kaynaklanan bir biyolojik olaydan esinlenilerek gerçekleştirilmiştir. Bu ilkeden
yola çıkan Belçikalı fizikçi Joseph Plateau, 1829'da, görüntünün ağ tabakadaki
bu kalıcılığının saniyenin onda birine denk düştüğünü saptadı. Mademki insan
beyni sürekli bir hareketi belli bir süre saklıyor, öyleyse göz tarafından
kaydedilmiş görüntüler de en azından saniyenin onda biri oranında yeniden
tekrarlanmalıdır. Bu oran günümüzde kullanılan orana uymamaktadır.
Sinematografın mucitleri, kaydedilecek görüntü sayısını saniyede 16 olarak
saptamışlardı ama sesli sinemayla birlikte bu sayı 24'e çıkarıldı[5]. Bu
farklılıktan dolayı, gözler, ekrana yansıyan her bir görüntünün ağ tabakada
bıraktığı izlenimlerin kalıcılığı sayesinde bu hareketin ara aşamalarını tümüyle
görme yeteneğine sahiptir. Bu durum, hareketin mutlak illüzyonuna izin verir.
Fransa'da, hareketin sentezlenmesi konusuyla uğraşan çok sayıda araştırmacı
vardı, fakat bunlar bunun öneminin farkında olmayan ve bu işi çocukları
eğlendirme aracı olarak gören kişilerdi. İngiliz doktor John Ayrton Pâris, oğlu
için taumatrope adını verdiği ve sinemanın atası sayılan bir oyuncak yaptı. Bir
eksen üzerinde bulunan bir karton diskin bir yüzüne kafes, diğer yüzüne bir kuş
resmi yapmıştı. Kartondaki bu resimler, eksen hızla çevrilince birbirinin içine
geçmiş gibi görünüyordu ve sanki kuş kafesin içindeydi.
Belçikalı profesör Joseph Ferdinand Antoine Plateau'nun 1829'da icat ettiği
phénakisticope, iç yüzeyinde, bir hareketin birbirini izleyen sekiz görüntüsünün
(örneğin salıncakta sallanan bir çocuk) bulunduğu iç yüzey üstüne belirli
aralıklarla açılmış dikey yarıkların bulunduğu bir tekerden oluşmaktaydı. Bu
alet bir ayna önüne konulup çevrildiğinde, yarıklardan aynaya bakan bir kimse
resimlerin hareket ettiğini görüyordu. Bu cihaz, hareketlerin hemen hemen
aynısını yeniden oluşturuyordu. Belçikalı bilgin, Charles Baudlaire'in[6] de
dikkatini çeken phénakisticope'unu zaman geçirmeden daha da mükemmelleştirdi.
Bu süreç esnasında araştırmacılar boş durmadılar. Çok sayıda alet icat ettiler:
İngiliz William George Hoerner zootrope'u, Dr. Lake phantascope'u, Stampfer
stroboscope'u ve Baron Von Uchatius kinetoscope'uicat ettiler. Tüm bunlar birer
oyuncak olmalarına karşın, hareketin yeniden oluşturulması araştırmalarındaki
katkıları da gözardı edilemez.
Fotografinin keşfi ve halka malolması, sorunun incelenmesine yeni kolaylıklar
getirdi. Cronophotographie, bundan böyle, hareketin daha doğru bir analizini
sağlayacaktı. Bunları saymaya kalkarsak bıktırıcı olacaktır, fakat aralarından
en önemlileri hakkında bazı şeyler söylemek gerekir sanıyorum. Astronom Janssen
1874'te revolver astronomique'i (astronomik tabanca) icat etti. Bu aygıt, bir
hareketin görüntüsünü farklı fotograf tabakalar üzerine kaydediyordu. Birbiri
ardı sıra gelen her filme hareketin bir evresi kaydediliyordu. Venüs gezegeninin
geçişinin çeşitli evrelerini bu yöntemle saptadı. Bu alet, fizyolojist Etienne-Jules
Marey'ye ilham vermiş olacak ki fusil photographique (fotoğraf tüfeği) adını
verdiği cihazını yaptı. Saniyenin onda biri kadar bir süreyle, birbirinden ayrı
bir dizi görüntü kaydedebiliyordu. Marey, açık havaya çıkarak kuşların
görüntülerini kaydedebilmesine karşın yine de sinemadan oldukça uzaktı. Aslında
hareketin analizi sentezinden daha iyi gidiyordu. Marey'nin birlikte çalıştığı
Georges DemenŸ, 1891'de, konuşmanın hareketini ve fizyonomi oyunlarını yeniden
üretmeye yönelik phonoscope'unu sundu. DemenŸ, konuşan bir adamın ağız
hareketlerini görüntülemeyi başarmıştı. Bu "oyuncu"suna je vous aime! (sizi
seviyorum) dedirterek ağzın her hareketini tek tek görüntüledi. Daha sonra Emile
Reynaud, Plateau'nun phenakistiscope'unu daha da geliştirerek iki alet ortaya
çıkardı. 1882'de Reynaud, Grévin müzesinde théatre optique (optik tiyatro) adını
verdiği aletinin gösterimini yaptı. Bu alet, projektörler ve merceklerin
akıllıca birleştirilmesi sayesinde elle çizilmiş görüntüleri ekrana
yansıtıyordu.
Bu esnada, Amerika da aynı sorunla aynı sorunla uğraşıyordu. Burada da bir öncü
vardı: Edward Muybridge. Bu Kaliforniya'lı öncü, 1878'de bir deneme yaptı.
Sacramento Hipodrom'una, oğlunun kumanda ettiği oniki fotoğraf makinası koyarak,
dört nala giden bir atın, Kaliforniya valisi Leland Stanford'un huzurunda, oniki
değişik görüntüsünü çekmeyi başardı. Daha sonra fotoğraf bataryası'nı geliştirdi
ve bir gösterim cihazı icat etiğinde ilginç sonuçlar elde etti. Thomas Edison
1887'den beri hareketin kaydı ve gösterimi konusunda çalışmalar yapıyordu.
[1] FORD, Charles, Histoire Populaire Du Cinéma, Séléction Mame, Paris, 1955.
[2] a.g.e s.9.
[3] a.g.e s.10.
[4] a.g.e s.10.
[5] a.g.e
[6] Fleurs du Mal'in (Elem Çiçekleri) yazarı, Art Romantique'te Plateau'nun
cihazının ayrıntılı bir tanımını veriyordu.